22 Yıl Önce, Zonguldak’ta...

13 aralık perşembe günkü, "Zonguldak'ta Çarpan Yürek..." başlıktı "Ankara Notları'nda, 1968 yılında, yine Zonguldak’taki maden işçilerinin bir olayına değinmiş, "...Sonra anlatacağım. 1968 yılında yine Zonguldak'taki bir işçi direnişi, Zonguldak halkı desteklemediği için kırılmış gitmişti. Olayı izlemeye giden gazeteciler dövülmüşler, fotoğraf makineleri alınmıştı. O zaman Milliyet’teydim. Başına taş gelen gazeteciler arasında ben davardım. En ağır yaralımız Hüseyin Ezerdi; foto muhabiri Rıza Ezer'in babası..." demiştim.
Bugün, o günlere dönüp nasıl taşlandığımızı anlatmak istiyorum: Aradan 22 yıl geçmiş, olay dün gibi belleğimde; yine de Meclis kütüphanesinden gazeteleri getirtsem iyi olacak, diye düşündüm. 8 Şubat 1968 günlü Milliyet'in birinci sayfasında, tek sütuna bir başlık; "Beş gazeteci niçin dövüldü?"; haberde de şöyle deniyor:
"Kömür havzasındaki olayları izlemek üzere Dilaver bölgesine gitmekte olan beş gazeteci ve bindikleri aracın şoförü, yollarını kesen boykotçu işçilerden bazılar tarafından taş ve sopa yağmuruna tutulmuş ve çeşitli yerlerinden yaralanmışlardır.
Boykotçu işçilerle görüşmek üzere Ankara'dan Özel bir araçla yola çıkan gazetemiz muhabiri Mustafa Ekmekçi, foto muhabiri Asaf Uçar, Ulus muhabiri İsmail Baltacıoğlu, foto muhabiri Hüseyin Ezer, TRT Zonguldak muhabiri Fahri Hüsrev Yücel ve aracın şoförü Hilmi Dönmez, Dilaver’e yaklaştıktan sırada boykotçu işçilerle karşılaşmışlardır. Gazetecilerin bindiği otomobilin yolunu kesen bin kadar maden' işçisi, otomobilin etrafını çevirmişler ve "Gidin buradan, neyimizi çekeceksiniz?” diye bağırarak saldırmışlardır. Gazetecilerin, "Biz gazeteciyiz. İsterseniz resim de çekmeyelim, ama biz sizin derdinizi öğrenmeye geldik” demelerine rağmen işçilerden bazıları, gazetecilere taş ve sopalarla saldırmışlardır. Arabayı terk ederek kaçan gazetecilerden Ulus foto muhabiri Hüseyin Ezer yere düşmüş, bir süre sürüklenmiş ve çeşitli yerlerinden yaralanmıştır. Olay sırasında kendisini kaybeden Ezer'i, Zonguldak Emniyet Müdürü kurtarmıştır. Diğer gazeteciler de bir kilometre süren kovalamaca sırasında çeşitli yerlerinden taş ve sopalarla yaralanmışlardır. Bir polis cipi ile hastaneye kaldırılan gazetecileri Zonguldak Valisi aramış ve kendilerine "Geçmiş olsun" demiştir.
Olay sırasında gazetecilerin fotoğraf makineleri de ellerinden alınarak parçalanmıştır.
Bu arada bir grup işçi, arkadaşlarını yatıştırmaya çalışmıştır.
Zonguldak'ta bazı kişiler, "polisin zaman zaman işçilerin aralarına fotoğraf makinesi bulunan kimseleri soktuğunu ve bu şahısların çektiği fotoğrafların mahkemede delil olarak kullanıldığını öne sürmüşler, "işçilerin gazetecileri de bu polislerden sanarak saldırdığını sandıklanı” söylemişlerdir.
Dövülmemizle ilgili haber bu. O olayda, kaçarken başıma gelen taşlar, pinpon topu gibi başımdan sekip gidiyordu. Yüz metreyi öyle hızlı koşmasaydım, ölüp gidecektim kuşkusuz, işçiler, tepeyi tutmuşlar, "isyan" etmişlerdi. O tepeye kimsenin yaklaşamadığını sonra öğrenecektik. Çalışma Bakanı Ali Naili Erdemle, Devlet Bakanı Müftüoğlu'nu, tutsak olarak yakalamak istemişler, bakanlar güç kurtulmuşlar, öğüt vermek için gelen müftüyü, görevli polisleri taşa tutmuşlar, göz açtırmamışlar. Bizden önce de gazeteci Yalçın Kılan dövülmüş. Biz Ankara’dan, bunlardan habersiz yola çıkıp doğruca olay yerine gidiyoruz. Ne bilelim? Bir baktım, daha arabadan iner  inmez, bini aşkın işçi, bize doğru geliyor, filmlerdeki gibi ağır ağır. Gelişleri pek iyi değil. Karşıma gelene:
Biz, dedim gazeteciyiz! Sizin sorunlarınızı izlemeye geldik!
Gidin buradan!
Ulus'un foto muhabiri Hüseyin Ezer söze karıştı;
Bu, Mustafa Ekmekçi! Hep sizin haklarınızı savunur, bilirsiniz!
Gidin buradan!
Orası dağbaşı; biri boynuma asılıp, fotoğraf makinemi kayışından koparıp aldı! "Durun ne yapıyorsunuz?” bile demedim; pabuç pahalanmıştı. Geri dönüp arabamıza binmek istedik. Onun da çevrildiğini gördük. Kaçmaktan başka yol yoktu. Koşuyoruz, ama tepeden aşağı inip, yol üstünde, yine taş yağmuruna tutuyorlardı. Arkadaşlarım neredelerdi, yitirmiştim. Tepeyi inince, bir ikisi ile buluştuk. Benim kafamda yumrular vardı. Kiminin başı kanıyordu. Kim götürdü bilmiyorum; sayrıevine götürüldük. Başımıza tentürdiyot sürüldü. Hüseyin Ezer’in başı sarılıydı, hocalara döndük. O halimizle gülüyorduk. Hüseyin Ezer:
Ben, Ekmekçi nasıl olsa aramızda. O işçilerden yana, kurtarırız! diyordum olmadı, diyor, için için öfkeleniyordu. 8 şubat günlü Milliyet’e yaralı yaralı haber yazdırmışız. Başlık yedi sütuna şöyleydi:
"Toplu sözleşme görüşmelerinin uzaması üzerine ocaklara girmeyen işçi sayısı 25 bini buldu ve bir grup Zongukdak'a yürüdü. Sendika basan işçiler gazla dağıtıldı. -Binayı tahrip eden işçiler polise mukavemet etti- Dünkü olaylar sırasında basın mensupları dövüldü... Mustafa Ekmekçi ve Nejat Muhsinoğlu Zonguldak'tan bildiriyor..."
Eski Çalışma Bakanı, CHP Genel Sekreteri Ecevit, “Olayın sorumlusu hükümettir" diyor, AP hükümeti ise olayların sendika kışkırtmasından çıktığını söylüyordu. Olaylar sırasında dövülen, tekmelenen, yerlerde sürüklenen Ulus foto muhabiri Hüseyin Ezer. "Beni dövenleri affettim" diyordu. Hüseyin Ezer, başımızdan geçenleri şöyle anlatıyordu "Ulus” ta:
"...Gazeteciyiz, dedik. Dertlerinizi duyurmak için geldik. İsteklerinizi gazetelerimize yazacağız."
İşçilerden bir tanesi, "Git bakkala sor derdimizi" diye cevap verdi.
Bu sırada, "Dövsenize!" diye bağıranlar oldu. Sayıları 80'in üzerindeydi. Aniden üzerimize saldırdılar. Kaçmak istedik. Koşarken bir genç paltoma yapıştı. Yere düştüm. 2-3 kişi ayağımdan sürüklemeye başladı. Binanın önündeki çukurdan aşağıya attılar ve vurdular, vurdular, vurdular... Daha sonra emniyete gittiğimde, "Davacı mısınız?" diye sordular. "Hayır” dedim. Kimden davacı olacaktım? Bana hücum edenler, hakları verilmeyen kişilerdi. Bunlar, ekmek parası için hayatlarını tehlikeye sokan, gün ışığından uzakta çalışan kişilerdi. İnsanlık haysiyetine yaraşır bir yaşayış seviyesi sağlamaları gerekirdi...”
Zonguldak Valisi o zaman, Sabri Sözer’di. Ankara'dan tanıyordum, dostumdu. Telefonda sitem ediyor, "İnsan geldiğini haber vermez mi?” Haberim olsaydı, sizi olaylara göndermezdim" diyordu.
Aradan 22 yıl geçti; şimdi 1990'da, yine Zonguldak'ta grev var; 22 yılda, sendikacılar, işçiler daha bir bilinçlenmişler; halk çoğunluğunun, basının desteğini almadan, başarıya ulaşamayacaklarım anlamışlardır. Örgütlü halk desteği olmadan, her şey gibi grevler de başarıya ulaşamaz.
Ancak ANAP hükümetinin duyarsızlığından, işçi tedirgindir, halk tedirgindir; memur, emekli tedirgindir. Bu tedirginliğini demokratik direnişlerle, protestolarla dile getirmektedir, işçinin, halkın kararlı davranışı da yöneticileri işkillendirmekte. Hacı TÖ, Zonguldak Ereğlisi'ne yapacağı geziyi iptal etti; iyi etti!
Ne diyordu işçiler:
Çankaya'nın şişmanı, işçilerin düşmanı!
Ankara'ya çağrılan sendika başkanı Şemsi Denizer'in görüşmelerinden pek bir şey çıkacağa benzemiyor. Gözleyelim bakalım...