1402’likler Sorunu: 3. Kalsın Benim Davam...

Oturum Başkanı Bahri Savcı, "Söz isteyen var mı?” dedikçe üniversiteli 1402’likler konuşmalarını sürdürürler. Söz sırası Rona Aybay'a gelir. Rona Aybay şöyle der:
— Bu yasa tasarısını inceleyecek olan komisyonun başkanı ile bizlerin 1402'lik edilmemiz sırasında Ankara’da sıkıyönetim komutanlığı yapan kişinin aynı kişi olması da çok ilginç ve aydınlatıcı bir rastlantı gibi görünüyor bana. Aynı şahıs 1982-1983 yıllarında Ankara Sıkıyönetim Komutanı olarak üniversite öğretim üyelerinin ve diğer birçok kamu görevlisinin görevden uzaklaştırılmasında bir numaralı rolü oynamıştır. Şimdi bizlerin geriye dönüşümüzü sağlayacak olduğu söylenen bu tasarıyı inceleyecek komisyonun başkanı da aynı kişi olmaktadır. Bu tabii izahı oldukça zor bir durum. Tasarıyı hazırlayanların niyetini göstermesi bakımından da aydınlatıcıdır.
Söz sırası Hüseyin Hatemi’dedir. Hatemi, benim domuz konulu yazılarımı hiç sevmez. Yazıları beğenmeyebilir, ama domuz etinin yararını da yadsımalı mı? Hatemi, 1402’likler konusunu çok duyarlı bir anlatımla dile getirir. Şöyle der:
— Kanun bu şekilde çıkarsa izzeti nefsimizi yaralayacak yeni bir sürece yol açılacak. "Kanuni engeli bulunmayanlar alınır" gibi ibareler, hiç zannetmiyorum bizim bugün içinde bulunduğumuz şartlar içinde doğru yorumlansın, iyi yorumlansın, hukuk devletine uygun bir şekilde yorumlansın. Mutlaka, arkadaşların da dedikleri gibi bu, kapı arkasında cereyan eden yeni şefaatler, araya girmeler filan dolayısıyla tam bir sübjektif uygulamaya yol açacak ve ondan sonra üniversiteye dönmeyenler daha büyük bir leke altında kalacaklar. Yani, bunların durumu demek o kadar vahimmiş ki kanun da çıktığı halde, üniversiteye döndürülmediler denecektir. Şu halde, hiç değilse ben de şahsen yargı kararıyla üniversiteye dönmeyi tercih ediyorum.
Birçok arkadaşın durumu aynı, ben kendimi örnek vereyim İstanbul 3. idare Mahkemesi kararıyla oybirliğiyle göreve döndürülmeme karar verildi. Ben de hukuk devleti içinde yaşadığımıza inandım, şu saflığı gösterdim: Artık göreve döndüğümüze göre, oybirliği ile idare mahkemesi karar verdiğine göre, bu iş oldu diyerek göreve başlatılmamı bildiren bir dilekçeye kararı ekleyerek İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdum. Ama demek bizimle gizli istihza ediliyormuş.
İki aylık sürenin bitmesine bir iki gün kala rektörlüğe bir dilekçe daha verdim. İki ay önce müracaat ettiğim halde bana bir cevap verilmedi, kanuni sorumluluk doğuyor, şu halde iki aylık süre bitmeden cevap verilsin diye. Buna da tabii cevap verilmedi. Yalnız İstanbul Üniversitesi Rektörü'nün bu dilekçeye çok kızdığı bana özel olarak duyuruldu. Şimdi ben ne yapabilirdim? Bir tazminat davası açabilirdim... Fakat düşündüm, müesseselere hukuk devletinde güvenmek lazım. Yoksa istila büsbütün boyutlarını büyütecekti. Ben şimdi bir dava açtığım sırada Danıştay’dan aleyhte bir karar çıkarsa ne olacaktı? Büsbütün gülünç duruma düşecektim. Onun için bu dilekçeyi vermeme rağmen bir müddet daha sabrettim. Nihayet bölge idare mahkemesinin oybirliğiyle verdiği karar üç-iki Danıştay’dan bozuldu. Ve gene 12 Eylül sonrası hukukunun bir acayipliği olarak, bozulan karar bölge idare mahkemesine döndürülerek tekrar gözden geçirilmesi yerine -o zaman bölge idare mahkemelerinin ne gereği kalıyor- oybirliğiyle verilmiş kararı Danıştay üç-iki ekseriyetle bozdu ve işin esasına girerek rektörlüğün red tasarrufunu haklı buldu.
Yani artık benim tashihi karardan başka yapacak bir şeyim yoktu. Buna rağmen, ben de birçok arkadaş gibi, oybirliği ile verilmiş kararın üçe iki ekseriyetle bozulması ve tekrar bölge idare mahkemesine döndürülmemesi üzerine, "siyasi tutum takınmışlardır” diye üç hâkimi reddederek ayrıca tashihi karar talebinde bulundum. Fakat red reddedildi derhal, bir seneyi geçtiği halde tashihi karar çıkmadı.
Hiç değilse şu kadarını yapsınlar: Eğer ortak pazara karşı, bilmem Avrupa Topluluğu’na karşı hukuk devleti görünmek istiyorlarsa, şu geçici birinci maddeyi şu şekle getirsinler; bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile gerekçe gösterilmeksizin görevlerinden uzaklaştırılmış olanlar kendiliğinden, kanun gereğince aynı özlük haklarına, aynı kadroya sahip olmak üzere, otomatik olarak göreve başlamış sayılırlar. En azından bunu yapsınlar. (Hükümet tasarısına baktım, geçici 1. maddesi şöyle diyordu: Sıkıyönetim komutanlarının talepleri üzerine görevine son verilenler, bir yıl içinde müracaat etmek şartıyla, durumlarının incelenmesini isteyebilirler.)
Ama bunu yapmayacaklarsa hiç değilse biz kanun çıkartıyoruz, siz hele ağırdan alın diye Danıştay’a gizli bir işaret vermekten vazgeçsinler. Kanunu tamamen geri alsınlar. Bu iş tamamen Danıştay meselesi olarak kalsın.
Gelecek yazı: Türkiye'nin onuru...