İstanbul'da, üniversite kulislerinde söyleniyormuş, YÖK’le ilgili espriler, türetilmiş yeni sözcükler. Kimileri şöyle: YÖKselmek: YÖK sayesinde mevki, mansıp kapmak; YÖKlenmek: YÖK Te ters düşüp tökezlemek. YÖK-YÖKlemek: YÖK uygulamaları karşısında şaşırıp saçmalamak; YÖKsüleşmek: YÖK'e uyup, dümenine bakmak; YÖKsümek: YÖK'ten bezip, her şeye boş vermek…
Aradan bunca yıl geçti; kabuk bağladığını sandığımız yaralar, yer yer kanıyor. O zaman ayrımına varıyoruz yapılan haksızlıkların büyüklüğünün. Ankara'da ''1402’likler Kurultay”ı, 12 Eylül döneminin açtığı yaraların sergilenmesi kurultayı oldu bir bakıma. Anadolu’dan, kıyımların en ağır olduğu yörelerden pek az kişi gelmişti; kolay değildi gelmek, onca yolu tepip. Ankara’dakiler, İstanbul’dakiler, İzmir’dekiler, kimi illerdekiler; onlardan da daha çok YÖK'zedeler çoğunlukta. Toplantının hazırlıklarını İnsan Hakları Derneği yaptı, ona düşerdi. Dr. Haldun Özen, büyük bir titizlikle, 1402'lıkler olayını örnekleyerek bilgisayarlara geçirdi. Kurultay'ın kararı çok önceden alındı, hazırlıkları yapıldı. Haksızlık yapanlara da mektuplar yazıldı. Onlar da gelip, kendilerini savunmalıydılar. Susarlarsa, ona da saygı gösterilecekti. Bir tek, Ege Ordusu Komutanlığını yapmış olan Süreyya Yüksel’den mektup gelmişti. Kurultaya başarı diliyor, çözüm bulunmasını istiyordu. Kurultayı yöneten Nurkut İnan, tek mektubu yazan Süreyya Yüksel'e, “Yine de teşekkür ediyoruz” dedi, öbürlerinden o da gelmemişti!
Prof. Server Tanilli, mesajında şöyle diyordu, özetle:
...Konuya kendimle ilgili bir noktaya değinerek girmek isterim: Ben, 1402 sayılı kanunun çıkışından 1-2 ay önce emekliliğimi istemiş ve emekli olmuştum. Vakitsiz olarak bu yola girişimin nedeni şu idi: Almanya'daki ciddi bir toplantıya, “1982 Anayasası” denen belge ile ilgili düşüncelerimi içeren bir mesaj yollamıştım. Mesajım, neler söylediğimi tahmin etmiş de olsanız, bilimsel kanıtlara dayanıyordu. Bir gerici gazete, nasıl elde etmişse, İstanbul'da hemen yayımladı bunu ve aynı gün de İstanbul Hukuk Fakültesi'nde bir tahkikat komisyonu kuruldu. O tezgâhın ne üreteceği malumdu. Beni, maddesine uydurup üniversiteden atacaklardı; bu arada, belki emeklilik haklarımdan da olacaktım. Dostlarımın gerçekçi tavsiyelerine uyarak, ben de derhal -ama içim sızlaya sızlaya- emekliliğimi istedim; işlem hemen yürürlüğe kondu ve resmen emekli oldum.
Ancak, bir-iki ay sonra üniversiteye hain eller uzanıp da 1402 sayılı kanunla malum tasfiye başladığında, ilan edilen listelerden birinde, İstanbul Hukuk Fakültesinden uzaklaştırılan birkaç arkadaşımın yanında benim adım da zikrediliyordu. Yani ben resmen emekli olduğum halde, hâlâ görevdeymişim gibi ayrıca tasfiye ediliyordum. Olacak iş değildi, ama oluyordu. Bunu anlatmaktaki maksadım, o sıralarda, üniversitelerde ilerici, demokrat ve devrimci düşüncenin mensuplarına karşı nasıl bir kin ve öfke rüzgârının estiğini göstermek içindir. Dilerdim ki yapılan hukuksuzluk sadece bana yapılandan ibaret kalsın; ama olmadı, üniversitenin bağrına o düşman hançeri saplandı ve YÖK’le de üniversite üniversite olmaktan çıkarıldı...
Toplantıda, kurultayda, ilginç konuşmalar yapıldı. Tümünü aktarmak olanaksız. Aydın Aybay, özetle şöyle dedi:
1402 sayılı yasa ile getirilen uygulamanın asıl sorumlusu bu hükmü yaklaştıranlardır. Yasayı uygulayanların sorumluluğu fer'idir; (ikinci derecededir) asli sorumluluk, kendilerini yasama organı yerine koyanlarındır. Bunun dayanağı şudur: Bu tür yasaların uygulamada “zulüm yasaları” haline dönüşeceği, tarihle, siyaset tarihimizle sabit, bilinen bir gerçektir. Şu halde, yasayı yapanlar, işten çıkarma kuralının zulüm hükmü olarak işleyeceğini biliyorlardı ya da bilmek durumunda idiler, öyleyse, bunu bile bile yapmış durumdadırlar ve bundan dolayı da bütün uygulamalar nedeniyle asli ya da "azmettiren" sıfatıyla sorumlu olanlar, kendi kendilerine yasama görevini üstlenenlerdir. Bay Doğramacı, sıkıyönetim yetkilileri ise sadece ‘‘aracı”dırlar. Bu durumda onlara “fer'i fail" bile denebilir
Rona Aybay da özetle şöyle diyordu;
...1402'likler sorunu, bir insan hakları sorunudur. Birtakım insanları, içinde yetiştikleri topluma, kamu hizmeti yoluyla borçlarını ödemekten yoksun bırakmıştır. Toplum da, onların hizmetinden yoksun kalmıştır.
Hiçbir gerekçe gösterilmeden, savunma bile alınmadan, böyle bir hak mahrumiyeti, hele ömür boyu sürecek biçimde uygulanırsa, hukuk devletinden söz edilemez. 1402’likler, "çağdaş köleler” olmaktan kurtarılmalıdır. Devlet otoritesi, adalete ve insan haklarına uygun kullanıldığı sürece saygınlık kazanır. 1402'likler sorununun çözümü için kim, ne katkıda bulunursa, hukuk devleti adına kendisini kutlarız. Ama biz kimseden merhamet ve af beklemiyoruz. 1402'likler suç mu işlemişlerdir ki af beklesinler! Kim kimi affedecek’
Şurası kesinlikle bilinmelidir ki, 1402’likler arasında, devlet bankalarından yolsuz kredilerle milyarı cebe indiren, hayali ihracat yapan bir tek kişi bile yoldur. Bugün bir 1402'lik, milletvekili, hatta cumhurbaşkanı olabilir, ama TBMM'ye odacı bile olamaz. Bu hukuk acayipliğine son verilmelidir.
Güney Dinç de şöyle dedi özetle:
...Ülkemizde, sıkıyönetim yasalarının, sıkıyönetim dönemlerinde konduğunu görmekteyiz. Olağan dönemlerde, sıkıyönetim yasaları anımsanmamaktadır. İyi ki 1402'likler var, sıkıyönetimin kalktığı şu günlerde, insan haklarıyla temelden çelişen bu yasayı tartışabiliyoruz. 1402 sayılı yasa, şimdi kış uykusuna yatmış, dinlenmektedir. Gelecekte, yeni kurbanlar, yeni canlar almak için pusuda beklemektedir. 1402'likler sorunu, 1402 sayılı yasa ile birlikte çözülmelidir. 12 Eylül diktasının ürünü olan yasa, çağdaş hukuk ilkeleri doğrultusunda, demokratikleştirilmelidir...
1402’liklerin sayısı on bini buluyor; haksızlıklara uğrayanların sayısı ise yüz binleri aşar. Bu iktidar da bu yaraları saramaz, bu sorunlara çözüm bulamaz...
4 Ekim 1988, Cumhuriyet