12 Eylül’ün İzleri...

Hükümlüler arasında ayrım yapan bir af yasası adı ne olursa olsun, ister ‘af ister 'erteleme' densin, hiçbir şeye yaramayacak, toplumda yeni yaralar açacaktır. Çankaya'da Hacı TÖ önce cezaevlerinin boşaltılmasını öngören bir çalışma yapılmasını istemiş, uzmanlar geniş kapsamlı bir yasa taslağı hazırlamışlardır. Çalışmaların büyük bölümü Adalet Bakanlığı'nın bilgisi dışında yapılmıştır. Bu geniş kapsamlı taslak Genelkurmay’da ele alınmış, bir haftaya yakın orada beklemiş midir? Taslaklar, Mili Güvenlik Kurulu'na geldiğinde, ‘sol örgütler’le ilgili hükümlüleri, erteleme kapsamı dışında bırakma eğilimi ağır basmış mıdır? Bu hükümlüleri ilgilendiren maddeler, TCY'nin 125. maddesinden başlayıp 146. maddesini de içeren maddelerdi. ‘Devlete karşı işlenen suçlar’ diye nitelenmekte, bu suçları işledikleri varsayılanlara cezalarının ertelenmesi olanağı verilmemek istenmektedir. Bu gerçekleşirse cezaevleri boşalmış olmayacak, af güdük çıkacaktır. Tartışmalar sırasında:
Polisi öldüren bağışlanamaz. Bağışlanırsa, polise görev yaptırma olanağı kalmaz! Asker de öyle denilmiş miydi? Hacı TÖ, taslağından neden çark etti? Araştırmalı...
Kimse polisin de askerin de öldürülmesini, onların canına kıyılmasını istemez. Kim ister? Ama, bir 12 Eylül faşizmi gelip geçmiş, bunun yaraları sarılmamış. Şimdi yaralar sarılmadan kalırsa, daha ağır sayrılıklara neden olabilecektir. Yasaları görüşmeye başlayacak olan Meclis’in, bu konuyu ciddi olarak düşünmesi, ele alması gerekir. Bir yanda işkenceciler bağışlanırken işkence altında alınan ifadelerle hüküm verilip cezaevlerine doldurulan kişilerin yasa kapsamı dışında bırakılmaları, açıklanamaz bir adaletsizlik. İşkenceci korunsun, işkence gören cezalandırılsın, olmaz böyle şey...
Bunu böylece belirttikten sonra Prof. Server Tanilli’nin 60. yaş günü toplantısına yolladığı iletisine geçebilirim. Tanilli, şöyle diyordu:
“Sevgili arkadaşlarım,
Benim 60. yaş günümü kutlama düşüncesi ilk kaz Fakir Baykurt Hoca’dan geldiğinde, ortada kutlanmaya değer bir şey görmediğimi belirterek anılmaya layık bir varlık gösterebilirsem 70. yaş günümü kutlarız deyip o yıla değin mühlet almıştım kendisinden; o da istemeye istemeye razı olmuştu. Ne var ki ikinci bir önerinin sahibi olan çok sevgili dostum Muzaffer İlhan Erdost’un direnişini, ne yaptımsa kıramadım. Bugünkü toplantı, onun inatçılığının bir sonucudur. Sizler, bir zahmete katlanırken ben de apansız yakalanmış olmaktan korkuyorum.
Bu toplantıyı düzenleyenlere, konuşmacılara ve sizlere sonsuz teşekkür borçluyum.
Benim öykümü az buçuk biliyorsunuz; düşüncelerimin de yabancısı değilsiniz, özetlemem gerekirse, şöyle diyeceğim: Biz toplum olarak, iki yüzyıla yakın bir süredir, bir ‘aydınlanma’yı yaşıyoruz; Batı aydınlanmasından hayli gecikerek gelip girdiğimiz bir süreç bu. Aydınlanma, yeni doğa, toplum ve insan üstüne ne varsa, 'aklın mahkemesinin önüne çıkarılması; akla ve bilime uygun olanın aklanması, olmayanın mahkûm edilmesi. Akıl ve bilim, zaten bu ikisinin yol göstericiliğidir geçerli olan ve gerçeklere götüren. Bütün bir aydınlanma hareketimizin yöneldiği bir toplum ülküsü de var: Bağımsız, demokratik ve laik bir toplum kurmanın kavgasını veriyoruz biz. Bağımsızlık ülkümüzün temelinde, emperyalizme karşı çıkarak ulusal bir toplum yaratmak var, bu toplum, bütün düşüncelere kapılarını açık tutarken din de yalnız ve yalnız vicdanlarda kalacak; devlet, şu ya da bu dinin ya da mezhebin emrinde olamaz; hiçbir din ya da mezhebin ayrıcalığı da yoktur bu toplumda. Birey, istediği gibi düşünüp atanacak, toplum ve devlet de istediği gibi örgütlenecektir. Bunun sonucu olarak laiklik, özgürlüğünün ve demokrasinin bir güvencesidir; onun savunucuları olmuş ve bugün de varsa şu ya da bu sisteme sıradan bir öykünmenin sonucu değil, yaşam dayattığı içindir ve önemli olan da yaşamdır.
İşte düşündüklerim!
Bir altmış yılın sonunda, işte gelip vardığım menzil!
Bütün kitaplarım, yazdıklarım çizdiklerim, bu ana düşüncenin çevresinde dönüp dolanmaktadır. Bizim için asıl kurtuluş mesajını bunda gördüğümden, büyük bir inatla sürdürmekteyim bu görüşümü. Yalnızda değilim; bir mutluluğum da odur kİ, bu düşünceyi, benden çok daha güçlü ve etkili olarak işleyip yayan aydınlarımız var toplumda.
Ben, aydınlığın değirmenine -karınca kararınca- su taşımaktayım sadece..."
Tanilli’nin iletisini toplantıda İHD Genel Yazmanı Akın Birdal okudu. İletide söylediklerinin kalanını gelecek yazıda vereceğim. 12 Eylül’de yara alan, özgürlüğün, demokrasinin güvencesi olan laiklik, günümüzde ‘tapınma özgürlüğü’ anlamına kullanılıyor. Kamu kuruluşlarında, kimi bakanlıklarda, ramazan dolayısıyla, öğle yemekleri kaldırılmış. Memurlar, 'sürülürüz' korkusuyla oruçlu olmadıkları halde oruçlu gözükme zorunda bırakılmaktalar. Sağlık Bakanlığı’nda öğle yemekleri personele, 'kumanya' olarak veriliyor. Bin lira karşılığında üç tane sigara böreği… Kumanya alanlar da adlarını yazdırıyorlar: Yer misin, yemez misin? Laiklik açısından, 12 Eylül’ün yaptığı kötülük, kaleme gelecek şeylerden değil. 12 Eylül’ün izleri, öyle güdük aflarla silinemez!