12 Eylül İşkenceleri...

Bugün 12 Eylül, 12 Eylül olayının yıldönümü. Sözü uzatmadan; bir 12 Eylül işkencesini yansıtmak istiyorum; işkence olayını anlatan bir bayan; onun da, işkence görenin de adlarını açıklamayacağım, bende kalacak. 0lay, Ankara’da Emniyet'in arkasındaki “DAL" diye anılan yerde geçer, çokluk. Anlatıyor:

Altmış gün kaldım ben “DAL” da. Bizimkiler daha uzun süre kaldı. İstanbul 'dan alındıktan sonra Ankara ’ya uçakla götürüldük; ani bir operasyonla aldılar; askeri bir uçakla Ankara’ya sevk edildik.

Kaç kişiydiniz?

Gözlerimiz bağlıydı, onun sayısını bilmiyorum, ama sekiz-on kişi... Eşlerimizle falan, evlerimizde otururken gelip götürüyorlar, gözleriniz bağlı, nereye götürüldüğünüzü bilmiyorsunuz. Ankara 'da “DAL" deniyor, Emniyet'in arkasında garajdan bozma bir yer. Yerin altına iniliyor, geniş bir koridor, bir yanda sıra sıra hücreler, öbür yanda da işkence odaları sanıyorum, daha önceleri hepsi doluymuş. Ankara'da çeşitli operasyonlarda bir sürü insanları almışlar, koymuşlar...

Siz ne zaman alındınız? 12 Eylül...

Yok, biz 1981'in ocak ayı gibi. 12 Eylül'den sonra...

Doluymuş orası daha önce, ama bizim geleceğimizi haber alınca, bütün hücreleri boşaltmışlar, herkesi koridora yığmışlar. Koridor tıklım tıklım olmuş; hücreler bomboş. Bizi tek tek koydular, bir aralıkla. Bir hücreyi boş bırakıp bir hücreye teker teker koyuyorlar. Her neyse, kapılara filan da yazmışlar “………..” diye. Tabii, bizim için değil de, bizimkiler için yazılıyor onlar. Bayanlar bir yerde, şey olarak önem taşımıyor, esas bizimkiler...

Onlar mı asıl?..

Ama, biz zaten siyasal yaşam içinde öyle bir etkinliğimiz olmadığı için... Bizler de sıradan insanlarız yani aslında...

Yetkili filan değilsiniz?

Elbette, elbette... Arkadaşlarımızın adlarını kapılara yazmışlar. “……….”, “…….." Bu da, o dışarıda toplanan, koridorda ayakta gözleri bağlı kitle üzerinde etki yaratmak amacıyla. Koridor tıklım tıklım. Moral yönünden, “liderlerinizi yakaladık" diye. Çoğu da inanmamış buna zaten, inanmıyorlar, “Olamaz” diyorlar, “Onlar yakalanamaz, mümkün değil!"

Sonra?

Neyse, tabii sonuçta görüyorlar ki gerçek. Taş hücrelerde, hücreler karanlık; dışarıdan soyutlanmış durumda. Bir süre sonra bizimkiler yoğun işkencelerden geçti. Bu süre içinde onlara çok yüklendiler. Daha sonraları, bizleri 2-3 bayan bir araya koydular. Küçük hücreler, ama dört kişi falan kalabiliyorsunuz.

Ranzalı mı?

Hayır, ranza falan yok! Çırılçıplak, kapkaranlık bir yer. Orada öyle şeyler yok, hiçbir şey yok. Taş, paltonuzun üzerinde uyuyorsunuz 60 gün boyunca. Benim kabanım vardı yün, onun üzerinde uyudum!

Banyo manyo yapmak yok!

-Hayır, hayır hiçbir şey...

Leş gibi olur insan!

Öyle oluyor zaten, bitleniyor insanlar. Korkunç bir yer orası.

Birçok şey okuduk ama, “DAL”da malda diye.

Neyse ben bütün ayrıntıları anlatamam, bir-iki şey anlatabilirim, oradaki bütün insanların da gözlen önünde olan şeyler çünkü. Orada zaman kavramı yok olduğu için olaylar birbiriyle karışıp sıra bile değiştirebiliyor. Bir polis geldi. 3-4 bayan arkadaşımla birlikte kaldığım hücreden beni çağırdı. Artık o kaçıncı gündeydi, bilmiyoruz. Zaten zaman kavramını yitirmişiz.

Sivil polis?

Orada işkenceciler var; yani biz onların yüzünü falan göremiyoruz. Çünkü, gözümüz bağlanmadan dışarı çıkarılmıyoruz.

Kelepçe filan yok.

Yok, ama dışarı çıkınca takarlar, örneğin sayrıevine götürecekler, o zaman takıyorlar. Ama onlarla yüz yüze gelmeniz çok zor. Çünkü, hücrenizden çıkmadan önce gözünüzü bağlıyorlar sizin. Arkanızı döndürüyorlar, onların yüzünü görmenizi istemiyorlar yani. Çok korkunç şeyler yaptıktan için... Çağırdılar, bizimle ilgili hücreye, “üniversiteliler hücresi" diyorlardı. Biz, üniversitede okuyan birkaç bayan arkadaş. Diğer halktan gelenlere daha farklı tavırlar; hep böyle garip garip şeyler... Neyse, beni aldılar 19 numaralı hücreden. 4 numaralı hücreye götürdüler. Hiçbir şey anlamıyorum, ne oluyor diye. Bana, “Burada eşin fenalaştı biraz, getirdik, buraya yatırdık, sen ona su falan içir!" diye.

Baktım, orası biraz daha geniş bir hücre, ama işte bir masanın iki katı kadar bir hücre. Orada bir köşede yatak gibi, ilkel bir şey. Onu (eşimi) oraya yatırmışlar. Girdim ben, tabii karanlıkta ama...

Gözünü açtılar!

Orada gözümü açtılar, ama yine ben adamı görmüyorum. Zaten kapatıyor kendisini görmeyeyim diye. İçeriye su filan verdiler, “……….”un durumu çok kötü diye. İşkenceden sonra kötüledi diye paniğe kapılmışlar, kötüleşmiş çünkü. Girdim baktım, çok kötü görünüyor...

Ne gördünüz orada?

Bir kez, kulağının biri özellikle çok akıyor. O kulağından sürekli su akıyor. Sonra, kendinde değil, baygın durumda. Bilinci biraz var, bana bazı şeyler söyleyebiliyor, diyor ki: “Belki öldürebilirler beni, ama bir şev söylemiyorum onlara!” Bunları bana söyleyebiliyor. İşkencede direniyor belli ki...