10 Kasım Söyleşileri...

Falih Rıfkı Atay'la, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Mustafa Kemal'in yaşamöyküsünü yazmayı düşünürler; o yıllar, Avrupa’da, Amerika’da, yazarlar ün yapmış devlet büyüklerinin yaşam öykülerini yazmakta, bunlar da çeşitli dillere çevrilerek, dünyaya yayılmakta...
Bir akşam, danslı bir eğlenceden döndükten sonra, o akşamın sabahında, Falih Rıfkı, Atatürk'e düşüncesini açar, yaşam öyküsünü yazmak istediklerini söyler. Mustafa Kemal sorar:
Dün akşamı da yazacak mısın?
Hayır, der Falih Rıfkı, o sizin özel yaşamınız. Onlar yazılmaz... Atatürk, şöyle der:
Fakat o yazılmadan, ben anlaşılmam ki...
Yalçın küçük, “Aydın Üzerine Tezler” yapıtında, Falih Rıfkı'yı, "Çankaya yaranı" arasında sayar. Alemdar Mustafa Paşa’nın "Rusçuk yaranı"ndan esinlenerek kullanır bu "Çankaya yaranı" deyimini. "Çankaya yaranı" Falih Rıfkı, “Çankaya" adlı yapıtında, ayakları yerde, insan Mustafa Kemal'i anlatır. Güzel anlatır...
Çarşamba günkü "Ankara Notları"nda, yayımladığım Prof. Coşkun Üçok'un konuşması, geniş yankılar yaptı. Orada, Prof. Hüsnü Göksel'in konuşmasına da yer vereceğimi belirtmiştim. Ancak daha önce, Prof. Erdal İnönü'nün konuşmasının bir bölümüne de yer vereceğim. Toplantı, "Ses" sinemasındaydı. SODEP, Çankaya ilçesi düzenlemişti. Toplantıyı, Prof. Türkân Akyol yönetiyordu, ilkin, Çankaya İlçe Başkanı Yaşar Çatak, bir sunuş konuşması yaptı. Daha sonra Erdal İnönü, Prof. Suat Sinanoğlu, Prof. Hüsnü Göksel, Prof. Coşkun Üçok, Prof. Şerafettin Turan konuştular. Salon tıklım tıklım. Açış konuşmasını yapan Erdal İnönü, konuşmasının bir yerinde özetle şunları söyledi:
"Atatürk'ü kaybettikten sonra, başta İsmet İnönü olmak üzere, sonra gelen Devlet Başkanları ve Cumhurbaşkanları dönemlerinde Atatürk’e saygı devam etti. Fakat toplumumuz başka girişimlere de geçti. Demokrasiye, çok partili rejime geçtik. Benim anlayışıma göre, ki bu anlayışım da yetişmiş olduğum koşulların sonucudur, demokrasiye, çok partili rejime geçişimiz, Atatürk devrimlerinin son aşamasıydı. Atatürk devrimlerinin doğal bir sonucu idi. Bundan sonraki toplumsal gelişmelerimizde demokrasinin zaman zaman zaaflara düştüğünü, toplumumuzun hedeflerini şaşırdığını veya bu izlenimi doğurduğunu gördük. Ve her bunalımda, yeniden toparlanmak ve yeniden hedeflerimizi bulmak için Atatürk ilkelerine, Atatürk'ün söylevlerine, konuşmalarına döndük. Benzeri olayı son defa 12 Eylül'de yaşadık. Ve tekrar hedefimizi doğru saptamak için Atatürk'ü çağdaş yorumlama güncel konu haline geldi. Çağdaş yorumdan maksat, onun hayatta olduğu dönemdeki düşünce ortamıyla, bugünkü ortam arasındaki ilişkileri bulmaktır. Bu açıdan ben, Atatürk'ün Onuncu Yıl Söylevi’ne döneceğim; Atatürk bu söylevinde, Türk toplumu için hedefleri koymuştur: "Yurdumuzu dünyanın an mamur, an medeni devletleri seviyesine çıkaracağız; milletimizi en geniş refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız."
Bu üç cümlede Atatürk, Türk toplumunun hedeflerini göstermiş oluyor. Bu hedefler, yalnız maddi refah değil ve yalnız manevi ilerleme de değil, ikisini de bir arada söylüyor ve ikisini bir arada çok belirli bir şekilde söylüyor. Son cümle, "Milli kültürümüzü muasır (çağdaş), medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız"... Yanılmıyorsam, son yıllarda herkes bu cümleyi Atatürk'ün söylediğinden farklı bir şekilde söylüyor ve "Türkiye'yi muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız" veya "o seviyeye eriştireceğiz" diyor. Atatürk, öyle demiyor. O, "Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız" diyor. Konu, teknoloji transferi yoluyla medeniyet yükselmesi değil; çünkü bu yükselme, milli kültürü yükseltme anlamına gelmez; milli kültürü yükseltmek, medeniyetimize kaynak olan geçmiş varlığımızı, yaşamımızı ileri götürmek, ilmimizi, sanatımızı, teknolojimizi her şeyimizi ileri götürmek anlamına gelir..."
Erdal Bey, sözlerinin burasında, salondaki gençlere dönüp "Bu gösterilen hedeflere doğru çalışmak gerekir" diye ekledi.
Prof. Hüsnü Göksel, konuşmasına şöyle başladı:
"Atatürk büyük asker, büyük devlet adamı, büyük önder olarak tarihe geçmiştir. Ben ne askerim, ne tarihçiyim, ne de devlet adamı. Bu nedenle Atatürk konusuna bakışım bilimsel nitelik taşımaz."
Hüsnü Göksel, şöyle sürdürdü konuşmasını:
"Doğanın bir yasası vardır: ölenle ölünmez. Evet, ölenle ölünmez, ama ölenle de yaşanmaz, ölenin ölüsü ile değil, dirisi ile yaşanır, ölen ne denli sevilirse sevilsin, acı küllenir ve bir gün gelir, ölümüyle değil, yaşamı ile yaşar. Onun Dolmabahçe'den Etnografya Müzesi’ne gidişinde olduğu gibi yıllar sonra Etnografya Müzesi'nden Anıtkabir'e gidişinde de görevli olarak birlikte oldum. Bu doğa yasasının Atatürk için de geçerli olduğunu gözlerimle gördüm.
Atatürk kişi olarak ölmüştür. Onun ölüm gününü 46 yıl sonra hâlâ yas günü yapamayız. Atatürk bugün, Türk ulusu için ölümüne ağlanacak, ölüm gününde yaslara bürünülecek kişi değil, en gerekli olduğu bir zaman dilimi içinde var oluşuna bayram edeceğimiz bir insandır. Atatürk için yas tutma günleri çoktan geçti."
Atatürkçülük, gerçek Atatürkçülük, "Atatürk olayı” içinde aranmalıdır.