1 Mayıs Yazıları...

İstanbul'a, “Barış Derneği" duruşmasını izlemeye gittim ya, amacım oradan da Çatalca'ya gidip 1 Mayısta Aziz Nesin’le, oraya gelenlerle yemek yemekti. Olmadı. Uğur Mumcu'nun annesinin ölümü haberi o gün geldi. Duruşmayı izledikten sonra izime Ankara'ya döndüm. Uçakta Hasan Cemal’le birlikteydik. Oktay Akbal, Oktay Kurtböke, Ali Sirmen ertesi günü geldiler Ankara'ya.
Uğur'un annesi Nadire Mumcu, yemeklerini yediğim, borçlu olduğum bir anaydı. Çoluk çocuk, Ayvalık'ta idareciler Derneği’nin kampına yazlığa gittiğimizde, o on beş gün içinde Nadire Hanım, ne yapar eder, bizi yemeğe çağırırdı.
Biz kamptayız burada, yemeğimiz var! desem de ııhh..
Ev yemeği yiyin bir, demek isterdi. Gün görmüş kadın.
Uğur anlattı, son sözü Cumhuriyet Gazetesi istemek olmuş. Ölüm yatağında "Barış Derneği Davası”nı sormuş. Çok da şakacı, çevresini kırıp geçiren biriymiş. Bir Kuvayi Milliyeci kızı. Babası İbrahim Etem Bey, yargıçmış. Osmanlı'nın son döneminde Kürt Mustafa Divanı'na yargıç olarak atandığında, o gün istifasını verip ayrılmış. Anadolu'ya silah kaçırmalarda çalışmış. Mustafa Kemal, onu, ilkin Kırşehir Savcılığı’na getirmiş, daha sonra Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olmuş. Hukuk doktorası vermiş.
Maltepe çok kalabalıktı. Başsağlığı dilerken, Ceyhan Mumcu’nun eşi Naciye Mumcu:
Sizi çok severdi, ilk sizi okurdu! Dedi. Beyhan Mumcu da oradaydı, çok üzgündü. Nadire Hanım, benim ortaokuldan arkadaşım Muammer Gökkaya'nın da teyzesi olurmuş, onu Uğur'dan öğrenmiştim. Muammer, askeri doktor ya çıkmıştı, ya çıkmak üzereydi. Ankara'da Gölbaşı’nda bir kazada öldü. Kardeşi Ekrem Gökkaya gelmişti teyzesinin cenazesine. Orada konuştuk. Nadire Mumcu, 1 Mayısı göremedi...
Uğur, annesinin öldüğü gün de toprağa verildiği gün de yazılarını aksatmadı, yazdı. Bunu hep gazeteciliğin, sanatçılığın bir dramı gibi düşünürdüm. İlhan Selçuk:
Annem, sayrıevinde ölüm döşeğindeyken, bir köşeye çekilip yazımı yazıyordum... dedi. Ekledi: Hem öylesi iyidir, insan acısını paylaşmış olur. Aksi halde bunalıma girer.
Anam derdi, babam öldüğünde:
Analar, babalar ölegelmişler!
Bizler de ana baba sınıfına girmiştik artık. Kim bilir ne zaman?
SHP Genel Merkezi, 1 Mayıs toplantılarını kaldırınca tepem attı, hemen Hinthorozu Erdal Bey'i aradım. Doğru olup olmadığını sordum. Doğruydu. İçimden:
Hinthorozluğunu yitiriyor mu acaba? diye geçirdim. Böyle şey olur mu? 12 Eylül’ün bir yasağı, tereyağından kıl çeker gibi kalkacakken, “Aman ne derler?" diye yılmanın ne gereği vardı?
12 Eylülcüler asker, onlar buyruk alıp buyruk vermeye alışmışlardır. Demokrasilerde, sivil yaşamda öyle mi ya? Tüm dünyada 1 Mayıs kutlanırken. Türkiye'de kutlamamak ne demek?
Cumhuriyet'e 1 Mayıs 1975’te girmiştim. 1 Mayısta gönlümden iki bayramı birden kutladım. Geçmiş yıllarda yazdığım "Ankara Notları"na şöyle bir baktım. Unutulup gitmiştir, diye bir ikisinden, bir iki bölümü aktarmak istedim.
1977'de İstanbul'da Taksim’de 1 Mayıs kutlanırken, kutlayanlar saldırıya uğramışlar, 34 kişi ölmüştü. 5 Mayıs günü "Ankara Notları", "1 Mayıs Üzerine...” başlığıyla çıktı. Sonu şöyle bitiyordu:
“…Ölenlerden bir Bayram Çıtak’ı tanıdım. Bir bayramda minicik oğluyla birlikte bize gelmişlerdi. Yiğit bir solcuydu. Ama, hiçbir zaman İstanbul'daki 1 Mayıs bayramına ölümü göze alarak gittiğini düşünmedim. Kimse bir bayrama ölümü göze alarak gitmez! Minik oğlu yoksulluğun, perişanlığın simgesiydi sanki. Adı Mete'ydi. Mete de iki küçük kardeşi de yetim kaldılar, öksüz kaldılar işte! Anneleri devlet kapısında çalışmıyordu. Bir Bayram'ın eline bakıyorlardı. Gazetelerde çıkan ölü fotoğraflarında göğsünden kurşun yemiş kıvırcık biri var, o Bayram Çıtak işte! İstanbul'da Taksim alanında İntercontinental Oteli'ne doğru kaçarken vurulmuş. Arkadaşları öyle dediler. İstanbul'u belki ilk kez görüyordu. Nerden görecek, Sulakyurt'tan Kızılcahamam'a sürgün ilkokul öğretmeni Bayram Çıtak!
Cumhuriyet okuruydu. Kapıcı Ziya'nın abisiyle birlikte gelmişlerdi bayramda.
Sormak geçiyor içimden: 1 Mayıs bayramına güle oynaya giden öğretmen Bayram'ın kim bakacak eşine, çocuklarına? Genç yaşında ölen Bayramlar'ın kanını kim ödeyecek? Bilinçli bir aydın kolay mı yetişir? Ne olacak şimdi? Ne olur, verin yanıtını kafanızda.
Biliyorum, ölenlerin tümüyle bir akrabadan daha yakındım. Okurlarla aramızda öylesine bir bağ, bir yakınlık vardır. Hepimizin kardeşleri, yakınlarıydı onlar.
Taksim’e gelenlerden kimileri de Taksim alanında toplaşanları bayram havasında görünce çok şaşırmışlar:
Bir baktık ki, davullar, zurnalar. Sanki oraya pikniğe gelmişler!
Eee, ya niye geleceklerdi? Allı, morlu giysilerle, kucaklarında çocuklarıyla elbette 1 Mayısı kutlayacaklardı. Bayram Çıtaklar da savaşa filan değil, bayrama gitmişlerdi, bayrama!
İstanbul'a gidip dönenlerden biri de şöyle dedi:
Böyle bir olayı düşümde yaşasam inanmazdım. Anlatılacak gibi değil! Yerlerde sokak sokak süründük! Jandarma, polis bizi Gümüşsuyu'na doğru sürdü, oradan kaçarak canımızı kurtardık!"
1978'in 1 Mayısı olaysız geçti. 24 Nisan 1978 günlü "Ankara Notları" Baştürk'ün başında bulunduğu Genel-İş Sendikasının 7. Genel Kurul toplantısına ayrılmıştı. Başlığı “Halk Böyle Böyle Uyanıyor…”. Toplantıda, Ruhi Su Korosu'ndan türküler söylenmişti. Eski türküler günümüze uyarlanmıştı. Birkaçı şöyle:
"Annem ben, yetiştirdi, halkı uyandır dedi/Yoksul halkı, emekçiyi kaldır, uyandır dedi/Uyandır ki uymasın, o hainin iğvasına/Sahip olsun hem kendine hem kendi davasına/Bu kavga halkın kavgası, halkı uyandır dedi/Yoksul halkı emekçiyi kaldır uyandır dedi."
Bir başka türküden:
"Kıyamet dedikleri ha koptu ha kopacak/Yoksuldan halktan yana bir dünya kurulacak/Görmüşler ileriyi atalarımız demek/Herkese yeter dünya, herkese yeter ekmek."
Türküler 1 Mayıs türküsüyle sona erdi:
"1 Mayıs. 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı,/Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkın bayramı..."
Yazı şöyle bitiyordu:
"Alanlarda da kutlansa, gerektiğinde gönülde de kutlansa, uyanmakta halk olup bitenleri göre göre...”
1978 Nisanında Tanilli vurulmuştu. 1978'de "Ankara Notları” "1 Mayıs’ta Tanilli..." başlığını taşıyordu. Tanilli, "Uygarlık Tarihi" nedeniyle yargılandığı OGM'de sözlerinin sonunda şöyle diyor:
"…Çağına ve topluma karşı görevini yerine getirmiş bir hocanın huzuru içindeyim şu anda. Yazdıklarım yazılması gereken şeylerdi. Bugün yazmaya kalksam -en azından- aynı şeyleri yazardım.. İnsanım, hayatta dönebileceğim şeyler olabilir. Ama entelektüel şeref ve haysiyetimden -ölüm pahasına da olsa- dönemem. Atilla İlhan'ın o yeni ve unutulmaz şiirlerinden birinin son mısraları geliyor aklıma: ‘O sözler kalbimizin üstünde/Dolu bir tabanca gibi/Ölüp ölesiye taşırız/O sözler ki, bir kez çıkmıştır ağzımızdan/Uğrunda asılırız.'"
Can Yücel’in 15 nisanda çıkan ne güzel bir şiiri vardı Tanilli'yle ilgili. Şöyle diyordu Can Yücel şiirinin sonunda Tanilli'ye:
"1 Mayıs'ta Taksim'e yetişmeye bak/Taksim'de birleşmeye birleşmeye.../Bekliyoruz ha, gecikmece yok..."
Bugün 1 Mayıs, kimi alanlarda, kimi gönlünde kutlayacak bugünü. Ölenleri, bugün için yatalak kalmışları unutmadan. Veee, faşizmin oyunlarına gelmeden kutlayacak." (Cumhuriyet, 1 Mayıs 1978)