İsmet Paşa Anıları...

Bana bir mektubu vardı, daktilo ile yazılmış; iki yerini el yazısıyla düzeltmiş. Çok değerli bir anıydı benim için. 1961'de yayınevim, "Düşün Yayınevi” yandığı zaman yandı. O yangında her şey yandı. Şimdiki paraya vurursak, yarım milyarlık kitap yandı. Bu yangında, iki mektubun yanmasına çok üzüldüm. Biri, Muhsin Ertuğrul'un mektubu, biri de İsmet Paşa’nın mektubu. Onlar benim için çok değerliydi..
Aziz Nesin, böyle diyordu. İsmet Paşa'yla hiç yüz yüze gelip konuşmamıştı. Ancak ilginç anıları vardı paşayla ilgili. Anılarından biri de şöyleydi: 1940'lı yıllarda Marko Paşa'yı çıkardıkları zaman, bir subay gelir Aziz Nesin’e, ordu karargâhında çalışıyor subay, şöyle der:
İsmet Paşa'nın emriyle bir yazı geldi, Aziz Nesin'in tutuklanmasını emreden.. Böyle bir şey, onu Aziz Nesin'e bildirir gider.
Aziz Nesin, gerçekten birkaç gün sonra tutuklanır. Aziz Nesin anlatıyor:
İsmet Paşa sonra öyle bir hale geldi ki, Demokratlar, "asılması lazım” diye saldırdıkları sırada, 1950’de, İsmet Paşa'yı Sirkeci'de tek başına yayan giderken gördüm. Böyle, arkasından seyrettim. Korkunç bir olaydı, 1950'lerin başında. Bir de İsmet Paşa'yı vapurda gördüm güvertede, herhangi bir yolcu gibi.. Bak, bir olay daha var; Ulus Gazetesi'nde yazı yazıyordum, Aziz Nesin diye değil, başka imzalarla. CHP’nin gericilerinden bazıları Paşa’ya demişler ki:
Efendim, bu nasıl olur? Aziz Nesin Ulus'ta yazı yazıyor demişler...
Yahu, ne demek "Ulus'ta yazı yazıyor;” ne yazıyor ona bakın. Ne yazıyor bu adam? Bırakın yazsın;
Benim için İsmet Paşa'nın en önemli yanı, dedi Aziz Nesin, kendisini sürekli değiştirebilmiş olmasıdır. Hiçbir zaman tutucu olmadı. Çok ileriye doğru sürekli değişti. Son bir yılını saymazsak ki, onu yaşlılık hastalığı saymak gerekiyor, tarih de onu öyle saymalıdır. O sürekli kendini ileriye doğru değiştirmiş bir adamdı. Eğer ömrü vefa edip de daha 5-10 yıl sağlıklı olarak yaşasaydı, benden çok daha ilerici, devrimci olacağına inanıyorum...
İlhami Soysal, geçen yıl Milliyet’te, İnönü'nün çalışma arkadaşlarıyla konuşmaları yayımladı. İlhami, Necdet Uğur'a, ilginç bir soru yöneltmişti. "İnönü, yakın dostlarının kendisini eleştirenlerle konuşmalarını nasıl karşılardı?” Böyle bir soru. Necdet Uğur'a, aynı soruyu yönelterek, bunu biraz açmasını istedim. Şöyle karşılık verdi:
“Basında, üniversite ve politikada birçok eski tanıdık ve dostlarım vardır. Bunlardan kimileri, İnönü'yü zaman zaman acı bir dille eleştirirlerdi. Politikada olanlardan da kendisine açıktan cephe alanlar vardı..
Politikada insanlar, çoğu kez birbirlerine düşman oldukları için karşı karşıya gelmezler. Onları karşı karşıya getiren ya değişik düşüncede olmaları, ya da politikada ağır basmak, yarışta geri kalmamak istemeleridir. Bu nedenledir ki, koşullar değişip yeni bir politik ortam oluştuğunda karşı karşıya olanlar yan yana, yan yana olanlar karşı karşıya gelebilirler. Eğer yarışma sırasında kural dışına çıkıp, sözü ayağa düşürmemişlerse.
Politikada kalıcı olanlar, ne haksızlığa uğrarlarsa uğrasınlar, belli bir düzeyin altına hiç düşmeyenler arasından çıkıyor.
Bir akşam, İnönü, ile konuşurken, söz kendisine yapılan eleştirilere geldi: Canı yanmıştı, eleştirilerin haksızlığını anlatıyor, eleştiri yapanların haksızlığından yakınıyordu. Tesadüf bu ya, o akşam kendisine gelirken yolda, aralarında İnönü'nün yakındıkları olan arkadaşlarıma rastlamış, istekleri üzerine bir süre onların sofrasında kaldıktan sonra İnönü'ye gitmiştim.
Kendisini dinliyor, arkadaşlarımı düşünüyordum. Sıra bana gelince, kendisini eleştirenlerin arasında, arkadaşlarımın da olduğunu, onlarla ilişkilerimi sürdürdüğümü söyledim. Bana şöyle yanıt verdi:
Ben bir arkadaşımın beni eleştirenlerle konuşmasından, onlarla ilişkilerini sürdürmesinden rahatsız olmam. Bilâkis memnun olurum. Kendimi emniyette hissederim. Güven duyarım…"