Seksen Beşe Doğru...

Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'na, “Türk Hukuk Kurumu"nca verilen “Hukuk Devleti Savaşçılığı Onur Ödülü" töreni, geçen hafta pazar günü yapıldı. Hem törene, hem de bir gün önce "Ev- rensel"deki imza gününe, Çorum eski milletvekillerinden, SODEP MKYK üyesi Cahit Angın da gelmişti. Cahit Angın, bir ilkokul öğrencisiyken, 1940'lı yıllarda Velidedeoğlu'nu tanımıştı. Şöyle dedi:
Efendim, 42 yıl önce, Çorum 'un Kılıçören köyüne gezmeye gelmiştiniz. Sizi o zaman tanıdım...
Anımsadım, dedi Velidedeoğlu, Behçet Eyüboğlu'yla birlikte gelmiştik, köyünüzü gezmeye...
Kılıçören köyünün havasına, suyuna diyecek yoktu. Cahit Angın'ın annesi, o, sekizindeyken ölmüştü, Anğın da Çorum da ilkokul beşinci sınıfı okuyor, yazın Feride ninesinin yanına gidiyordu. Onu çok seviyordu. Kılıçören köyü annesinin köyüydü. Cahit Angın'ın o zamandan belleğinde kalan Hıfzı Bey'in, güzel sesiyle söylediği türküydü. Türkü şuydu:
"Turnalar uçun/ Yayladan geçin/ Yarimi seçin/Turnalar."
Genç üniversite hocasının, böyle türkü söylemesi, Cahit Angın'ı şaşırtmıştı. Üniversite hocası da türkü söyler miydi?
Evrenselden İrfan Pınarbaşı, üçümüzün fotoğrafını çekmeye çalışıyordu. Velidedeoğlu:
Haydi bakalım, üç köylü bir araya geldik, çek resmimizi! diyordu.
Cahit Angın'ın Velidedeoğlu'yla bir anısı daha vardı; onu Velidedeoğlu’na anlatmadı. O da şöyleydi:
Cahit Angın, Çorum'da CHP Gençlik Kolları Başkanı'yken, iki Çorumlu, Velidedeoğlu'yla Bahri Savcı, 1961 Anayasası oylaması öncesinde, anayasayı tanıtmaya gelmişlerdi. Köyleri de dolaşıyorlardı. Çorum'da Yedi Sekiz Hasan Paşa'nın yaptırdığı saat kulesinin önünde yapılan toplantıda Velidedeoğlu. Çorumluların anayasa’ya “Evet" demelerini istemiş, şöyle konuşmuştu:
Bir senatör olmak için gelirsem, “bana oy verin " dersem, vermeyin, ama bu anayasaya “Evet" deyin...
Çorum'dan ise, 1961 Anayasası'na çokluk "kırmızı'' oy çıkmıştı. Çorumlular, bir şey ne denli güzel de olsa, tepeden inme istemiyorlardı.
Velidedeoğlu'na onur ödülü törenini anlatıyordum: Velidedeoğlu törendeki konuşmasının bir yerinde şunları söyledi:
Anayasa’nın 125'inci maddesinin birinci fıkrası "idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır" kuralını koymuştur. Yasama organının tasarrufları da bazı kayıt ve koşullarla Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Gerek bunun, gerekse şimdi okuduğum 125. maddedeki kuralın hukuk devleti kavramı açısından taşıdığı önem büyüktür. Gerçi maddenin öteki fıkralarında bazı ayrıklar, koşullar ve kısıtlamalar konulmuşsa da; icranın yargısal denetimi konusundaki temel ilke, okuduğum birinci fıkradaki kuraldadır. Ancak bütün sorun bu anayasal kuralın kâğıt üzerinde kalıp kalmadığı, kalmayacağıdır. Türkiye'mizde birçok güzel kuralın, kitaptaki yasa maddelerinin matbaa harfleri çerçevesini aşıp bir türlü uygulama alanına geçemediğinin pek çok örneği vardır. Bunu olağanüstü durumlara veya sıkıyönetime bağlamak olanaksızdır. Çünkü sıkıyönetim, bir mutlak istibdat ve keyfilik yönetimi değil; yetkisi yasalarla belirlenip sınırlanmış anayasal bir kurumdur ve bu kimliğiyle de anayasal kurallara uymak zorundadır...
Toplantıda güzel konuşmalar yapıldı. Muammer Aksoy, Kazım Yenice, Nahit Saçlıoğlu, Yekta Güngör Özden, Önder Sav, Sami Selçuk konuştular.
Yargıtay üyelerinden Dr. Sami Selçuk özetle şöyle dedi:
Hukuk, toplum yaşamını, adalet örneğine göre yaptırımlara bağlayan kurallar bağlamıdır. O yüzdendir ki, hukuk devletinde hukuk toplumsallaşmıştır. İnsanın gelişmesi için barışçı bir ortam yaratma ve özgürleştirme işlevini ve özgörevini yürütüyor demektir. Orada hukuk ve özgürlük yasalarla verilmez. Yasalarla güven altına alınırlar...
Önder Sav da, konuşmasının bir yerinde şunları söyledi:
İnsanlık tarihinin, Magna Carta'dan bu yana 870 yıldır sürdürdüğü “hukuk devleti" tartışması henüz tam anlamıyla sonuçlanmadı. Kâğıt üzerinde, anayasalarda yer alan hukuk devleti, "keyfi devlet”ten arındırılıp tam anlamıyla, yönetilenlere hukuk güveni sağlayan, insan hak ve özgürlüklerini toplumun huzur ve refahını sürekli rehber alan, hukukun üstünlüğüne saygı duyan devlet olabildi mi? Güçsüzleri, güçtüler arasında koruyarak gerçek eşitliği, sosyal adaleti ve böylece toplumsal dengeyi sağlayan sosyal hukuk devleti olabildi mi? Bu ve benzeri sorular, daha çok sorulacak, yanıtlan aranacak, tartışılacak...
Bunları aktarırken, 6 Aralık 1984 günü, arandığı için kendiliğinden emniyete gidip, orada 25 aralığa dek kalan “Öğretmen Dünyası" dergisinin sahibi Ayhan Sarıhan'ın anlattıklarını düşünüyordum. Hiç de iç açıcı şeyler değildi, sorgusu sırasında karşılaştığı işlemler. 19 gün içeride, kötü işlemlerle karşılaşarak, alıkonulan Ayhan Sarıhan, savcı karşısına bile çıkarılmadan salıverildi. Bu olayın üzerinde, Genelkurmay Başkanı Sayın Üruğ'un özellikle durmasını diliyorum. "Öğretmen Dünyası" dergisi, 1 ocak günü altıncı yaşına girişini, Sanat Kurumu'nda yapacağı bir törenle kutlayacak. Kanımca, Ayhan'ın başından geçenlere bakınca bu yıl tören oldukça buruk geçecek:
1985’e giderken, tüm yasadışılıkların, insan haklarına aykırı davranışların, eziyetlerin geride kalmasını dilerim. Düşüncenin suç olmaktan çıkmasını, insanın insanın kurdu olmaktan kurtulmasını, özgürlük, barış içinde bir ülke, bir dünya diledim. Tüm okurlara, bu geceyarısı girecekleri seksen beş yılı kutlu olsun!