Sisler Bulvarında...

Ali Yüce bir gün şöyle dedi:
Sen Ajda Pekkan’a benziyorsun!
Niyeymiş o?
Reklama çıkıyor ama daha çok kendi reklamını yapıyor! Ali Yüce'nin "Şiir Sıcağı" çıktı. Ali, onca para bulup buluşturup kendi bastırdı yapıtını. Fiyatı 400 TL. Kitabı bulamayanlar için adres: P.K. 60 Kızılay/Ankara. Ali'nin "Şiir Sıcağı" adlı şiiri şöyle:
"Bizim sıcağımız / Akdeniz sıcağı canım / Yunus Emre sıcağı / Pişirir ekmeğimizi yakmaz / Toprağımız halk toprağı / Kimseyi ekmeksiz bırakmaz,
Sizin ateşiniz / Moğol ateşi canım / Yakar ekmeğinizi pişirmez / Döşeğiniz kuş tüyü olsa / Gözünüze uyku girmez
Bizim yaylamız / Karacaoğlan yaylası canım / ördek boyunludurlar kızları / On dördüne basmadan / Ay olur yıldızları
Eğer bana inanmazsan / Antakya'ya geldiğinde /Dallrından salkım salkım / Aylar sarkan ağaca sor / Unutma canım
Bizim sıcağımız / Şiir sıcağı canım / Yunus Emre sıcağı / Pişirir Kerem’i yakmaz / Toprağımız halk toprağı / Kimseyi sevdasız bırakmaz"
Yüce kitabını armağan ederken “Sevgide / Bütün vitaminler vardır / Sevgiler yaz reçeteme / Sevdalar yaz doktor" diye yazmış.
Bu ayazda, Ali'nin dizeleriyle ısınıyor insan. Ali bir de muzip ki öyle de ince bir kişi, birini darıltırım diye ödü kopuyor. "Şiir Sıcağı "oda. "Sis Kent" başlıklı şiiri bana adamak istemiş. "Mustafa Ekmekçi'ye" diyecekmiş, beğenmem belki diye vazgeçmiş. Başkenti şiire döküyor. “Sis Kent" Ankaralıların, bu arada bir gazetecinin yaşamını, bunalımlarını anlatıyor. Şiirde “kara''da geçiyor ya, alınırım diye adamaktan çekinmiş olmalı.
"cadde asfalt yılan yassı kara / otobüs taksi dolmuş sel ırmak / ışık geçit yaya taşıt durak / kırmızı dur / sarı bekle / yeşil geç / koş yetiş hopla sıçra / tökezle düş kalk kaç kovala / tazı tavşan iş ekmek yakala
kış kara / yaz kara / güz kara / fotoğraf arap karbon kopya / çukur çanak is kurum duman / fren tünel pipo dev mağara / soba kalorifer kömür kurum / hava eksi, *sası, iş boğaz balgam / sağlık sultanlık hastane ölümevi / insan çoğul ağıl mağara boğul
bulvar gökdelen beton çelik cam / banka banker reklam afiş boya / vitrin noel çam ışık orman kar / kumaş giysi manken erkek dişi / beden bel kalça göğüs meme taş / lokanta pastane kız oğlan kahkaha / bira dondurma çekirdek öpüş çene / sinema tiyatro kokteyl şampanya
parlamento demokrasi si si si / tören mören yemin yasama yürütme / yargıç avukat dalgıç hukuk mukuk / okul diploma üniversite te te te/ sınav seçme ölçme biçme yazı-tura / tören şarkı türkü yandım çavuş / alo baldız donuyorum sıcaktan
bilim sanat yazın yazmayın /roman öykü çıra şiir şıra/kitap dergi gazete te te te / telem teleks daktilo karbon / tören görüntü gürültü teneke / dans bale müzik esinti ürperti / alo ne demek alo kız güzel mi / opera düğün gelin papatya gül / alo sağdıç bu kaçıncı gerdek / biz uçağı havada unutmuşuz."
Yıllar önce, bir süre hava trafiğinde çalışmıştım. Bir gece yarısı Yeşilköy’de bizim ekip nöbetçiyken; bir uçağı havada unutmuştuk. Herkes yatmış kestiriyordu. Kartlarda yazılı uçakların tümü inince ben de azıcık kestireyim dedim. Radyo mikrofonda bir ses:
İngilizce:
Alo alo, ben ne zaman ineceğim? Yarım saattir bekliyorum!
Sen kimsin?
Uçağın pilotu uçağın adını söyledi. Bir yabancı uçak; kartlarda adı inenlerin arasına karışmış! Uçak kalmış mı havada? Neyse, bozuntuya vermeden alçalmasını istedik. O da sonunda indi. Ali Yüce. "Sis Kent”in son dizesinde, kendisine anlattığım bu olaya değiniyor...
Ali Yüce'nin muzipliği biter mi? Bu yılbaşında yolladığı şiiri daha önce Varlık Dergisi'ne yollamış basmamışlar. "Düğünüme hoş geldiniz” başlıklı şiirin ilk bölümüyle son bölümü şöyle:
Antakya’ya girerken / Basma fistanlı bir kız gördüm / Eteği yerleri süpürür / Saçları hem kara hem uzun / Asi ırmağıyla birleşip / Akdeniz'e dökülür / Gemiciler aklınızda olsun Antakya 'ya girerken / Gelinlik bir kız gördüm / Kız dediğiniz bu mu / Yarısı keklik yarısı tay / Düğünüme hoş geldin dedem Ruhi Su / Eniştem Mustafa Ekmekçi / Amcam Oktay Akbal"
1985’in bu ilk "Ankara Notları"nda sisleri dağıtıcı bir şeyler yazmak istedim. Bizim mimar Necdet anlattı. Fındıklı'daki Güzel Sanatlar Akademisi’nde okurken, bir akşamüstü hocası Ahmet Hamdi Tanpınar'la birlikte Karaköy'e dek yürürler.
Tanpınar, Necdet'e şöyle der:
Dünyada en güzel iki koku nedir bilir misin?
Nedir hocam?
Fırından yeni çıkmış ekmeğin kokusu bir, hamamdan çıkmış kızın kokusu iki!
Ahmet Hamdi Tanpınar bekâr yaşadı.
Karaköy’e gelirler, vapur bekleyenlerin oluşturduğu kuyruk alabildiğine uzamış. Tanpınar, Necdet’e anlatır:
Bak kuyruk uzun, içinden “Haydi, dersin, şuradaki meyhaneye girip iki tek atayım, ikinci vapura binerim". İki tek atınca, ikinci vapur da kaçar! İşte bizim içkiye alışmamız bu trafik bozukluğundan...
Otobüs kuyrukları da Ankaralıları giderek akşamcı yapabilir.
…………………………………….
*Sası: Kötü koku