Dersler...

İnönü'nün doğumunun yüzüncü yılı sürüyor. O'na ilişkin anıları "Ankara Notları"nda sürdüreceğim. Çoğu yerde O, Atatürk’le birlikte anılacak...
Eski plancılardan Necat Erder'e İsmet Paşa'yı sormuştum; şöyle dedi:
Sayın ismet İnönü ile çok sayıda anım var; bunlardan birkaçını örnek olması için anlatabilirim: Bunlardan birincisi “devlet adamlığı”...
1960'lı yıllarda, Devlet Planlama Teşkilatı çalışmalarını sürdürürken, Başbakan olan İsmet İnönü, sürekli olarak çalışmaları izler. Bunu şu yöntemle yapar; her hafta pazartesileri öğleden sonra DPT’ye gelir, plancılarla birlikte çalışır. Bu çalışmalar yarım gün sürer. Burada önemli olan, İnönü'nün konuları öğrenmek için gösterdiği titizlik kadar, bu çalışmaların sürekliliği, özellikle hiçbirinin, bir ziyaretçi, bir telefon konuşması, ya da bir başka nedenle kesintiye uğramamış olması. Necat Erder, şöyle diyor
Ben, bürokrasideki yaşamımda, müdürden yukarı bir yöneticinin yarım saatlik bir randevusunu, bir saatlik toplantısını kesintisiz sürdürdüğünü çok az gördüm. İsmet İnönü'nün çalışmaya olan saygısı, devlet adamlığının küçük, fakat çok anlamlı bir örneğidir. Bunun karşıtı bir örneği, yakın yaşamımda, bir deneyimimde gösterebilirim: Çok yakın bir süre içinde önemli konumda bir yöneticimiz, beni görmek için çağırdı. Merak ettim, birlikte olduğumuz bir saat içinde ne kadar gerçek nitelikte görüşme yapabilmiştik? Girenler, çıkanlar, telefon görüşmeleri, kendisinin dışarıya çıkması, gelmesi... Toplam görüşmemiz, bunun içinde sekiz dakikaydı...
Koca bir öğleden sonrayı, plancılara ayıran İsmet Paşa’nın zamanı, bir saatte Necat Erder'e sekiz dakika ayırabilen, "önemli konumdaki” yöneticiden daha az değerli değildi: Necat Erder'in örneğini verdiği "önemli konumdaki" yöneticinin davranışı, “aşiret reisi" davranışı olsa gerek diye düşünüyorum...
Necat Erder, anlatmayı sürdürüyor:
İkinci örnek “yaşam boyu öğrenme" başlığıyla sunulabilir...
İnönü, planlama konuları kendisine anlatılırken, bir ara kulak kabartır: Kullanılan bazı terimlerin, kendi anladığından ayrı kullanıldığını görür.
Bana biraz anlatır mısınız? Der, ben “yatırım” deyince, demiryolu yapmak gibi şeyler anlıyorum. Siz ise, parasal tasarruflara da yatırım diyorsunuz. Herhalde aralarında bir ilişki vardır, ama ben anlamak istiyorum...
Plancılar, bunun üzerine bir arkadaşlarını görevlendirirler, Prof. Sevim Görgün'ü, İsmet Paşa'nın o zaman oturduğu. Ayten Sokak'taki evine gönderirler. İnönü, bir öğrenci gibi. Sevim Görgün'ü dinler, altını çizdiği terimler, bunların anlamları konusunda, hatta başka konularda Sevim Görgün’den bilgi alır. Necat Erder anlatıyor:
Bunun sonucu olarak, bu konular yüksek planlama kurullarında görüşüldüğü zaman, konuyu en iyi bilen kimsenin İsmet Paşa olduğunu görürdük.
Bir başka plancıdan dinlemiştim. Planlamada “toprak-su” konusu, genel müdürlüğün durumu görüşülürken, bir ara İnönü sorar:
Toprak-su nedir? Anlatırlar...
Necat Erder'in anlattıkları arasında İsmet Paşa'nın üçüncü niteliği, “yaşayan ve yaşayacak Türk diline saygısı". Necat Erder şöyle dedi:
Biz, planlama çalışmalarını bitirdikten sonra, Birinci Beş Yıllık Plan belgesinin, tarihsel bir önemi olduğunu düşünür, bu belgenin dilinin de kendi önemine yaraşır biçimde olmasını isterdik. Bunu nasıl yapalım, diye tartıştık. Sonunda, TDK ile işbirliği yapmaya karar verdik. Buradaki çalışma yöntemimiz, plan dilinin bütünlüğünü sağlamak için bir çalışma grubu oluşturmaktı. Türk Dil Kurumu'ndan uzmanlar geldi, Sunullah Arısoy başkanlık ediyordu. Planı baştan sona gözden geçirdi. Bu yapılan işler arasında örnek vereyim, o zaman bazı iktisatçılarımız bazı terimlerin Fransızcasını, bazı lan Arapçasını söylüyorlardı. Bu terimleri de birleştirme çabasına giriştik. “Üretim" gibi terimler, o çabanın sonucu olarak, iktisatçılarca ortak olarak kullanılan terimler haline geldi. Sayın İnönü, bunu çok olumlu karşıladı. Kendisi de özenle, bu terimleri öğrendi. Bunun en çarpıcı örneği şuydu: Bir yüksek planlama toplantısında, sunuş yapan bir arkadaşın "istihsal" terimini kullanması üzerine, İnönü'nün masaya yumruğunu vurarak:
Arkadaş! İstihsal değil, üretim, üretim! demesidir.
İnönü'nün bu çıkışı üzerine, oradakiler makaraları koyuverirler. Necat Erder, şöyle diyor
Bu, bizi yalnız güldürmedi, düşündürdü. Ve bugün de birçok kimseyi düşündürmesi gerekli bir örnek olarak üzerinde durulabilir...
Düşünüyorum, Atatürk ya da İnönü sağ olsaydı, Zeynep Korkmaz TRT’de Arapçacılığını, arı Türkçe düşmanlığını sürdürebilir miydi?
Zeynep Korkmaz ki, 1963'te “Türk Dilinin Tarihi Akışı İçinde Atatürk ve Dil Devrimi" diye kitap yazmış. Kim zorlamış da yazmış? Şimdi, neden dönmüş?
TRT'de hava raporu verirken bile, "eksi" dememek için, “sıfırın altında" sözcüklerini kullanıyorlar.
Emekli öğretmen, A. Hamdi Esmer yazdı, Antalya “Şelale" gazetesinde, Atatürk’ün dilde özleşmeye verdiği önemi belirten bir anıyı. A. Hamdi Esmer şöyle diyor "Şelale''deki yazısında:
Yazar Akagündüz’den dinlemiştim. 1933 yıllarıydı. "Yerli Mallar Haftası" için Akagündüz bir piyes yazar, Atatürk'e gösterir. Atatürk, özellikle piyesin dili üzerinde durur, çıkmalar yaparak yazarı uyarır: “Osmanlıca düşünmeyip, Türkçe düşünürseniz, kelimeler kaleminizin ucuna takılıp gelir, sıkıntı çekmezsiniz. Çünkü, dilimiz zengindir, her isteğinize cevap verir" der...
Tercüman'da Nazlı Ilıcak, son yıllarında Atatürk'ün Dil Devrimi'nden döndüğünü yazdı, gerçeği yazmadı. Atatürk, ölümünden bir yıl önce 13 Kasım 1937’de Sivas'a gider. Ömer L. Örnekol, ‘‘Bilim ve Teknik” dergisinin Kasım 1982 sayısında ''Tarihsel Bir Anı" başlığıyla anlatıyor bu gelişi, özetle şöyle diyor:
“Atatürk, lise müdürü, matematik öğretmeni Ömer Beygo ve Baş Yardımcısı felsefe öğretmeni Faik Dranaz ve öteki ilgililerle birlikte doğrudan doğruya liseye geldiler. Burada ilkin, 4 Eylül 1919’da tarihsel Kongre’nin toplandığı Kongre Salonu’nu ve özet odalarını gezdiler ve duygulandılar. Sonra topluluk halinde, lisenin 9/A sınıfında, programdaki geometri (o zamanki adıyla hendese) dersine girdiler. Bu derste bir kız öğrenciyi tahtaya kaldırdılar, öğrenci tahtada çizdiği koşut iki çizginin, başka iki koşut çizgiyle kesişmesinden oluşan açıların Arapça adlarını söylemekte zorluk çekiyor ve yanlışlıklar yapıyordu. Bu durumdan etkilenen Atatürk, tepkisini:
Bu anlaşılmaz Arapça terimlerle öğrencilere bilgi verilemez. Dersler, Türkçe yeni terimlerle anlatılmalıdır... diyerek belirtip ve tebeşiri eline alıp, tahtada çizimlerle "zaviye"nin karşılığı olarak "açı", "dili”nin karşılığı olarak “kenar", "müselleş"in karşılığı olarak, "üçgen" gibi Türkçe yeni terimleri kullanarak, birtakım geometri konularını ve bu arada Pythagoras Teoremini anlattılar."