Doğrunun Yolu Yokuş...

Prof. Afet İnan eve telefon edip not bırakmış:
Ekmekçi’yle görüşmek istiyorum, çok önemli... diye.
Gelir gelmez aradım, çoktandır konuşamıyordum İnan'la.
O gün 19 Mayıs’tı, pazar günü. Afet Hanım:
Bugün gazetede “Cumhuriyet" imzalı Başyazı çok güzeldi, beğendim, dedi...
Gazeteye iletirim, dedim.
Sizi aramamın asıl nedeni şuydu: 22 mayıs günü çıkarsa bu, çok iyi olur, Mustafa Kemal’in 22 Mayıs 1919’da, Sadrazamlığa gönderdiği bir “rapor" var. Bununla ilgili bir yazı yazmak istiyordum, ancak vaktim yok. Siz yazar mısınız?
Hay hay! dedim, kalkıp evine gittim.
Ev, Atatürk anılarıyla dolu. Kitaplık öyle. Afet İnan:
Anılarımı yazıyorum... dedi.
Mustafa Kemal'in Samsun'a çıktıktan üç gün sonra Sadrazamlığa yolladığı “rapor”, “Atatürk’ün Telgrafları” kitabında var. Afet İnan, onun önemli bölümünü “Belleten”in ekim 1983 sayısında ek olarak yayımlamış. Mustafa Kemal, raporunda: “Türklüğün yabancı idaresine tahammülü olmadığını, İzmir’in Türklerce önemli vilayetlerden biri olduğu, hiçbir yabancının memleketimizi işgaline razı olamayacağımızı, askeri kuvvetle yapılan bu işgalin geçici olduğunu..." belirttikten sonra şu tümceyi yazıyor:
Millet birlik (yekvücut) olup, hâkimiyet asasını ve Türk duygusunu hedef tutmuştur. (Bu tümce, Samsun Müzesine kazıldı.)
Afet İnan’a göre; Atatürk bu tümcesiyle, amacı belirlemiş ve ortaya ilkesini koymuş oluyordu: 1. Yurt bütünlüğünde birlik. 2. Demokratik esasa dayanan egemenlik. 3 Ulusal benliği kuvvetlendirecek Türklük duygusu.
Afet İnan, bu ilkelerin "Amasya Bildirgesi"nin, “Sivas",. "Erzurum" kongreleri ile orada alınan kararların, bir izlencesi olduğunu söyledi. Bu da, altmış altı yıl önce bugün kâğıda dökülmüştü.
Mustafa Kemal’in gelecek için kafasında tasarladıklarını, ilkelerini önceden saptadığını belirten başka belgeler de var. Örneğin, Erzurum'da 7-8 Ağustos 1919 sabaha karşı, üç kişi, Mustafa Kemal, Süreyya (Yiğit), Mazhar Müfit (Kansu) konuşuyorlar: Mustafa Kemal, Mazhar Müfit Kansu'ya:
Hatıra defterine yaz, diyor. Zaferden sonra hükümet şekli “Cumhuriyet" olacaktır. Bunu size daha önce de bir sorunuz üzerine söylemiştim. (20 Temmuz 1919). Açıkça söyleyeyim hükümet şekli zaman gelince “Cumhuriyet” olacaktır. Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır...
Zamanı gelince, bunlar, ardından tüm devrimler gerçekleşecektir.
Afet İnan'a, teşekkür ettim; “Ankara Notları"nın çatısını 22 mayıs üstüne kurmayı tasarladım. Afet İnan'a sordum:
1985 yılında. Atatürkçülük ne durumda?
Karşılık verdi:
Çok övgü edebiyatı var! Belge neyse, onu göstermek gerek...
19 Mayıs törenlerinde, gençler spor giysileriyle değil de, kapalı giysilerle gösteri yaptılar. "Yavru Vatan" Kıbrıs'taysa, eskiden Anavatan Türkiye'de olduğu gibi, spor giysileriyle yapıldı. Kıbrıs'tan da mı geriye gidiyoruz ne?
TRT’de, önemli günlerde Atatürk'ü kendi sesinden dinlerdik. 19 Mayıs'ta örnekler öyle seçilmekteydi ki, "Devrim" sözcüğü geçen konuşmaları artık “sansür" mü edilmekteydi? Atatürk, “devrim" sözcüğünü, ilk 9 Mart 1935’te bir konuşmasında kullanır:
Atatürk'ün, özellikle geçmiş yıllarda, kendi sesinden dinlediğim konuşması şöyleydi:
“… uçurumun kenarında yıkık bir ülke. Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar, yıllarca süren savaş, ondan sonra içerde ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet ve bunları başarmak için aralıksız devrimler, işte Türk genel devriminin kısa bir diyemi"
Konuşmasında Atatürk, “ifade" yerine "diyem" sözcüğünü kullanıyor.
Eve dönüşte Afet İnan’ın “Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler" yapıtını okudum. İş Bankası Yayınları arasında çıkmış, ilk baskısı 1959'da. İş Bankası o yayınları "Atatürk ve Devrim" adıyla başlatmış. H. Ali Yücel'in de bir önsözü var. Yapıtta, Afet İnan’ın, Atatürk'ten tuttuğu notlar arasında “İnkılap” sözcüğünün tanımı da var. Şöyle demiş Atatürk:
“İnkılap: 1. Mevcut müesseseler zorla değiştirmek demektir.
2. Türk milletini son asırlarda geri bırakmış olan müesseseleri yıkarak yerlerine, milletin en yüksek medeni icaplara göre ilerlemesini temin edecek yeni müesseseler koymuş olmaktır.
Devlet hayatında inkılap: İçtimai vaziyetimiz de dahildir. (Laiklik, Kanunu Medeni, demokrasi)"
Hilmi Uran, anılarında “inkılap” konusunda 1936 yılında Edirne Halkevi'nde bir konuşma yaptığını anlatır. İstanbul CHP İl Başkanı olan Uran, “inkılap"ı şöyle tanımlar: (Bazı sözcüklerin Türkçe karşılıklarını ayraç arasında ben yazdım.)
İnkılap diye, milli ve içtimai bir heyetin her türlü hayat ve münasebetlerindeki kötülüğü iyiliğe, eğriliği doğruluğa, eskiliği yeniliğe, haksızlığı haklılığa, birdenbire tahvil etmesine (değiştirmesine) ve meselâ kötülüğü söküp, yerine iyiliği koymasına, eskiliği atıp yerine yeniliği koymasına, haksızlığı silkip yerine haklılığı koymasına diyorlar. Bu tarifte (tanımda) dikkatinize arzetmek istediğim bir nokta, milletin bünyesinde yapılan tahvillerin, inkılap olabilmesi için, onların birdenbire yapılmış ve bilfarz (varsayalım) kötünün yerine iyinin, eskinin yerine yeninin birdenbire konulmuş olması şart oluşudur. Eğer bu hareketler birden bire ve zecri (zorlayıcı) bir şekilde yapılmazsa, onlar inkılap hareketi olmaz. Ve öyle hareketlerin neticesi de (sonucu da) inkılap tabiri (deyimi) altına giremez. İnkılabın mahiyeti (niteliği) bünyesindeki tahavvulün ani ve birdenbire olmasını icabettirir (gerektirir)."
İster Türkçe “devrim” ister Arapça "inkılap" densin. Konunun özü budur? Doğrunun yolu ise yokuştur...