Polis de İnsandır...

Günün konusu, "Polis Devleti Yasası" olarak nitelendirilen, "Polis Görev ve Yetkileri" ile ilgili yasa. HP'lilerin çoğunluğu, kamuoyunun da nabzını yansıtarak, yasanın çıkmaması için uğraş verdiler. ANAP’lılar, HP’lilere iyiden iyiye yalvarmaya başlamışlardı:
Bakın, diyorlardı, basın size "aslan" dedi, engelleyeceğiniz kadar engellediniz. Çarşamba günü arife, perşembeye bayram. Turgut Bey, vereceği kadar ödün verdi. Gelin etmeyin, eylemeyin; şu yasayı çıkaralım!
HP'liler, sopanın gizli olduğunu seziyorlar mıydı ne? “I-ıhh” diyorlardı. Turgut Bey:
Nasıl olsa sahura kalkacağız, yasayı çıkarmaya bakalım, diye mi düşünmekteydi? "Iftar”da da ara vermeyip, çalışsalardı ya!
Böyle gözleyip giderken, gelen bir mektup, düşündürdü. Mektup Ankara'da oturan emekli Emniyet Müdürü Fevzi Karamandan geliyordu. Tasarıyı 38.5 yıl hizmet vermiş bir “polis" gözüyle ele alıyordu. Şöyle diyordu özetle:
"Sayın Mustafa Ekmekçi,
Bu yasa hakkında düşüncelerimin özetini içeren kısa bir yazıyı size gönderiyorum. Çünkü uzun yıllar sorumluluk yüklendiğim bir mesleğe karşı görevim var ve bu görevi yerine getirmekte kendimi sorumlu hissediyorum. Kolay değil, 38.5 yılı aşkın bir süre hizmet ettiğim polis mesleğine bu enli kasdetmeyi içime sindiremiyorum.”
Fevzi Karaman, DTCF'ni bitirmiş, İstihbarat Dairesi Başkanlığı’na dek yükselmiş, aydın bir kişiydi. "Ben bu yasayı polis devletine taş çıkartacak biçimde yorumluyorum” diyordu. Emekli Emniyet Müdürü Fevzi Karaman'ın yasayla ilgili görüşleri, eleştirileri özetle şöyleydi:
-Toplumu boşluğa iten olayları önlemek için yasal boşlukları da doldurmak gerekiyor. Ancak bunu yaparken geriye dönüşle değil, ilerici bir zihniyetle yola çıkmak gerekir. Bilindiği gibi, "Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 18. maddesi, demokratik yaşama geçildiği bir sırada, antidemokratik maddedir, insan onuru ile bağdaşmaz" gerekçesiyle kaldırılmıştır. Bu maddenin kısaca esprisi şuydu: Yabancı devlet büyüklerinin ülkemizi ziyaretlerinde ya da uluslararası tören ve toplantılarda, zarar verecek kimseleri, bir şüphe perdesini kaldırmak suretiyle önceden alıkoymak. Ta ki, devlet adamı gitsin ve tören ya da toplantı bitinceye dek...
İnsanı derinden yaralayan, devlete güvensizliği getiren bu düşünce, yasadan yıllar önce çıkarılmış, raflara konmuştur. Bugün bunu hortlatırcasına, "Damokles'in kılıcı" haline sokmak, yarının yüz karası olacaktır. Tasarının şimdi getirdiği maddeler ise, yukarıda söz konusu edilen düşüncelere taş çıkartacak boyutlardadır. Eğer bunlar demokrasi uğruna yapılıyorsa, özgürlüğü içerisinde özümseyen demokrasiye yazık olacak demektir. İktidarların diktatörlüğü, “Tiran”ın diktatörlüğünden çok daha zararlıdır.
-Herkes bağırıp çağırıyor, “Bu yasa ile polis devleti kurulmaktadır" diye. Bilindiği üzere “polis devleti" deyimi, Alman birliğinin sağlanması ile, orada doğmuş, gelişmiştir. Evet, Almanya'da bu kurum uzun süre egemen olmuştur, ama orada polisin şiddet yöntemi yasalarla sınırlanmıştı. Polis karakola aldığı sanığı ezer, manen yıpratırdı, ama mahkeme önünde aklanan sanığın uğradığı maddi zarar ve hasar devletçe ödenir, geriye getirilmesi olanağı bulunmayan manevi eziklik, biraz olsun, maddi karşılıkla telafi edilmeye çalışılırdı (Fiction nazariyesine göre). Oysa ülkemizde gerek polis elinde ezilen ve gerekse mahkemede aklanan sanığa ne verilmektedir ki? Hiç.
-İngiltere'de hukuksal gelenek, sanığın 24 saat içinde mahkemeye çıkarılması zorunluluğunu getirmiştir. Bu gelenek yüzyıllardır aksaksız yürür. İnsana verilen değer, "Bu vücut senindir" (habeas corpus) düşüncesiyle pekiştirilmiştir. Bu yüce düşünce bizde ve birçok ülkede hâlâ yasalara geçmemiştir. Devletin insanlar için var olduğunu unutmamamız gerekir. Bir de bu yasa Meclisten çıkınca ülkemize ne getirecek, onu söyleyeyim:
Önce, bu yasa ile polisin kendisi zarar görecektir. Örneğin, görevi gereği silah kullanarak adam öldüren polis, ceza çekmese bile bir insan olarak tüm bir yaşamboyunca vicdan azabı çekecektir. Hele Ölen kişi suçsuz olursa, bu azabın sınırını hiç kimse çizemez. Bunun canlı bir örneğini vermek isterim: Benim doğduğum memlekette Kemal adında bir polis memuru, Ziya adında bir vatandaşı, ikinci bir cinayet işlemesini önlemek için yakalamak istemiş, yakalayamamış. Ziya’nın geri dönerek polise silahı ile ateş etmesi, sonunda 72 metre uzaktan onu yaralamak düşüncesi ile attığı merminin Ziya’yı öldürmesi sonucunda mahkemede de aklanmıştı. Polis Kemal ile yıllar sonra çalışma fırsatı bulduğumda bana, “Fevzi Bey, 20 yıl önce meydana gelen bu feci olayı hiç unutamıyorum. Ziya’yı hatırlamadığım hiçbir günümü hatırlamıyorum " demiştir. Polisin de insan olduğunu unutmayalım...
Bizim bildiğimiz kadarı ile bu yasa uygulamada, yürütme gücüyle yargı gücünü karşı karşıya getirecektir. Yasalarımıza göre arama kararını yargıç verir. Şimdi bu yasa ile ilde vali, ilçede kaymakam bu görevi yapacaktır. Ama sanık, yargıç önüne çıkartacaktır. O yargıç, “Ben olsaydım sana bu olay için arama kararı vermezdim" derse, durum ne olacaktır? Her şeyden önce, yargıcın da insan olduğunu hesaba katmak gerekir.
Bu yasa çıkınca, polise emreden öbür yasalar değişecek midir? Örneğin Ceza Yargılamaları Usulü Yasası, Türk Ceza Yasasının bu yoldaki hükümleri. Burada da polis şaşkına dönecektir, kimsenin kuşkusu olmasın.
Polis, politika adamlarının aracı olacaktır. Bu yasanın getireceği sorun ve acılardan en çok zarar görecek olanlar, bu yasayı çıkaranlar olacaktır. Bir siyasal parti, dünya durdukça iktidarda kalamaz. Bu polis, yeni gelecek iktidarın buyruğunda olacağına göre, çuvaldızı baldırına yediği zaman, yasayı çıkaran kim bilir nasıl bağıracaktır!"