Söyleşi...

Okurları çok seviyorum. Elinde Cumhuriyet’le birini görünce heyecanlanıyorum. Yanına sokulup konuşmak geçiyor içimden. Ama kendimi yürekli göremiyorum öylesine. Yanına yaklaşsam:
Ben, bu elinizde tuttuğunuz gazetenin yazarıyım. Adım şu. Sizinle tanışmak, konuşmak istedim...
Ya adam derse ki:
Ben, bu gazetenin okuru değilim. Bir arkadaşım istedi de ona götürüyorumI
Buyur bakalım. Bir gün, geçengidişlerimden birindeydi. İstanbul'da, vapurla Kadıköy’den Sirkeci’ye geçiyorum. Alt kat salona geçtim. Bir bayan geldi, karşıma oturdu, elinde Cumhuriyet, kaçamaktan bakıyorum. Dur bakalım, nereleri okuyor? Dizilere baktı, ikinci sayfayı açtı. Öbür sayfalar, derken, sekizinci sayfa; "hıhhh"... dedim. "şimdi, "Ankara Notları”nı okuyor.” Yüreğim çarpıyor. Şöyle bir baktı, gülümsedi, katladı. Çantasına koydu. Bakışlarımdan rahatsız mı oldu ne? Öyle ya, bir kişi gazete okurken, birinin baktığını görürse ne düşünür? Denize bakıyorum...
Vapur yanaştı Sirkeci'ye. Bir arkadaşıma anlattım gazetede:
Tanışsaydın, dedi. Çok sevinirdi o okur.
Nereden bileyim sevineceğini? Belki de kızacaktı!
Siz misiniz o, "Aybastı da Aybastı" diye tutturan? "Türkçe ezan"ı, Genelkurmayın yasaklama bildirisine değin yazıp duran? “Domuzum da domuzum..." diyen? ' Hinthorozu’'nu çıkaran?
İmza günleri de, okurlarla yüz yüze gelmenin güzel bir yolu. Nadir Nadi, başlarda hoşlanmazdı imza günlerinden:
Oturacaksın, karşına tanımadığın kişiler gelecek, adlarını söyleyecekler, ya da bir kâğıda yazıp verecekler. Sen de onlara. “sevgilerimle, saygılarımla" diye yazıp imzalayacaksın kitaplarını...
Tam böyle demiyordu belki Nadir Nadi, buna yakın şeyler söylüyordu. Beni imza günü için Akademi Kitabevi'ne bırakırken, "İstersen dön gazeteye gidelim..." der gibiydi.
Gözlediğim Nadir Nadi, biraz mahcup, öyle söylev vermeyi ne sevmiyor. Nadir Bey, sonra sonra açıldı. TÜYAP'ta, imza gününü gördüm, önce, konuşmasının sonunu, sorulara verdiği yanıtları dinledim. Nadir Nadi, son yıllarda bir "fetih edebiyatı"nın tutturulduğunu, bunun sakat olduğunu söylüyor; "İstanbul'un fethi değil, kurtuluşu kutlanmalıdır. Asıl kutlanması gereken kurtuluşudur" diyordu. İstanbul'u kurtaran, Kurtuluş Savaşı yapanlar. Cumhuriyeti kuranlardı. Bu kutlanmıyor. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul'u fethedişi kutlanıyordu. Ne demeli?
Kimi okurlar, yüz yüze gelince düş kırıklığına uğradıklarını açık açık söylerler:
Ayyy, siz o musunuz? Oysa ben sizi daha uzun boylu, genç sanıyordum, yazıkI
Bir okur geldi, cezaevinden geliyordu:
Size, dedi, cezaevindeki tüm arkadaşların selamları, sevgileri var, sizi görüp bunları iletmek için görevlendirdiler beni...
Öyle sevindim ki anlatamam.
Kimi okurlardan da eleştiriler gelir ki, yenir yutulur yanı yoktur. Söyleyeceğim: SODEP'in son kurultay izlenimlerini yazarken şöyle bir tümce de kurmuştum: "Kurultay’a gelen telgraflar okunuyordu. Ecevit’lerden bir telgrafı çok kişi boşuna bekledi " Vaaay, ben miydim yazan!
Manavgat'tan, Side'de pansiyonda oturan Mehmet Timurcan, kırmızı yazısıyla kocaman harflerle şunları yazmış:
"Hangi hakla Ecevit’ten telgraf bekliyorlar? Ecevit nelerini kutlayacak?", Bir not da var "Ecevit, halkın gözünde her gün büyüyor. Ama gözümüzün bebeği sevgili yazarlarımız, Rauf Tamer, Metin Toker ağzı ile Ecevit’e saldırıyorlar". “Ecevit onları kutlamaz: Halkı uyuttuğunu sananlar, nasıl olup da 2.5 yıldır muvazaa partisi ilan ettikleri HP'ye teslim bayrağı ile iltihak ettiklerini bakalım nasıl anlatacaklar? SODEP'i feshetmek sizin "hinthorozluğu" (!) ile bağdaşıyor mu? Sorulacak soru budur? Kararı halk verecektir. Gözü yaşlı kongre notları yazan sözde solcu yazarlar değil... İzmir ve Burdur ara seçimlerinde görüşmek umudu ile saygılar"
Bölünmüşlüğün böylesine ne demeli? Bunu o okura nasıl anlatmalı? Büyük bütünleşmenin er geç gerçekleşeceğine, Hinthorozu’nun eninde sonunda tümünü toplayacağına nasıl inandırmalı? Yazının başlığının şöyle olmasını isterdim: “Büyük bütünleşmeye doğru..." Belki ivedi bir başlık.
Eski Kurucu Meclis üyelerinden, AP’nin 1965-69 arası milletvekili Feyyaz Köksal, yeni yayımladığı "Krizsiz Modern Demokrasi" adlı yapıtında, bir yerde, atom fizikçisi Hollandalı Niels Bohr'un Latince şu sözünü almış: “Contraia Sunt Complemente". Türkçesi: "Zıt olanlar birbirlerini tamamlar." Feyyaz Köksal, "Siviller Türkiye'de birbirlerini tamamladıklarını kavramazlarsa çıkış yoktur" dedi kitabını verirken.
Kitabın ginşinde de şöyle demiş:
"Bu kitap, parlamento krizinden de ileri yeni bir rejim krizi, bir ihtilal, devrim ve hatta yeni bir askeri müdahaleden korunmak için bir araştırmadır."
* * *
Cuma akşamüstü ODTÜ'de, mimarlık anfisinde iki ODTÜ’lü öğrenci, Emin Germen ile Aslı Eğilmez’in dinletilerini izledim. Emin Germen flüt, Aslı Eğilmez piyano çaldı. Emin Germen'i küçük yaşından tanırdım. Emin bir gün, Sütçü'nün eşeğini kalçasından hart diye ısırır. Emin o zaman üç yaşında, sütçü eve yakınmaya gelir. “çocuğunuz eşeğimi ısırdı!" diye. Emin’in babası, Avukat Merih Germen telefon etti:
Eşeği ısıranın konseri var, gelir misin?
Gitmez olur muyum? Gittim. Emin Germen 19 yaşında ODTÜ elektrik mühendisliği üçüncü sınıfta öğrenci. Halen Saki Şarıl'dan flüt dersleri alıyor. Aslı Eğilmez de çok cici bir kız. O da ODTÜ Bilgisayar Mühendisliği Bölümünde. İkisi de yaralanmamış kişilikleriyle göze batıyorlardı. 1940'Iı yıllarda olsaydı, bu güzel dinletiye zamanın Cumhurbaşkanı İnönü kesinlikle gelirdi diye düşündüm.
Daha sonra, Timur Selçuk'un Arı Sinemasındaki dinfetisine gittim. Timur’un İstanbul’daki dinletisinde, Nazım'dan şarkıları söyletmemişlerdi, çıkarmışlar Ankara’daysa sormamışlar bile. Timur Selçuk, Yılmaz Onay'dan, Attila İlhan'dan, Münir Nurettin'den, Ceyhun Atuf Kansu'dan, Ataol Behramoğlu'ndan da çalıp söyledi. Küçük kızı Mercan için bestelediği “sağlıklı yaşam”ın birkaç dizesi şöyle: “Yaşam yalnız sağlıklı / Uzun olamaz / Hem de yararlı, onurlu olmalı yaşam."
Timur, genç sanatçılara da yer vermiş, onlar da çalıp söylediler.