Eskiler, bize göre daha seri yazarlar, eleştirirlermiş. Bir taşlama örneği vereceğim: Yahya Kemal, bir gün İbrahim Alaettin Gövsa’yı bir toplantıda haşlamış. Bağırıp çağırmış. İbrahim Alaettin de Yahya Kemal için şunlan yazmış:
“Şairim der de tufeyli yaşatır gövdesini / Dayanıp köhne Nedim artığı üç beş satıra; / Senelerden beridir aynı sakız. Aynı geviş: / Seneler var ki, doğursun diye baktık katıra..."
Hüsnü Göksel de yıllar önce, Yahya Kemal'e yakın mı otururmuş ne? Sık sık Yahya Kemal’e gider, kendisine Yahya Kemal'in şiirlerini okurmuş. Yahya Kemal çağırırmış belki de; şiirin neresinde vurgu olacak, neresinde duraksanacak, söylermiş Yahya Kemal. Genç Hüsnü Göksel de bunları okur dururmuş. Böylece esaslı bir Yahya Kemal uzmanı olup çıkmış!
Takılmaları bırakayım da, konuya gireyim: Bugün soldaki durumdan söz etmeyi koydum kafama. Abdullah Baştürk’le Anadolu Kulübü’nde oturup söyleştiğimize değinmiştim. Abdullah Baştürk'ün konuğuyduk. Yemekte Haldun Özen, Canip Yıldırım, Esma Ocak da var. Baştürk'ün anlattıklarını dinliyoruz. Kulislerde Abdullah Baştürk'ün SHP'ye gireceğine ilişkin söylentiler vardı. Baştürk:
— "Doğru değil, dedi, "Ben de duydum bunları. Ancak böyle bir şey yok. SHP’ye girmenin bir yararı da yok. Ancak, Sosyal Demokrat Parti’yi titizlikle gözlemek, onun bütünlüğünü sağlamasına yardımcı olmak gerek. Bu bir demokratik savaşımdır. SHP'nin geçmişin yanlışlarını yinelememesi gerek,
Baştürk, SHP içinde "Sendikacılar Grubu" yok bilmem ne grubu gibi grupların oluşmasının da yanlış şeyler olduğunu söyledi 12 Eylül öncesinde de CHP içinde benzeri şeyler vardı, bunlar yanlış şeylerdi...
Abdullah Baştürk, SHP'nin üst katındaki yetkililerle sürekli görüşmüş, görüşlerini açıklamıştı.
Abdullah Baştürk'le, cezaevinden çıktıktan sonra, İlk kez böyle geniş bir zaman bir araya gelmiştik. “Buluşalım'' filan der de bir türlü gerçekleştirip bir araya gelemezdik. İyi oldu.
Abdullah Baştürk'ü çok sağlıklı gördüm. Onca çektiği acıdan tek sözcükle olsun söz etmedi bile.
DİSK Başkanı Baştürk uzun süre tutukevlerinde tutuklu kaldı da Türk-iş kılını kımıldatmadı. Belki de, kimileri DİSK'in üyelerini almış olmaktan keyif bile duymuşlardı. Avrupa'da, Amerika’da ise yer yerinden oynuyordu. Geçelim...
Baştürk, işçi emeklisi. Sosyal Sigortadan emekli. Ayda kırk bin lira dolayında emekli aylığı geçiyor eline. Bülent Bey de işçi emeklisi olduğu için, onun da eline geçen o kadar. Vaktiyle ikisi de işçi emekliliğini, milletvekili emekliliğine değiştirmeyi içlerine sindirmemişler. Şimdi, milletvekillerinin bu durumlarını düzelten yasa Mecliste, çıktı çıkacak. Birkaç kişiye yapılan haksızlık düzeltilecekse, bundan haksız yararlananlar da olsa, çıkmalı derim yasa.
Zaman zaman Anadolu Kulübü'nü de eleştirir dururlar bu da yanlıştır. Anadolu Kulübü, Baştürk’e göre, bir Anadolu lokantası...
Nokta dergisinde “Sol, Partisini Arıyor" diye bir soruşturma yapılmıştı. Baştürk, Nokta'ya verdiği demeçte “Sosyalist parti acil değil” diyordu Şöyle konuşuyordu:
“Sosyalist bir partinin örgütlenmesi diye acil bir konu yok. Bence böyle bir siyasi partinin oluşması güncel değil. Sosyalistlerin, demokratların, sosyal demokratların ve ilericilerin demokrasinin yeniden inşasında siyasi hareketi tekleştirerek götürmek gibi bir sorunları var. Solda birden çok siyasi partinin olmasına yönelik bir çaba içerisinde olmak yukarıda söylediklerimle iç içe olamaz. Yani kısacası Türkiye’de demokrasinin yeniden inşası bütün sol yapının tek bir gövde etrafında toplanarak demokrasi mücadelesini yürütmeleri, sorumluluklarının gereğidir. Sol yapılar, sandıktan örgüte kadar uzanan boyutlarda demokrasi mücadelesini sorumlulukla götürmeyi düşünmelidirler"
Sadun Aren de, "Yasalar olanak vermiyor" diyor: “Bu nedenle söz konusu birlik sorununun bu biçimde ortaya atılmasını yersiz ve zamansız buluyorum" diye ekliyordu.
SHP'ye gelince, onun da örgütlenme sıkıntıları sürmekte gözlediğim kadarıyla. Abdullah Baştürk'ün titizlikle gözlemek gerektiğini söylediği süre, herhalde SHP'nin mayıslarda yapacağı kurultayı olsa gerek diye düşünüyorum.
Şimdi, bu hafta sonunda Ankara'da, İstanbul'da baro kurultayları var. Ankara’da sosyal demokrat kesimin dört başkan adayı var. Sağ kesim ise tek adayla giriyor seçimlere. İstanbul'da sol kesimin iki adayı var.
Ankara Barosu seçimleri için sosyal demokrat kesimin başkan adayları şöyle: Mahir Can Ilıcak, Yahya Zabunoğlu, Erdal Merdol, Teyfik Kavuncu.
Ankara Barosu'nun dört bin dolayında üyesi var. Şimdiye dek yapılan seçimlerden belli olan şu: Üyelerden 2500 kadarı kurultaylara katılıyor. Sağ oylar, sol oyların ancak üçte biri oranında var yok. Ancak, sol oyların dağılması sonucu, barolara sağ eğilimli başkanlar gelebiliyor. Sağ kesimin adayı Ankara’da Ali Kayalar; DYP, MSP, MHP eğilimliler bu aday üstünde birleşmiş durumdalar.
Sol başkan adaylarına gelince; karşılıklı birbirlerini kulislerde suçlamalar sürüp gitmekte. Biri, Doğramacı'nın savunmanıymış da. Öteki de bir zamanlar MHP'li gençleri savunmuşmuş da filan, kötü şeyler... Bir adayı SHP İl Başkanı Erzan Erzurumluoğlu mu destekliyormuş? Karşısındaki adayı bir SHP MKYK üyesi, biri de bir yüksek mahkeme üyesinin eski ortağı mıymış?..
İstanbul’da da, Aydın Aybay ile Kemal Kumkumoğlu'nun çekişmesi yüzünden yine sağ kesim kazanırmış söylentilere göre. İstanbul Barosu, yakın geçmişte, 12 Eylül sonrasında çok kötü sınav verdi. Baro Başkanı Orhan Apaydın’ın başına neler geldi de Baro tınmadı. Düşünüyorum, benzeri olay diyelim New York'ta, ya da Paris'te, Atina’da olsa ne olurdu?
Geçenlerde, "Helsinki Watch"un iki üyesi gelmişti Türkiye’ye. Biri. Alice Henkin New York Barosu'ndandı. "İnsan hakları" konusunda çalışmalar yapıyorlardı. Alice Henkin anlattı: New York Barosu'nun 14.000 üyesi vardı. Son yıllarda siyasal açıdan etkin bir kuruluş durumuna gelmişti. Kendi içinde "insan hakları’’ konusunda komiteler kuran ilk kuruluştu. Dünyanın bir ucundan gelip, Türkiye'de insan hakları, "işkenceler" ne durumda diye inceleme yapıp dönüyordu üyesi. Bizimkiler ise ne yapıyorlardı?..
18 Aralık 1985, Cumhuriyet