İzmir’den "Hoş Geldin Mustafa Kemal" yapıtını gönderen Fehmi Salık, şunları yazmış:
"Anadolu'da güzel bir söz dizisi vardır: 'Ekmeği ekmekçiye ver, bir tane de fazla ver.’ işte biz ulus olarak, ne zaman o ekmekçi’yi seçmesini bitirsek, çağdaşlık kapısını araladık demektir. "Aşksa, gitti gider böyle..."
Yapılırın başında da "Atatürk sevgisini ilk emdiğim insana, büyük bir ozan bildiğim, anam Şehriban’a.." diye yazmış. Yapıtın isteme, yazışma adresi: P.K. 1384 Sirkeci, İstanbul. "Aklım Başımdan Gider" adlı şiiri de şöyle:
"İkisine basan/Yeğenim Türkan/Döner başucumdaki Atatürk'e/Öylesine temiz/Öylesine yürekten/"ATATÜT/ATATÜT” der/Duvardaki resmi işaret eder/Aklım başımdan gider..."
Fehmi Salık'ın satır arasında çıtlatmak istediği, “Ulus olarak seçmesini bileceğimiz ekmekçi" kim? Herhalde ben değilim...
Güncel bir konuya girmek istersem, SHP, bu arada “solun birleşmesi" geliyor usuma. Deneyimli kişiler, SHP ile DSP’nin tabandan gelen baskıyla birleşeceği görüşündeler. SODEP, daha doğrusu Hinthorozu Erdal Bey, HP ile birleşmenin nasıl yolunu bulduysa, DSP ile birleşmenin de yollarını arayıp bulacak. Bir deneyimli, şöyle dedi:
Kuzu kuzu birleşecekler. Yönetim kendi kendine oluşuyor. Aşağıdan doğan hava, ikisini birleştirecek. Yeniden bir birleşme kesin, iktidar yolu da açılacak o zaman...
Deneyimli kişiye göre; DSP Genel Başkanı'nın Adana gezisinin parlak görünmesi yanıltıcıdır, ancak göz ardı da edilemez. Birleşme, yanaşma gibi de olmayacak. Eşit koşullarda oturulur, görüşülür, tartışılır. Tıpkı HP olayında olduğu gibi. DSP'nin örgütlenme biçimi, SHP'ye çok ters bir biçim, dışlayacağı bir biçim değil. Ocak-bucak örgütlerinin olmayışı yüzünden, daha cılız bir kuruluşla yapılan şey, DSP'de işçi-esnaf gruplarının olması, SHP'nin geri çevireceği bir yöntem değil. Daha kolay yapacağı bir örgütlenme biçimi. Yine de, SHP-DSP birleşmesi, SHP’ye sıkıntılı günler geçirtebilir. .
SHP ile ilgili gelişmeler, bir anlamda büyüme belirtileri sayılmalı. “Ankara Notları”nda, SHP’deki tartışmalar geniş biçimde yer aldı. Buna bazıları alındılar.
"Aydınlar Dilekçesi Davası" duruşmasından çıktığımız cuma akşamı, avukat Metin Şekercioğlu'nun evinde, yemektendik. Aydın Güven Gürkan, Hasan Esat Işık, Erzan Erzurumluoğlu birlikteydik. Serpil Şekercioğlu’nun hazırladığı içli köftelerden yedik. Aydın Güven Gürkan’ın yazdıklarımdan olacak, hafif şeker renk olduğunu seziyordum:
Aydın Bey, SHP'de olup bitenlerin kamuoyuna yansıması olayını gözünüzde büyütmeyin, dedim: bize gelince, sizi eleştireceğiz. Eleştiri en büyük katkıdır, bilesiniz...
Elbette, diye karşılık verdi, biz eleştiriden çekinmiyoruz.
Ama yine de, gözlerini kaçırır bir hali yok değil gibi geldi.
Herkes bilir, partilere güç katan, seçmen desteğidir: partililerin kendi iç sorunları değil. Ancak, bunlar büyütülür de, seçmenin gözünde paramparça izlenimi verilirse, o zaman zararlı olabilir. Kadro içindeki çekişmeler, seçmeni tedirgin etmeyecek boyutlarda kalırsa, zararlı değil, yararlı da otur. Bu bir yarıştır çünkü. Yarışma o partinin güçlenmesini sağlar. İşleyişinin bir yöntemidir. Partinin var oluş nedeni ise, büyük halk kitlelerine götürmek istedikleriyle açıklanır. İktidar olduğunda ne yapacaktır? Bu önemli...
Eleştiri kişileri yıkmaz. Eleştiriye alıştı mı kişi, ondan rahatı yok. Eleştirilerin haklı olup olmadığını ise kamuoyu değerlendirir.
Geçenlerde Ahmet İsvan Ankara'daydı. İstanbul'dan günü birliğine gelmişti. Bestekâr Sokakta, "Selvin" Sanatevi'nde, Bursalı bir gencin, Gürsel Tunalı'nın, resim sergisinin açılışı vardı. "Orada buluşalım” dedik. Nevşehir'in Derinkuyu Belediye Başkanı yontucu Hakkı Atamulu da oraya gelecekti, öyle sözleşmiştik. İkisi de sergiye zamanında geldiler, "Yaratım"da sergi açan bir başka Bursalı ressam, Birim Aksüyek de orada. Sergiyi gezdikten sonra, bir masaya oturup konuştuk, söyleştik. Ahmet İsvan, hemen göze çarptı. Hayranları çevremizi aldılar.
Bugün İstanbul'da, Metris'te DİSK davası önemli bir aşamasına giriyor. Savcı, esas hakkındaki görüşünü açıkladıktan sonra savunmalar başlayacak. 1500'e yakın sanıklı davada ilk, DİSK Başkanı Abdullah Baştürk savunmasını yapacak. Sadun Aren, Ahmet İsvan savunmalarını yapacaklar. Ancak, günleri belli değil daha.. Orada ilginç açıklamaları izleyeceğiz sanıyoruz...
Birkaç "Ankara Notları”nda, Ahmet İsvan'ın kulağını çınlatmış, bana anlattıklarına değinmiştim. İsvan, "Selvin" galerisinde şöyle dedi:
Size İsmet Paşa'yla ilgili bazı anılarımı anlatmak isterim. 1970'li yılların başlarında bir yaz İnönü'ye özel sekreterlik yaptım. O zaman, İstanbul İI Başkanı Ali Topuz, il sekreteri bendim. Her gün ona basın özetleri verirdim. Her sabah saat altıda kalkıp onbeş gazeteyi okurdum. Sabah 10.30 vapuru ile Heybeliada'ya, Paşa'ya giderdim.
İsvan'ın anlattıkları ilginçti. Bunları aktarmak istiyorum. Biri şöyle:
"Paşa, "Ortanın solu" mücadelesinde, Ecevit'ten yana olduğumu biliyordu. Benimle konuşuyordu. Ecevit kampından Paşa'yla konuşan tek kişiydim. Bir gündü, bir saat kadar Ecevit'e mesaj olarak söylenmesi gerekenler söyledi. Paşa'ya:
Bunları Ecevit'e nakledebilir miyim? diye sordum.
Söyle... dedi.
Paşa'nın konuşmasını metin olarak Ecevit’e verdim. Ecevit buna bir yanıt verdi. Yanıtı da, Paşa'ya iletmek istiyordum.
Gelebilir miyim? diye telefonla sordum. Paşa telefona kendisi çıkmazdı. Paşa:
O gelmesin, ben ona geleceğim... demiş.
O zaman kayınpederimin evinde oturuyorduk. Reha ile karşıladık. Duvarda, kayınpederimin resmi vardı. (Reha İsvan’ın babası korgeneralliğe dek yükselmiş, Kemal Doğan; ünlü bir komutan. İsmet Paşa’yla da birlikte çalışmış kişi). Paşa, resme baktı:
Çalımından da geçilmezdi! dedi. (Kemal Doğan çok yakışıklıydı bu konuda, arkadaşlarının gözüne çarpardı. Paşa, onu vurgulamak istiyor..)
Adını şimdi anımsamıyorum. Paşa o sırada Batı Cephesi’nde bir generalle aralarında geçen bir olayı anlatmaya başladı. Generalin düşmana saldırı konusunda bir görüşü varmış, görüşünü birkaç kez söylemiş. Rapor vermiş, İsmet Paşa, o generale telefonu açmış:
Bana bak, iki gözüm! demiş, ben Garp Cephesi Komutanıyım. Sen cephede komutansın. Sana, senin düşüncenin tam tersi bir emir veriyorum. Yapacak mısın?
Yapacağım! demiş general. Sonunda savaşı kazanmışlar.
Ben:
Paşam, anladım görüşünüzü! dedim.
Anlarsın, anlarsın' dedi
Taaa, evimize dek gelmesinin amacı, bana bunları söylemekmiş!"
15 Ocak 1986, Cumhuriyet