Prof. Fehmi Yavuz, anılarında içtenlikli bir dil kullanır. Bir yerde, "Sen Medrese kaçkınıyım!" detr. Bir süre okumuş, içyüzünü yakından görmüştür. Çocukluğunda köy kahvelerinde anlatılan öyküleri aktarır. Muğla'nın Kavaklıdere Köyü’nden Büber Hoca’nın anlattığı öykü şöyle:
"Köy değirmenine bir gün güzelce bir kadın un öğütmeye gider. Değirmenci kadına göz koymuştur. Akşam olup, öteki müşteriler gittikten sonra, değirmenin kapılarını kapatıp sürgüler. Kadının sırası da gelmiştir. Dökülen unların kalınlığını, inceliğini ayarlar. Kadın da bu unları bir yandan boşalan zahire çuvallarına doldurmaya başlar. Bir kör kandil değirmenin içini şöyle böyle aydınlatır.
Değirmenci kadına oldukça yakın bir yere oturur, gözlerini yumar, arada:
Ne olacak, ne olacak? diye mırıldanmaya başlar.
Üç-beş dakika aralıkla bu sözler yinelenmektedir. Kadın dayanamaz sorar:
Neler olacak amca?
Değirmenci yanıt vermeden 3-5 dakika aralıkla bu sözleri yineler:
— Ne olacak, ne olacak?
Kadının sinirleri iyice gerilmiştir.
Neler olacak değirmenci amca, yoksa kıyamet mi kopacak? der.
Ah hatun, der değirmenci, kıyametten de beter olacak. Şimdi ben sana saldıracağım. Sen "he" demeyeceksin gidip kocana söyleyeceksin. Kocan gelip beni öldürecek. Benim oğlan gidip senin kocanı öldürecek, senin oğlan gelip benim oğlanı öldürecek... Değirmenci, soylarında öldürmedik insan bırakmaz ve susar. Değirmenci belli aralıklarla:
Ne olacak, ne olacak? sözünü yinelemeyi sürdürür. Kadın dayanamaz:
He dersem nolcek? deyiverir. Değirmenci:
İşte o zaman, der, kına gibi un olacak..."
Öykü de burada biter.
Fehmi Yavuz anılarında, 1920 ekonomik bunalımını da şöyle anlatıyor:
"...Ben tütüncülüğü kumara benzetenlere katılırım. 1929 bunalımının oralarda çok daha önce başladığı anlaşılıyor. Büyük Dünya Ekonomik Bunalımı'nın kanayan yaraya tuz biber ektiği kesinkes söylenebilir. 3 yıl öğretmenliğim sırasında, yaptığım gözlemler bu gerçeği bol bol kanıtlamıştır. Turgutlu'da bir gün köylülerden biri, kahvede oturduğum masadaki sandalyelerden birini altına çekerek şöyle dedi:
Öğretmen (Muallim Bey) bizim halimiz ne olacak? Verdiğin alınıyomaz, aldığın veriliyomaz. (Muğla'da olumsuzlar böyle yapılırdı. Aldığın verilmiyor, verdiğin alınmıyor,demek istiyor.) Bu öyküyü anlattığım iktisatçı arkadaşlar "Adam ekonomik bunalımın en güzel tanımını yapmış" dediler.
Emin Özdemir, geçenlerde vitrinlerde "indirimli" satışları izliyordu. Ali Yüce, onu görünce şöyle dedi:
Şu vitrine girip, üstüme "indirimli Ali Yüce" yazacağım!
İndirimli satışlara bakmıyorum bile.
Yakup Kepenek'in Cumhuriyet’te 22-26 ocak arasında çıkan, "Ekonomi ne durumda?" dizisini kaçırdıysanız, bulun okuyun. Bir yerinde şöyle diyor Kepenek:
"Uygulanan ekonomi politikasını değerlendirirken, yıllarca benzer politikaları uyguladıktan sonra da bunalımından kurtulamayan Brezilya'nın bir emekli general olan devlet beşkanının gazetecilerin 'ekonominin durumu nasıl?' sorusuna verdiği yanıt akla geliyor. Başkan, ‘ekonominin durumu çok iyi ama halkın durumu iyi değil' demişti."
Çöp tenekelerini karıştıranların çoğalması, yöneticilerin hiç mi gözlerine batmaz? Konuşup, yazanları cezaevlerine tıkıp, susturmak iş mi? Ülke, ülkenin insanları, özledikleri bir demokrasiye kavuşmuş değil. Yapılacak bir seçimde, sanıyorum tereyağından kıl çeker gibi değişebilir iktidarlar. O zaman kına gibi un olur!
* * *
Cumartesi akşamı, Pembe Köşk'te, İsmet Paşa'nın torunu Nurperi Toker'le, Sinan Özlen'in nişan törenleri vardı. Fakih Özlen'in çağrılısıydım. Eşimle birlikte gitmiştim. Taşkent'liler oradaydılar. Muzaffer Özlen, Sami Selçuk, daha çok. İhsan Doğramacı, Vehbi Koç, İsmail Rüştü Aksal, Turgut Göle, Tahsin Yalabık, Ömer İnönü ile dünürleri, Hinthorozu Erdal Bey'le eşi Sevinç Hanım, oradalar. Gazeteci olarak Cüneyt Arcayürek, Behiç Ekşi, üçümüz varız. Döneri, pilavı "R.V.”nin ustası yapmış. Vehbi Koç'la karşılaştığımda tanımadı:
Ben Mustafa Ekmekçi, dedim...
Oooo, şimdi tamam, tanıdım! dedi. Kravatımı düzeltmeye girişti.
Bozuk mu kravatım, diye sordum.
Her yanın bozuk! dedi.
Erdal Bey'le biraz konuşayım diyordum, çevresini alıveriyorlardı. Erdal Bey'in kafasında Mayıs sonundaki SHP kurultayı mı vardı? Durumu soranlara:
Ekmekçi de ben de iyimseriz! diyordu...
Pazartesi günü SHP MKYK toplantısı, sızan bilgilere göre,doğrusu yine tartışmalıydı. Kamil Karavelioğlu, ağır eleştirdi, bir yerde.
Hiç bir mucize yaratılmamıştır. Hiç kimse başarılı değildir. Parti bir yönetim boşluğu içerisindedir...dedi. Konu alevlenmeden kapandı.
Erdal Bey’in de, bundan sonra, Aydın Güven Gürkan’la birlikte gezilere katılacağı, eski birlikteliği aksatmadan sürdüreceği anlaşılıyordu.
SHP Ankara İI Yönetiminden, Jale Candan’dan bir mektup aldım. "Kırk yıllık dostum Mustafa Ekmekçi'ye" diye başlamış, satır arasında beni eleştiriyor, şöyle diyor:
‘1968 yılındaydı, 69 da olabilir. Ortanın solu tartışmaları, gruplaşmalar, CHP bacasını sarmış, üyesi bulunduğum Parti Meclisi bir savaş meydanı. Toplantılar uzuyor da uzuyor: İsmet Paşa’yı en çok üzen, konuşmaların eksik ya da fazla çarpıtılarak gazetelere aktarılması. Diyor ki Paşa:
Bazı arkadaşların söyledikleri kamuoyuna duyurulacaksa, diğer arkadaşlara haksızlık olur. En azından suçlamalar havada kalır. O zaman açık yapılmalıdır, kapalı toplantılar. Düşündüm bu da olmaz; çünkü biz burada her istediğimizi söyleriz, fikirler çarpışmadan doğruyu nasıl bulacağız?"
Derken bir sabah toplandığımızda, bir arkadaşımızın beraberinde getirdiği haftalık "Devrim" dergisi bombayı patlattı. Parti Meclisi'nde elden ele dolaşan dergi bir önceki toplantının karşılıklı konuşmalarını, noktası virgülüne basmış. Bir şaşkınlık, suskunluk, arkasından doğan tepkiler, İsmet Paşa ciddi, üzgün. Gözler kapıda, hepimiz Sayın Cemal Reşit Eyüboğlu'nu bekliyoruz. Kendisi o sırada Meclis'in çok saygın bir üyesidir. Parti Meclisi'nin konuşmalarını hep not alır, ayrıca "Devrim" dergisiyle yakın ilişkisi bilinmekte. Eyüboğlu geldi, yerine oturdu ve gündem dışı söz alarak Parti Meclisi üyeliğinden istifa etti. Notlar bir gazeteci arkadaşın eline geçmiştir. Belki de okumak için vermiştir. Ayrıntıyı anımsamıyorum. Ama gerçekten üzgündü. Arkadaşlarının güvenini yitirdiği için görevden affını diliyordu. Konu o toplantıda uzun uzun konuşulmuş, sonuçta Paşa’nın öncülüğü ile istifa oybirliğiyle reddedilmişti. Ama bundan sonra toplantılar hakkında kimsenin not aldığını pek anımsamıyorum. Sevgili Ekmekçi, çok önem verdiğim anılarımdan birisidir bu. Sana bu vesile ile armağan etmemi hoşgörür müsün?"
29 Ocak 1986, Cumhuriyet