Din Sömürüsünün Neresindeler?..

Bugün, Atatürk'ün söylevlerinden, demeçlerinden bazı sözlerini aktarmak istiyorum: (Bazı Osmanlıca sözcüklerin Türkçelerini ayraç arasında ben yazdım).
"...Milletimizi uzun asırlar gaflette (uykuda) bırakan esbab-ı mütenevvia (çeşitli nedenler) arasında hakiki noktayı bir kelime ile ifade etmiş olmak için diyebilirim ki, bütün sefaletlerimizin (yoksulluklarımızın) sebeb-i kafisi (kesin nedeni) zihniyet meselesidir. İnsanlar, insanlardan mürekkep (oluşmuş) olan cemiyetler her şeyden evvel bütün fertleriyle salim (sağlam) bir zihniyete (anlayışa) sahip olmalıdırlar. Zihniyeti zayıf, çürük, sakim (yanlış), sefih (akılsız) olan bir hayati içtimaiyenin (topluluğun) bütün mesaisi hebadır (çalışması boşunadır). İtiraf mecburiyetindeyiz ki bütün İslam âleminin cemiyet-i içtimaiye- sinde hep yanlış zihniyetler hüküm sürdüğü içindir ki, şarktan garba kadar İslam memleketleri düşmanların ayakları altında çiğnenmiş ve düşmanların zincir-i esaretine geçmiştir." (Söylev ve Demeçleri, Cilt II. S: 138)
"...O halde katiyetle diyebiliriz ki, biz milli bir devir yaşamıyorduk, milli bir tarihe malik bulunmuyorduk. Mesela OsmanlI tarihi baştan nihayetine kadar, padişahların en nihayet zümrelerin hal ve harekâtını kaydeden bir destandan başka bir şey değildir. Mazinin, asırların elimize tarih diye uzattığı kitabın mahiyeti hep bundan ibarettir." (Söylev ve Demeçleri II, S: 105)
“...Çünkü tacdarlar (hükümdarlar) kendilerini Allah tarafından gönderilmiş bir şahsiyet farz ederlerdi. Bir de tacdarların etrafını alan menfaatperestan (kendi çıkarlarını düşünenler) vardı. Onlar da padişahların zihniyetleriyle zihniyetlenirler ve padişahın bu zihniyetini, bu arzusunu bir lazime-i semaviye (tanrısal gereklilik), bir lazime-i Kuraniye (Kuran gereği) gibi herkese telkin ederlerdi. Bu gayet koyu ve sürekli telkinat karşısında hakikaten bir gün bütün halk bu arzu ve iradelerin yapılması lazım gelen ve bilakaydüşart yapılması icabeden iradat-ı semaviye gibi olduğuna kani olurlardı. Böyle idare ve hâkimiyetten tecerrüdede (soyunmaya) rıza gösteren bir milletin akıbeti elbette felakettir, elbet musibettir” (Söylev ve Demeçleri, Cilt II. S: 104)
Atatürk'ün “din sömürüsü" yapanlara ilişkin sözleri ile uyarılarını da aktarmalıyım:
“Dini kendi ihtiraslarına alet yapan hükümdarlar ve onlara delalet eden hoca namlı hainler...
Eğer onlara karşı şahsımdan bir şey anlamak isterseniz, derim ki; ben şahsen onların düşmanıyım, ortam menfi istikamette atacakları bir hatve (adım), yalnız benim şahsi imanıma değil, yalnız benim gayeme değil, o adım benim milletimin hayatıyla alakadar, o adım milletimin hayatına karşı bir kasıt, o adım milletimin kalbine havale edilmiş bir hançerdir.
Benim ve benimle hemfikir (kafadar) arkadaşlarımın yapacağı şey, mutlaka ve mutlaka o adımı atanı tepelemektir." (Söylev ve Demeçleri, Cilt II, S: 146)
"...Bugünkü hükümetin, Meclis'in, kanunların, Teşkilat-ı Esasiye’nin mahiyeti (anayasanın içeriği) ve hikmeti hep bundan ibarettir. Sizlere bunun da fevkinde (üstünde) bir söz söyleyeyim: Farzu muhal (olmayacak şey) eğer bunu temin edecek (sağlayacak) kanunlar olmasa, bunu temin edecek Meclis olmasa, öyle menfi adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam, yine tepeler, yine öldürürüm..." (Söylev ve Demeçleri, Cilt II, S: 146)
* * *
Çarşamba günkü Cumhuriyet'in ikinci sayfasında, eski bakanlardan Ferda Güley’in “Sözde Dindarlık İnatçılığı" başlıklı bir yazısı yayımlandı. Yazıyı okumadıysanız, okumanızı önermek isterim. Ferda Güley, din sömürüsüne çanak tutacak bir yasa önerisinin Meclis'ten geçmemesi için ta 1958'lerden bu yana verilen savaşımları anlatıyor. 1958'deki savaşımı anlatırken, yazısını kısa tutmak için, yazmayı istediği bazı bölümlerle adları çıkarmak ya da atlamak zorunda kalmış. Konuşmamız sırasında şöyle dedi:
— Demokrat Partili Meclis Başkan Vekili Mahmut Goloğlu, Kars milletvekili CHP'li Sırrı Atalay, DP'Ii Kemal Özçoban, bu arada ben, yasanın Meclis’ten geçmemesi için büyük savaşım vermiştik. Birkaç oturum sürdü. En son konuşmayı ben yapmıştım. Konuşmam o zaman Cumhuriyet’te geniş biçimde yayımlandı.. Yasa önerisi Suat Hayri Ürgüplü'nün kardeşi Nevşehir milletvekili DP'Ii Münir Hayri Ürgüplü'nündü. Babaları şeyhülislamdı. Bir yerde, bana bir söz atınca, "Şeyhülislamzade" demiştim. Burada önemli olan şey, DP hükümeti bu yasa önerisine sahip çıkmadı. Komisyon da yasa önerisini geri almak zorunda kaldı...
Ferda Güley'in yazısında geçen yasa önerisi, 1958'den bu yana köprülerin altından çoook sular geçtikten sonra, önce Danışma Meclisi'ne Mehmet Pamak'ça getirildi. Burada da savaşım verildi. Yasa önerisi, Danışma Meclisi'nden çıktı ama, Milli Güvenlik Konseyi onaylamadığı için kaldı...
1986 yılındaysa, 1958 yılındaki yasa önerisi bazı değişikliklerle yine gündeme geldi. Bu kez, Meclis'ten çıkıp Cumhurbaşkanının onayına gitti, onaylandı, 15 Ocak 1986 günlü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Türk Ceza Yasası'nda yapılan değişiklik, Atatürk’ün titizlikle üzerinde durduğu laiklik ilkesi, çok kişinin kanısınca zedelendi. Yasa maddelerinden biri şöyle:
"Her kim semavi dinlerden birine ait dini işlerin yahut ibadet ve ayinin yapılmasını men ve ihlal ederse altı aydan bir yıla kadar hapis ve beş bin liradan yirmi beş bin liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır.
Eğer bu fiilin işlenmesi sırasında cebir, şiddet, tehdit veya hakaret vaki olmuş ise, fail bir yıldan iki yıla kadar hapis ve on bin liradan altı bin liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır.
Her kim Allah'a veya semavi dinlerden veya bu dinlerin peygamberlerinden veya mukaddes kitaplarından veya mezheplerinden birine hakaret ederse, bir kimseyi dini inançlarından veya mensup olduğu dinin emirlerini yerine getirmesinden veya yasaklarından dolayı kınar, tezyif ve tahkir eder, yahut alaya alırsa altı aydan bir yıla kadar hapis ve beş bin liradan yirmi beş bin liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır..."
Kimse kimsenin dinsel inançlarını küçük göremez. Yoktur böyle bir şey, olamaz da. Ancak böyle bir yasa hükmünün arkasına sığınıp. Nurculuk, Süleymancılık, Nakşibendilik, din sömürüsü yapılırsa, onlarla nasıl, kim savaşacaktır?
1958‘de çıkarılamayan yasa, Danışma Meclisi'nden sonra Konseyden geçmeyen yasa, 1986 yılında değişikliklerle çıkabiliyor. Bunun üzerinde durup uzun uzun düşünmek gerek.
Yasa şimdiden eleştirilere uğramaya başladı. Emekli emniyet müdürlerinden Fevzi Karaman, yasayı eleştirerek şöyle diyor yolladığı mektupta:
| “...Evet, Anadolu halkı iklim ve coğrafi özelliği yönünden çabuk kızan bir karaktere sahiptir. Sinirlendiği zaman 'dinine kitabına' diye başlar ve yarım saat sonra da yaptığına, dediğine pişman olur. Hele ekonomik zorluklar ve çıkmazın egemen olduğu bu dönemde her türlü küfür ve sövme, ekmekten ve sudan daha kolay harcanıyor. Çünkü insanoğlu, yaşamı boyunca kendisinden ayrılmayan üç ruhsal yapı ile beraberdir. Bunlar; gülmek, ağlamak ve sinirlenmektir. Hele birkaç yıldır gülmek ortamının kalktığı ülkemizde ağlamak ve sinirlenmek en doğal hakkı oluyor insanın. Sinirlenen insan basar küfrü. Bu gidişle hapse girmeyecek adamı bulmak zor olacak ülkede. Polisin işi de nedensiz böylece arttırılmış olacak. Uygulama yeteneğinden yoksun yasalar, toplum yaşamında, düzenden çok düzensizlik yaratır. İnsan kafayı çeker, adama söveceğine, kendisini şikâyet etmeyecek ve mahkemeye vermeyecek olan Allah'a, kitaba söver. Çünkü karşısında somut bir varlık yok. Ayrıldıktan sonra yine sövdüğü Allah'a, kitaba sığınır, pişman olmuştur artık! Şimdi, 'Ne İsa’ya, ne Musa’ya yaranabildik...' derse bir insan mahkemelik olacak mıdır? Polis, iki peygambere hakaret edildi diye harekete geçecek midir?
İnsan huzur ve refah içinde bulundukça ahlaksal değerler önem taşır. Bu olgu ekonomik düzenin istikrarlı oluşu ile gerçekleşir. Tersine ekonomik düzensizlik halkın huzursuzluğunu artırır. Yaşamak bir borçtur. Bu borcu toplumun refah ve huzuru adına ödemeye gayret edelim".