Halk Susar, Ozan Konuşur...

Halk ozanı Hüseyin Çırakman, "Ekmekçi'' başlıklı şiirini, gazeteye gelip bırakmış. Çırakman, son günlerde işlediğim bir konuya değinmiş. Şöyle diyor Çırakman:
"Din sömürüsünden örnek yazmışsın,
İlgililer biliyorlar Ekmekçi!
Atatürk’ten örnek verip kızmışsın
Adım adım geliyorlar Ekmekçi!
Düşündükçe kurtulmuyor meraktan,
Savaş sürer İran ile Irak’tan,
Hangisi batıldan hangisi Hak’tan,
Cennet için ölüyorlar Ekmekçi!
Ederler şeriat, halife methin
Övgüyle söylerler Bağdat'ın fethinin;
Sevip, inanılan Cumhuriyetin
Temelini deliyorlar Ekmekçi!
Hani nerde geleceği görenler ?
Çağdaşlıkta halka umut verenler
Konuşurken on ikiden vuranlar,
Nasıl emin oluyorlar Ekmekçi?
Kandırmaya çok söylendi yalanlar,
Uyansınlar şu gaflete dalanlar,
Köşe başı Atatürkçü olanlar,
Aldırmayıp gülüyorlar Ekmekçi!
Din, inanç, Allah’la kul arasında,
Kim der ki, parayla pul arasında?
Sakalda, bıyıkta kıl arasında,
Kimi böyle biliyorlar Ekmekçi!
Bir değil, beş değil, bin kere yazın;
Alacağı yok ki beyinsiz kazın!
Hiç sesi çıkar mı düzensiz sazın?
Bolca zevke dalıyorlar Ekmekçi!
Çırakman'ım, kim saracak yarayı?
İlim, bilim, teknik bulsa arayı,
Beyin yıkamaya bunca parayı,
Sorsan nerden alıyorlar Ekmekçi!
* * *
Perşembe günü öğleden sonra, Ekin danışmanlık-Bilar A. Ş.'nin Ankara Sanat Tiyatrosu Salonu'ndaki, “Şiir-Müzik" izlencesi yapılamadı. Valilik, "söz dinlemiyor” gerekçesiyle, AST'ı, bir de Çankaya Sineması’nı üç gün süreyle kapatmıştı. Perşembe akşamı Tahsin Saraç’la deniz Türkali’nin izlenceleri vardı. Bir gün önce, Müştak Erenus’la, Alev Erkılıç’ın “Şiir-Müzik" gösterileri yapılmıştı. Böyle toplantıları izlemek isteyenler altı yüz lira ödeyerek girebiliyorlardı. Açıkoturumları izleme ise iki yüz liraydı. Ekin Düğünü, Hüsnü Göksel’e armağan ile Ruhi Su Geceleri’ni izleyiciler 1500 lira ödeyerek izlediler. Aziz Nesin, "Lafı parayla satıyoruz!" demişti. Bu, ticaret değil miydi?
İzlencelere katılanlardan hiçbiri, bir karşılık almıyorlardı. Ruhi Su’nun eşi Sıdıka Su'nun Ankara'da otel parasını kendisinin ödediğine tanık oldum Ekin Danışmanlık-Bilar A. Ş. yeni bir kuruluştu. Bunun tutunması, para kazanması gerekirdi ki, yaşayabilsin, ortaklarını da beslesin. Ortaklarının çoğu, 1402'den dolayı açıkta bulunan kişiler. Ne yapsınlar? Ticaret yapmak istiyorlar, bir şirket kuruyorlar; laf satmak istiyorlar YÖK dışında, bilim yapmak istiyorlar. Buna susamış insanlar var. Onlara bildiklerini, doğruları söyleyecekler. Görüşlerini açıklayacaklar. Salonlar, parayla alınmış biletlerle girenlerce hıncahınç doluyor. Aydınlar Ocağı’nın, TÜSİAD'ın açıkoturumları parasızdır. Kim gidiyor? Onlara kimse gitmesin demiyorum, onlara kızılmıyor, salonları kapatılmıyorsa, bu da engellenmesin. Bu haksızlık, bu insafsızlık diyorum...
Benzeri engellemeler İstanbul'da da başladı. Bunları göre göre, dışarıya "Türkiye'de özgürlükler var, demokrasi var" denebilir mi?
Perşembe akşamı, Ankara Sanat’ın önü ana baba günüydü. Bilet alanlar, "Şiir-Müzik" şölenini izlemeye gelmişlerdi. Polisler bekleşiyorlar, bir görevli oraya birikenleri videoya alıyordu. Ekin Danışmanlık-Bilar A. Ş yöneticileri, gelenlere biletlerinin geçerli olacağını, gelecek izlencelere bu biletlerle girebileceklerini söylüyorlardı. Kalabalık, ceplerinde biletlerle dağıldı, gitti. Burada bir yanlışlığı daha belirteyim; yöneticiler, Valilik çok büyük yanlış yapmıştır. Olaylar olsaydı, bunun sorumlusu kim olacaktı? Toplumu bunaltmaya kimsenin hakkı yok. O akşam, AST kapatılmayıp da, izlence gerçekleştirilseydi ne olacaktı? Şimdi ona geliyorum; Aziz Nesin bir konuşma yapacaktı. Kendisi olmadığı için konuşması bir başkasınca okunacaktı. Azız Nesin'in konuşması Tahsin Saraç'ın şiiri ile ilgiliydi, daha önce Milliyet Sanat Dergisi'nde yayımlanmıştı. Aziz Nesin bu yazısının girişinde şöyle diyordu
"Tahsin Saraç'ın sadık bir okuruyum. Şiirlerini, dergilerde yayımlandığında, kitaplaştıklarında okumuştum. Bu kez bir hafta boyunca geceli gündüzü Saraç şiir kürü yaptım. Ne iyi etmişim. Bütün şiir severlere böyle yapmalarını salık veririm. Sevdikleri şairlerin şiirleriyle bir şiir kürü yapsınlar. Böylece tanıdıkları bir dünyanın bilmedikleri coğrafyasını keşfetmiş olacaklar, hem de ruhsal yapılarının arınıp durunduğunu duyumsayacaklar...”
Yazının sonu da şöyle bitiyordu;
Saraç bir umut şairidir, ama pembe bulutlar üstündeki düşlemsel umudun şairi değil. Bizi kara görünümlerin en dibindeki kapkaranlığa götürdükten sonra, karamsarlıkta bırakmadan o kara derinliklerden ışıltılı umut doruklarına yüceltir..."
Sonra Tahsin Saraç, şiirlerini okuyacaktı. Sonra Deniz Türkali güzel sesiyle "Özgürlük" şarkısını söyleyecekti gitar eşliğinde;
"Özgürlük baskıya gönül vermek değil, / Bir koyun gibi kafa sallamak hiç değil, / özgürlük bomboş, ıssız uzay değil, / özgürlük saflarını seçmektir".
Sonra yine Tahsin Saraç “Soyut Saptama" şiirini söyleyecekti: "Acılar zincirden boşanmış boğa / ölüm tayfunları uğulduyor /Bir sürem soğuk kara.
Puslar aralandı, yarıldı toz bulut / Kaydı artık yaşam yarınsızlığa. Açlıkla döllenmiş toprakta / Kanlı bayrak çekmiş / Pınarlar ilk suya. Dibek dövüyor kolsuzlar / Başaksız harmanlarda.
Ve umut sallanıyor hiçlikten boşluğa.
Yine Sevgin / Ve gök çadırı dostluğun: / Tutunduğum çiçek sapı / Uçurum kıyısında".
Aldı Deniz Türkali, “Üşür ölüm Bile"...
"Bir ormanda tutup onu / Bağladılar ağaca / Yumdu sanki uyur gibi / Gözlerini usulca / Bir soğuk yel eser üşür ölüm bile /Anlatır akan kanıı beyaz sesiyle".
Aldı Tahsin Saraç: "Dar geçit" şiiriyle...
"İki doruk arası bir dar geçitte / Sevgi de boğuntu de artık erdemde. Eşik altına saklanan fbir anahtar gibi / Kapandı tüm sayfalar günü gelesiye.
Sen ki hem burdasın hem kaç yıldız ötede / Ermişlere özgü bir tepkisizlik/ Yaz ortası güz gölgeli yüzünde / Ben ki ozan, söz tanrısı/Sözsüzleşiyorum bunca söz arasında / Bakışsız suskunluğunun önünde.
Yıllandıkça ekşiyor tenimiz de / Ve biz / Kayatuzu yalayan bir dil örneği / Değip geçiyoruz gençliğe, güzelliğe. / Kendinde başlıyor insan, kendinde bitiyor yine / Ve hiçbir şey derine kök salamıyor / Yalnızlığı olmayan kişide. /  Unutma, bu gündönümünde / Kıyımcı satraplar iz sürüyor gecede”
Böyle sürüp gidecekti. Olmadı. Bir şey oldu; gecenin yapılamaması üzerine, Ekin Danışmanlık-Bilar A. Ş. yöneticileri, kimi dostlar kalkılıp Mülkiyeliler Bıriiği'ne gidildi. Orada, Tahsin Saraçla, Deniz Türkali izlenceyi uyguladılar. Yenildi, içildi. Geç olmuştu. Serpil Bozer, Yakup Kepenek’le ikimizi evlerimize bıraktı...
* * *
Prof. Necdet Özdemir öldü, beyin kanamasından. Cumartesi arkadaşlarımızdandı Necdet Özdemir. Ölümünden önce "Arkadaşlarıma söyleyin, lütfen bir araya gelip, söyleşip, içsinler, beni ansınlar!" demiş.
Necdet Özdemir, 1931 yılında Doğubeyazıt'ta doğmuş. Demiryolu Meslek Lisesi'nde okumuş. DDY’de "hareket memurluğu" yapmış. Demiryolu Meslek Lisesi'nden, Fransa'da doktoraya dek; bilim yapmış, kendini yetiştirmiş. Ticaret hukuku profesörüydü. Genç yaşında emekliye ayrılması, 1402’likler arasında görevden alınacağı haberlerinin kendisine ulaşması yüzünden oldu. Van'da yayımlanan bir dergide çıkan bir yazıda suç olup olmadığı konusunda, bilirkişilik yapmış, "yazıda komünizm propagandası yok" raporu vermişti. Diyarbakır'da ise mahkeme sanığı komünizm propagandası yapmaktan cezalandırmıştı. Yargıç ayrıca, bilirkişi raporunu da ters bulmuş. Necdet Özdemir aleyhine dava açılmıştı. Diyarbakır'da Savcılık suç duyurusunda bulunmuştu. Arkadaşları:
Dönem o dönem değil, sen emekliliğini iste; seni 1402 ile görevinden alacaklar! diyorlardı. 1983 yılında, genç yaşında emekliliğini istedi. Emekli oldu. Hakkında açılan davada da aklandı. Çok üzgündü. Gece gündüz kendini içkiye verdi. Cuma günü beyin kanaması geçirdi. Numune Hastanesi’ne kaldırıldı, felç de gelmişti. Cumartesi arkadaşları koştular, ölüm haberini alınca Orhan Ural şöyle dedi:
Fırtınalı bu denizde küreği kırık bir kayıkta gittim, geldim!
Çok üzgündü. Fıkralar anlatmayı seven Necdet Özdemir, acılarını içine mi gömüyordu? Çok duygulu bir insandı...
Necdet Özdemir'in cenazesi bugün öğleyin Maltepe Camisi'nde yapılacak dinsel törenle kaldırılacak. Daha önce, saat 10.30'da Gazi Üniversitesi’nde de bir tören yapılacak. Ben düşünüp duruyorum:
Necdet'ler ölüyor mu, öldürülüyor mu? Canlarına mı kıyıyorlar? Cumartesi günü, ‘Cumartesi arkadaşları" Körfez’de oturduk. Necdet'i andık!