Veysel’den Fıkralar...

Prof.  Fehmi Yavuz anlatır "Domuz ve Beslenme Sorunları" adlı yapıtında;  şık Veysel İstanbul'a her gelişinde, Sabahattin Eyuboğlu'nun evinde, dostlara konserler verirmiş. Sofra başında bir yandan yenilir, içilir, bir yandan da türkü söylenirmiş. Bir ara sofraya domuz salamı gelmiş Sabahattin Eyuboğlu Veysel'e sormuş.
— Veysel kardeş, domuz salamı var, yer misin?
Duraksamadan karşılık vermiş Veysel:
— Ağzına girenden değil, çıkandan korkmalı?
Sonra salamı keyifle yemiş...
Tercüman’cılar, Veysel'in domuz salamını şapur şupur yediğini bilseler, cuma günü onun şiirlerini yine yayımlarlar mıydı ne bileyim?
Bir gün Veysel'e sormuşlar:
— Usta, saz çalıyorsun, şiir söylüyorsun iyi. Gelgelelim, bizim gördüğümüz halk şairleri, saz çalarken, bir ellerini de sazda gezdiriyorlar. Sen bir yeri tutuyorsun, hiç elini, parmaklarını oynatmadan çalıyorsun sazını...
Veysel karşılık vermiş:
Onlar, benim tuttuğum yeri arıyorlar! Onun için gezdiriyorlar parmaklarını, tellerin üzerinde!
şık Veysel, uzun yıllar köy enstitülerinde "usta öğretici" olarak çalıştı, öğrencilere sazını dinletti; onlara dersler verdi. Köy enstitülerinin kurucusu İsmail Hakkı Tonguç, tutmuştu Veysel'in elinden.
şık Veysel'le bir dost evinde, Günbulut'larda buluşup konuşmuştuk. Konuşmamızdan bir yıl sonra öldü. Yaşamöyküsünü soruyordum:
78 yıllık bir hayat bu, diyordu, bir günde bir ayda anlatmakla bitmez ki, acı hayatım var, fakat ben şikâyetçi değilim. Gözlerim kapanmış, dünya bana zindan olmuş, beni de dünyaya tanıtmış. Şikâyetçi değilim, müsterihim.. Babam, Birinci Dünya Savaşında bir kızla everdi beni, sonra sekiz yıl beraber kaldık. Annem, babam öldü. Ağabeyim yalnız iş çeviremiyor. Komşunun birini hizmetçi olarak aldık. O da sütünün iktizası o cahil kadını kandırıyor, ondan önce bir oğlan çocuğumuz oldu. Memesi çocuğun ağzında kalmış. Çocuk öldü, ikinci bir kız oldu, altı aylıkken onu da bıraktı kaçıp gitti. Sonra tekrar evlendim, iki evliliğim ondan ibaret...
Veysel'in altı çocuğu, onaltı torunu vardı. Oğullarından biri öğretmen Ahmet, Veysel'le birlikte dolaşıyor, babasının gezilerinde yardımcı oluyordu. Bir ara sordum:
Rakı içmek ister misin Veysel amca, yemek altına!
Adamın güleceğini getirme Allahaşkına!
Son şiirini söyler misin Veysel amca?
Söyleyeyim:
"Beni hor görme kardeşim,/ Sen altınsın ben tunç muyum?/ Aynı vardan var olmuşuz,/ Sen gümüşsün, ben sac mıyım?/
Ne var ise sende bende,/Aynı varlık her bedende;/ Yarın mezara girende,/ Sen toksun da, ben aç mıyım?
Kimi molla, kimi derviş,/ Allah bize neler vermiş;/ Kimi arı çiçek dermiş;/ Sen balsın da ben çeç miyim?
Topraktandır cümle beden,/Nefsini öldür ölmeden,/Böyle emretmiş yaradan,/ Sen kalemsin ben uç muyum?
Tabiata Veysel aşık,/ Topraktan olduk, kardaşık;/ Aynı yolcuyuz, yoldaşık,/ Sen yolcusun ben baç mıyım?"
Rakıya su ister misin Veysel amca?
Yoo, harama hile katmam ben!
Veysel, köy enstitüsü yıllarını anlattı söyleşimizde. "Enstitüler olmasaydı daha yüz yıl köylere okul girmezdi" dedi, ilk Arifiye Köy Enstitüsü'nde işe başlamış. Sonra Çifteler Köy Enstitüsü'ne, Hasanoğlan Köy Enstitüsü'ne gitmiş, dersler vermiş. Çocukları yetiştirmiş. Ancak ders dışında Veysel, dehşetli sıkılırmış. Bir odaya onu koyuyorlar, ders saatlerine dek orada bekliyormuş Veysel. Köy enstitüleri günlerinden bir anısını şöyle anlattı:
"Çifteler Köy Enstitüsü'ndeyken, Raşit Toygan adında genç, neşeli, şakacı bir öğretmen var Zenaat öğretmeni. Elektrik çalıştırıyor, sanat dersine giriyor, şoförlük yapıyor öğretmen odasında otururken gelir, sandalyeyi böylesine tutar geriye, devirecek gibi:
Bana bir şiir yazmazsan, sazının sarı telleri kırılsın! der.
Ne yazayım Raşit Bey ben sana ne yazayım? diyorum
Bir yırtık, pırtık tulum giyer, elini cebine sokar, parmakları aşağıdan çıkar! Elimi tutar gösterir;
İşte vaziyeti görüyorsun ya, buna göre birşeyler düşün!
Adamı sevdim. Fakat elde bir konu yok. Günün birinde Eskişehir'e geliyor; gelirken yolda taksi bozuluyor. Orda Harmandalı diye bir köy var, bir çift at almış, taksiyi atlarla çeke çeke getirdi okula. Motorlu araca da hayvan koşmak tuhaf oluyor malum. "Şimdi yakaladık, dedim, konuyu" başladım:
"Sabah sabah bana çatma,/ Ne istersin Bay Raşit?/ Uzun, kısa söz uzatma/ Sözlerimi duy Raşit!
Akıl, fikir yok mu başta?/ Ayna yok mu, bak yamaçta?/ Eller cepte, parmak boşta,/ Giyme şunu, soy Raşit!
Ceplerinin dibi delik,/ Nedir şendeki bebelik?/ Ne sarhoşluk ne semelik;/ Sanki içmiş mey Raşit!
Raşit çok adın gibi,/ Hiçbir tad yok tadın gibi,/ Yontulmadık odun gibi,/ Uzatmışsın boy Raşit!
Veysel dolarsa taşıyor,/ Gören bu işe şaşıyor,/ Tenezzühe at koşuyor,/ Çekmez bunu tay Raşit!".
Simdi okulda ad taktılar "Tay Raşit, aşağı, Tay Raşit, yukarı!" adam güceniyor, diyor ki:
Tuluma filan baktıydın, biliyordun. Boyumun uzunluğunu nereden bildin?
Konuşurken sesin yukarıdan geliyordu, dedim...
Raşit yine takılıyordu:
Eğer radyoda söylemezsen sazının sarı telleri kısılsın!
Geçen yıl Anafartalar'da rastlaştık. Aman, boynuma bir sarıldı, kahveye götürdü, oturduk. Ayağının altında bir yara varmış, yara boşa gelsin diye, ayakkabısının altına demir koydurmuş..
Veysel amca, evvelce tay idim, şimdi at oldum, buna da bir şiir düşün Allahaşkına"
Veysel, "Şimdi istek saati..." dedi, dinleyen dostlarının hangi türküleri istediklerini sordu. Bir yandan da sesinin iyi olmadığını söylüyordu. Şu fıkrayı anlattı:
"Hoca, namazda ‘Esselâmünaleyküm verahmetullah' deyince, Bektaşi, ’Aleykümselâm! demiş. İmam tabii kızmış, ‘Vayy, demiş, namazı bozdun, nereden geldin, defol git şuradan!' Bektaşi karşılık vermiş, ‘Hoca, ben ne yaptım? Sen selâm verdin, ben de aldım!' Hoca:
Ben sana mı selâm verdim? Meleklere selâm verdim! deyince Bektaşi dayanamamış:
Eee, hocam, senin gibi imamın da benim gibi meleği olur! karşılığını vermiş". Veysel ekledi:
78 yaşındaki adamın da sesi bu kadar olur, kusura bakmayın!
Veysel'in Ankara'da, İstanbul’da, İzmir'de yurdun pek çok yerinde sevdiği dostlaları vardı. Onları bu kentlere gelince arar, sorar ama Veysel'in kendisini tanımayan yoktur. Veysel'e bunu anımsattım şöyle dedi:
Tilki bir gün köye gelmiş. Bir köylü, "Aaaa, tilkiye bak!" demiş. Bir başkası, "Sahi, tilki bak!" Bir öteki, “Tilkiye bak. tilkiye!" diye yinelemiş
Tilki, konuşanlara dönüp bakmış:
Yahu, bunların hepsi beni tanıyorlar, ama ben hiçbirini tanımıyorum! demiş Veysel ekledi; "Biz de öyle olduk, tanıyanımız çok!" Veysel'i görenler, duyanlar tanıyorlar. Veysel, şöyle dedi:
Benim de kulağımda çınlayan bir ses kalır, onunla hatırlarım. Benim konuştuğum adamlar, beni unutmasınlar. Yeter bu benim için…