"Beybaba"nın ölüm yıldönümü, bu yıl adına konan şiir ödül töreni de olduğundan, sevenlerinin çoğunu bir araya getirdi. Vedat Türkali, çağrıyı geç aldığından İstanbul'dan gelemedi. Çok kişinin de haberi olmamıştı "Beybaba", Dr. Ceyhun Atuf Kansu'ya, cumartesi arkadaşlarının taktıkları addı. Cumartesi toplantılarının dörtbeş kurucusundan biriydi. Söyleşileri de, şiirleri gibi. Şiirlerini yayımlamak için öyle çok baskılı dergileri, gazeteleri aramaz, bir "Ilgaz" Dergisi, Anadolu'da çıkan bir dergi ya da gazete, yeterlidir. Bir gün şöyle demişti:
Eğer bu şiirler kalıcıysa, nerede olsa okunur. Toplanır. Onun için ben aramam. Çıksın da nerede çıkarsa çıksın...
Böylece bir Ilgaz’ı, bir Anadolu dergisini de sevindirmiş, gönendirmiş olurdu.
Onun yazıp arkadaşlarına verdiği şiirleri de vardır. "141-142" şiiri bunlardan biri. Henüz yayımlanmadı...
Ceyhun Atuf Kansu şiir ödülünü Dr. Behçet Aysan aldı. Daha önceleri Varlık'ta "Yaşar Nabi Ödülü"nü kazanmış. Törende, Ceyhun Atuf’un kızı Bahar Gökler konuştu. Ödülü eşi Muzaffer Kansu verdi. Ödül Seçici Kurulu’nda şunlar vardı: Cahit Külebi, Ahmet Erhan, Refik Durbaş, İsmail Karaahmetoğlu, Emin Özdemir, Bahar Gökler, Talip Apaydın, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu.
Ceyhun Bey, 17 Mart 1978’de öldü. Yalçın Küçük'le konuşuyorduk o anlattı:
Yürüyüş Dergisi'nden çıkmış, yürüyordum. Ceyhun Bey'in, sokakta, yere düştüğünü gördüm. Koştum, tutup kaldırdım. Konuşamıyordu. Hastaneye kaldırılırken ölmüş. Beni çok severdi, “Ekonominin ozanısın sen!" derdi.
Şevket Süreyya Aydemir de, yıllar önce martın son haftasında bir gün ölmüştü. Onun bugün de güncelliğini koruyan ne güzel yazıları vardır. Elim değmedi henüz, bir gün değinirim sanıyorum.
Yiğit Savcı Doğan Öz de, 24 Mart 1978'de öldü, öldürüldü. Savunman Veli Devecioğlu, Doğan Öz için "O, uğraşımızın kutup yıldızıydı" dedi.
* * *
Bu hafta birkaç sergi gördüm Mi-Ge'de ressam Fikri Cantürk'le tanıştım. Şefik Bursalı da oradaydı. Fikri Cantürk'e "çileli ressam" desem yeri. Çok güç bir yaşam savaşı vermiş. Oradan oraya sürülmüş. Çekişmelerden, çekiştirmelerden yüzakıyla çıkmış. Cantürk'ün sergisi sürüyor.
Viyana'da yaşayan sanatçılarımızdan Ersin Anibal İlercil'in Galeri Nev’deki sergisi kapandı. Ersin Anibal İlercil 1947 doğumlu. Robert Kolej’den sonra, ODTÜ Ekonomi Bölümü'nü bitirmiş, çevirmenlik, otelcilik, gazetecilik, Viyana'da Türk elçiliğinde memurluk yapmış. Çeşitli uğraşları denedikten sonra, en çok sevdiği ressamlıkta kalmış. Artizan’da Utku Varlık, Vakko’da Ekrem Kahraman -onun şiir kitabı da geldi- Tanbay'da Yalçın Gökçebağ Leyla Onat'ın Türkuaz'da sergileri, izleyiciler, ressamlarla doldu taştı. Zafer Gençaydın, Kayıhan Keskinok, Duran Karaca, Veysel Günay, Cemil Eren, Turan Erol, Fethi Arda, Uğur Bilge sergilerde görebildiklerim... Yalçın Gökçebağ saz da çalar. Ressamlar, ürünlerini varsıllara satıp, eş dostlarıyla yer, içerler...
* * *
Prof. Sadun Aren'in "Ekonominin Geleceği" konulu konuşması Mülkiyeliler Birliği salonunda, çarşamba günüydü. 2 nisanda da Reha İsvan’ın konuşması olacak.
Sadun Bey'i herkes bir ders dinler gibi dinledi öğrencileri Sadun Bey için şöyle derler:
Sadun Bey, ders anlatırken, kafanızı açar, içine bilgiyi yerleştirir, sonra kapatır..
Hiç yorulmaya gerek yok yani! Sadun Bey de, konuşmasında ekonominin bir tablosunu yaptı, bir ressam gibi. Ona da ekonominin ressamı diyeyim mi? Sadun Bey özetle şöyle dedi:
"Bu konuşmada önümüzdeki dönemde karşılaşacağımız ve çözmek zorunda olduğumuz bazı önemli sorunlara değinip bunları tartışmaya çalışacağım. Bunlar 'gelir dağılımı', ‘teknolojik gelişme' ve 'bağımsızlık' sorunlarıdır. Ancak, daha önce birkaç noktaya değinmek istiyorum.
Bugüne ışık tutmak -bugün ne yapmamız gerektiği konusunda bize yol göstermek bakımından- geleceğe dönük araştırmalar (tarih araştırması) kadar önemlidir. Bunlar birbirlerini tamamlarlar. Hatta bazı durumlarda, geleceğe dönük araştırmalar, bugüne daha fazla ışık tutabilir.
Değinmek istediğim bir başka nokta, ekonomik gelişmenin toplumun tüm olarak gelişme ve değişmesinden ayrı düşünülemeyeceği hususudur. Bunlar karşılıklı etkileşim içindedirler. Bu ilişki yalnız altyapı-üstyapı biçimindeki sosyolojik(niteliksel) bir bağlantı olarak değil, aynı zamanda, ekonomi geliştikçe, toplumsal yaşamın diğer yanlarının da ona koşut olarak gelişme olanağı kazanması biçiminde, yani niceliksel bir bağlantıyı da içerir. Yani, ekonomi geliştikçe daha çok bilim, daha çok spor yapılabilmesi demektir. Bu nedenle, sadece ekonomik gelişmeden sözedilemez.
Üçüncü bir nokta, gelişmenin hemen hemen her zaman, değişme ile birlikte gerçekleştiği konusu ile ilgilidir. Bu nedenle -arada uzunca bir zaman süreci olduğunda- gelişmeyi nicel olarak ölçmek olanaksızlaşır, ya da yanıltıcı olur. Aslan kurttan diyelim, 5 defa daha büyüktür ama, 5 kurt 1 aslan etmez. Ya da diyelim, 1 elma, 1 armuttan iki kat daha fazla kalorilidir ama, 2 armut, 1 elma etmez! Aynı durum, Türkiye ile, diyelim, ABD ya da bugünkü Türkiye ile 10 yıl sonra ya da önceki Türkiye karşılaştırmalarında da sözkonusudur. Bundan şu çıkar ki, gelişmişlik farkı, esas olarak niteliksel bir terktir. Bu nedenle, niceliksel hesaplarla farkın şu kadar yılda ancak kapanabileceğini düşünmek -bu yönden- karamsarlığa düşmektir.
Türkiye kapitalist bir ekonomik ve toplumsal yapıya sahiptir. Ve dünya kapitalist sisteminin bir parçasıdır. Kapitalizmin bir ülkede nasıl geliştiğini biliyoruz. Önümüzde gelişmiş kapitalist ülke örnekleri var. Buna göre biliyoruz ki, kapitalizm, sermayenin gittikçe daha az sayıda ellerde toplanarak, yani tekelleşerek gelişmesidir. Tekelleşme hem rekabetçi kapitalizmin doğal bir sonucu, hem de kapitalizmin gelişmesinde ortaya çıkan sorunların çözüm yoludur. Bu sorunlar, üretim anarşisi ve ileri teknolojiyi uygulama zorunluğudur. Tekelci gelişme, toplumda küçük ve orta üreticileri yıkar ve bunları da ücretli emekçilere dönüştürür. Kapitalist toplumlarda sermaye, emekten daha güçlüdür. Bu güç, sermayedarların ekonominin yöneticisi olmasından kaynaklanır.
Demek oluyor ki, kapitalist toplumlarda gelir bölüşümü(dağılımı) daima adaletsiz olur. Bu adaletsizlik kapitalizm geliştikçe artar. Hem orta zenginler yok olur. Hem de kapitalizm geliştikçe gelir dağılımı bozulur. Kötü değilmiş gibi görünen yanı, asgari gelirin, bizim 'fıkralık' dediğimiz rakamın üstünde olmasıdır. Örneğin ABD'de işçinin de arabası, evi var ama, o patronu gibi tatil yapamaz.
Bir ülkede teknoloji gelişmiyorsa, yaşam düzeyini düşürerek durumu iyiymiş gibi gösterebilirsiniz. Durum sonunda Nasrettin Hoca'nın eşeğine dönebilir. Hani Hoca, ‘tam alışacaktı; öldü!' der ya, öyle.
Çok yapılan bir yanlışa değinmek istiyorum: Ücretlere zam yapıldığı zaman enflasyona neden oluyor, diyorlar. Ücret yaşam standardını belirleyen bir şeydir. Bir malın değeri, kâr, ücret, hammadde ile ölçülür. Kapitalist kârı maliyet saymaz!
Teknolojik gelişmeye gelince, ekonomik kalkınma meselesi, teknoloji geliştirilerek sağlanır. Ülkenin teknolojik gelişmesini bireysel girişimcilere bırakamayız. Artık Türkiye, teknolojik aşama yapma zorundadır. Daha fazla pirinç, daha fazla buğday üreterek Türkiye gelişemez. Demek oluyor ki, önümüzdeki dönemde temel sorunlardan biri teknolojik düzeyimizi yükseltmektir. Bu kolay bir iş değildir, önümüzde büyük engeller vardır örneğin, bilgi ileri ülkelerin tekelindedir. Uygulama hem çok büyük hem çok değişik sermaye donanımı gerektirmektedir. Ülkelerarası rekabet konusu vardır. Bu nedenle konuyu devlet politikası olarak ele almak zorunludur. Bu konuda ileri ülkelerin dümen suyunda gitmemek onlarla cebelleşmek gereklidir. Ayrıca, ileri teknoloji almak konusunda sosyalist ülkelerden yararlanmak olanağı da vardır. Ancak, bütün bunlar, ülkenin çıkarlarını savunmak konusunda özgür olmasını gerektirir. Bu da bizi 'bağımsızlık' sorununa getirir. Bağımsızlık, ekonomik kalkınmanın temel bir aracıdır. Gelişmiş ülkelerin bağımsızlığa gereksinimleri yoktur. Çünkü bu ülkelerin çıkarları konusunda yanıltılmaları ve çıkarlarını savunma konusunda engellenmeleri sözkonusu değildir. Bunlar azgelişmiş ülkeler için sözkonusudur. Bağımsızlık, modası geçmiş, hamasi, içi boş bir slogan değil, kalkınmanın temel bir aracıdır. Özetlersem, gelir dağılımının bozulması sözkonusudur. Teknolojik gelişme, bağımsızlığa bağlı, o da yabancı sermayenin baskısı altında..."
Sadun Bey konuşurken, aşağıdan, yoldan polis telsizlerinde sesler salona dek geliyordu...
30 Mart 1986, Cumhuriyet