Ali Yüce’nin İzlenimleri...

Arapça bir söz varmış: “Mektup başlığından belli olur" anlamına. Meraklısı giderek arttırılmak istendiği için Arapçasını da yazayım: "El mektub yenfehim min unvanıhi." Ne Arapçanın ekinimizde yayılmasından, sözcüklerinin dilimizde kalmasından yanayım, ne de her şeyin Araplaştırmasından. Dilimizi yabancı diller boyunduruğundan kurtarmak için elimizden ne geliyorsa yapmalıyız.
"Mektup başlığından belli olur” sözüyle, okur mektuplarına değinmek istiyordum Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, iki yazıdır okur mektupları üzerinde durdu. Yerini okurlarına verdi. Onun 23 mart pazar günü çıkan bir okur mektubu üzerine, bir başka “Ankara Notları"nda duracağım. O yazıyı kaçırmış olanlar varsa, bulup okumalarını öneririm.
Okur mektuplarını çok seviyorum. Hemen hemen hiçbirine yanıt veremem. Belki, onlar da beklemezler bile. Ancak kimi yazılarda, kimi yazıların satır aralarında, mektuplarına bir yanıt bulurlar. Okur mektupları, yazarın ayağını yere basmasını sağlar. Başlıklarından da yazara, sıcak ya da soğuk yaklaşımları, bakıştan, hemen anlaşılır.
Ozan Ali Yüce, Salihli’de "Şiir İkindileri" toplantısına gidip döndü. Sevincinden uçacak gibiydi. İzlenimlerini bir mektupla yazıp verdi. Çok hoştu "Ankara Notları"nı parsellemedim ya, bugün Ali Yüce’nin izlenimlerine ayırırım, diye düşündüm. İşte Ali Yüce’nin izlenimleri:
“Sevgili Ekmekçi,
Şiir düğününden geliyorum. Bu düğünden biraz daha zenginleşerek dönüyorum. Gene bir hayli yeni akrabalar edindim. Sözünü ettiğim zenginlik sevgi zenginliği, akrabalık da sanat akrabalığıdır. Sanat akrabalarım bana, doğal akrabalarımdan daha çok ilgi ve yakınlık gösterdiler. Bunca sevgiyi benim her organında bir protez taşıyan yıpranmış bedenim nasıl kaldıracak bilmiyorum.
Salihli’de düzenlenen ‘Şiir İkindileri’nin ikincisi 15 martta yapıldı. Aynı gün saat 11.00’de, iki otobüs dolusu sanat düğüncüsü İzmir’den yola çıktık. Yol boyunca Şadan Gökovalı bizlere, tarihsel, mitolojik öyküler anlattı, şiirler okudu. Bir tarihsel kalıntının yanından geçerken otobüsler duruyor, düğüncüler iniyordu. Gökovalı, ses büyütücüsünü omuzladığı gibi tarihsel bir duvarın üzerine fırlayıp, mikrofonunu ağzına dayayarak başlıyordu anlatmaya. Onun anlatımıyla binlerce yıl önce ölmüş krallar, askerler, köleler, tarihin derinliklerinden çıkıp aramıza karışıyorlardı. İnsanın küçük çocuklar gibi ‘Anaaaa!’ diyerek kaçası geliyor kimi öyküleri dinlerken. Gökovalı bunca öyküyü, bunca tarihsel olayı ve kahramanı en küçük bir yanılgıya düşmeden nasıl usunda tutuyor şaştım kaldım. Dahası var. Yerden bir çiçek alıyorsunuz, Şadan hemen yanıt veriyor: ‘Yirmi bir çeşidi var.’ Bir ağaca rastlıyoruz, ‘Beşbin yıl yaşar, kırk sekiz çeşidi var' diyor. Sen, Ege bölgesi sanat ve kültür ansiklopedisisin be yeğenim!' dedim. Ozan Çınar Çığ dert yandı Şadan'dan 'Beni bu arkadaş karacahil bıraktı Ali Amca, dedi. Bilgi öğrenme fırsatı vermiyor bana. Bir şey gerektiğinde söyleyiveriyor, ben de hazıra konuyorum, böylece cahil kalıyorum.'
Salihli Kültür Merkezi’nin konferans salonuna girince şaşırdım. İzlence başlamadan çok önce dolmuştu salon. Sonra gelenler ayakta kaldılar. Gökovalı'nın sunuculuğunu yaptığı izlence, ‘Şiir İkindileri'ni düzenleyen Salihli Belediye Başkanı Zafer Keskiner’in kısa konuşmasıyla saat 15.00’te başlayıp 18.30'a dek ilgiyle izlendi. Zafer Keskiner, Atatürk’ün ‘Sanatsız kalan bir ulusun yaşam damarlarından biri kopmuş demektir’ özsözünü uygulamaya koyan gerçek bir aydın.
Üç buçuk saat süren izlence boyunca yirmi kadar yöre ozanı şiirlerini sundular, coşkunca alkışlandılar. Genç gitarist Maria Rita Epik gitarıyla ve şiirle yıkanmış sesiyle dinleyenleri bir güzel yıkadı. Bir daha kirleneceklerini sanmıyorum. Doğrusu Salihli'de böyle bir sanat olayıyla karşılaşacağımı ummuyordum. Böyle bir sanat bayramının temelinin atılmasında emeği geçenleri yürekten kutlamak gerek. Ayrılırken içim çok güzel duygularla, güzelliklerle doluydu.
Ertesi gün Şadan Gökovalı bizleri Gökova’ya götürdü. Görünce dilim tutuldu. Cennet onun yanında sönük kalır. Gökova ve çevresini görünce yurdumu daha çok sevmeye başladım.
Sevgili Ekmekçi akrabalar arasında sevgilerle dolu bir hafta geçirdim. Aralarında paylaşamadılar beni. Her birine bir lokma düşmedim. Hangi birinden söz edeyim bilmem ki. Hepsi birbirinden güzel. En yeni akrabalarım Doç. Dr. Şerafettin Canda ile eşi Doç. Dr. Tülay Canda. Öğretmenlikle doktorluğun çilesini bir arada ve güçbirliğiyle göğüsleyen bu iki bilim ve sevgi savaşçısıyla tanışmakta çok geç kalmışım meğer. 9 Eylül Tıp Fakültesi’nde Şerafettin’in başkanı olduğu Pataloji Anabilim Dalında raporlar bir ya da en geç iki günde çıkıyor! İyi mi? Şerafettin öğrencilerine bilgi değil, bilgi öğrenmenin yollarını öğretiyor. Hani Hint düşünürlerinden biri vakit geçirmek için ırmaktan balık tutar, tuttuğu balıkları suya geri bırakırmış. Oradan geçen bir yolcu, düşünüre: 'Bana bir balık ver de yiyeyim' deyince düşünür şu yanıtı vermiş: 'Sana bir balık verirsem, bir kez balık yersin. Ama sana balık tutmayı öğreteyim de her gün balık ye!’ demiş ya. Şerafettin bu anlayışta. Şerafettin'in demokrasi ve özgürlük konusundaki görüşü de çok çarpıcı: ‘Tabanca çekerek çiçekleri aynı renkte açtıramazsınız. İnsanlar çiçeklerden daha aşağı değildir' diyor."