Vay Mübarek Hayvan Vay!

Vehbi Dinçerler’in anlattığı fıkra, insanların olayları işlerine geldiği biçimde yorumladıklarını mı vurguluyordu? Dinçerler, fıkrayı Emniyet Genel Müdürü Saffet Ankan Bedük’le eşinin, Polis Haftası dolayısiyle 67 ilin emniyet müdürü onurlarına verdikleri kokteylde anlattı. Vehbi Bey şöyle dedi:
"Adamın biri hocaya sormuş:
Hocam, ramazanda bir kızı öpmek orucu bozar m?
Bozmaz, diye karşılık vermiş hoca!
İyi öyleyse, demiş adam, benim oğlan oruçluyken senin kızı öpmüş de!
Neee, diye fırlamış hoca, vay kerata vay!"
Vehbi Bey, fıkrayı anlattıktan sonra, kalabalığa yürürken:
Ben de size bir fıkra anlatayım, dedim.
Anlat bakalım, dedi Vehbi Bey.
Fıkra gerçekte Prof. Fehmi Yavuz'un. O da, eski bir Demokrat Parti il başkanından dinlemiş. Şöyle: Yirminci yüzyılın başına dek, Anadolu’da Müslümanlarla, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler yanyana, hır gür çıkarmadan yaşayıp gitmişler. Akdeniz kıyısında, yüz yıl önce, bir Rum komşu, hocanın 5-10 sarı lirasının olduğunu öğrenir. Bir gün bu parayı değerlendirmek için hocadan isler, işletilmeyen para, durduğu yerde çoğalacak değil ya, hoca Rum komşusunun dürüstlüğüne güvenmektedir. Parayı verir. Bir yıl sonra Rum, üç sarı lirayı pararın üremi(neması) olarak, hoca efendiye getirip verir, öbür yıl, Rum, hoca efendiye altı sarı lira verir. Hoca efendinin on sarı lirası neredeyse iki katma yükselmiştir.
Vehbi Dinçerler, gülümseyerek dinliyordu:
Eee, dedi.
İyisi, gün gelir, Rum üçüncü yılın üremini yani nemasını da getirdiğinde, sorar:
Sağol komşu, yalnız bu değirmenin suyu nereden geliyor? Onu anlatıver... der.
Hoca efendi, kızmayacağına söz ver anlatayım, diye hocadan söz aldıktan sonra Rum komşu anlatmaya başlar:
Senin on lirayla beş dişi domuz aldım...
Ne yaptın ne yaptın? diye bağırmaya başlar hoca. Rum komşu, hocanın kızmamaya söz verdiğini anımsatır, anlatmayı sürdürür
İlk yıl beş dişi domuz yirmi beş yavru verdi. Bunlardan erkekleri besleyip sattım. Dişileri damızlık ayırdım. Çoban, yem, bakım parasını karşıladıktan sonra, sana üç sarı lira getirdim. İkinci yıl da, masraflar çıktıktan sonra altı sarı lira kaldı. Onu da sana verdim. Bu yıl biraz önce on sarı lira aldın. Şimdi bizim çiftlikte senin otuz damızlık hayvanın var. Gelecek yıl bunların geliri yirmi sarı liradan aşağı olmaz.
Hoca efendi, hem söz verdiği için, hem de sarı on lira ile nelerin yapılabileceğini öğrenmek için sessizce dinlemiştir. Beş domuzun otuza çıktığını, gelecek yıl yirmi sarı lira beklediğini öğrenince:
Vay mübarek hayvan vay! deyiverir. Gittikçe çoğalan domuz çiftliklerinin kapısına konacak bir laf...
Fehmi Yavuz, Ömer Hayyam’ın şu dizelerinin hoca efendinin davranışına nasıl da uygun düştüğünü söyler:
"Bir elde kadeh, bir elde Kuran,/Bir helaldir işimiz, bir haram/Şu yarım yamalak dünyada,/Ne tam kafiriz, ne tam Müslüman."
Fıkrayı dinleyen Vehbi Dinçerler, gülüyor:
Ne adamsın? diyordu...
Bir arkadaşım, Sakarya dolaylarında, eski bir imamın domuz çiftliği kurduğunu anlatmıştı. Vehbi Dinçerler, basında adı geçmeyeli, çok sempatik olmuş...
Amerika'nın Libya'ya saldırısını bizim sağcı basın, çok eğlenceli biçimde yorumlarla verdi. Amerikancı oldukları için, Amerika’ya çatamıyorlar. "Rusya nerede?" diye feryatlar ediyorlar. Türk halkını yıllar boyu koşullandırdıktan sonra, şimdi ne yapacaklarını şaşırıyorlar.
Din sömürüsü yapa yapa bugüne geldiler. Ramazan geliyor, gazetelerde, Kuran eklerinin nasıl piyasaya çıkarıldığını, nasıl din sömürüsü yaptıklarını göreceğiz. Din sömürüsü yapmak kadar, insanların inançlarını çıkarlara kullanmak kadar çirkin, iğrenç ne vardır?
Dolmuşta, otobüste herkes Amerika'nın Libya'ya vahşice saldırısını konuşuyor. Bizim apartmanda bir Libyalı aile oturuyor. Libyalıya kapıda; Amerika'nın, bu canavarca saldırısından üzüntü duyduğumu söyledim. Dudaklarında acı bir gülümseme vardı. Yumruklarını sıkarak:
Üzüntülüyüz, ama güçlüyüz! dedi. Çocuklarının yüzünden renk gitmişti...
Hafta içinde, Hacettepe'de “R" salonunda ilginç bir toplantı vardı. Emekliye ayrılmış olan Prof. Hüsnü Göksel’e, şimdiye dek asistanlığını yapmış öğrencileri -şimdi çoğu doçent, profesör olan kişiler- aralarında düzenledikleri bir törenle plaket verdiler. O gün Hüsnü Bey'in yaş günüydü de. Çocuk gibi sevinçliydi. Doçentler, profesörler Anadolu’nun çeşitli illerinden gelmişlerdi.
Hüsnü Göksel yaptığı kısa konuşmada, özetle şunları söyledi:
“Felsefe, bireyin ve toplumun mutluluğunu düşünce gücü ile arayan bilim dalıdır. Cerrahi; bilim, sanat ve uygulama öğelerinden oluşur. Uygulama, bilim ve sanatın ürünü olarak ortaya çıkar. M.Ö. 600 yılında yazılan bir Hint kitabı ‘Schruta-Samhita’ cerrahiyi bir kanadı bilim, bir kanadı sanat olan kuş olarak tanımlar. 'Bunlardan biri olmazsa tek kanatla uçamaz' der. Konfüçyüs: ‘Kaplana kanat takılırsa, yapmayacağı kötülük yoktur' der. Cerrahi, bir kanadı bilim, bir kanadı sanat olan kaplandır. Onun kötülük yapmasına 'dürüstlük' engel olur. Cerrahide dürüstlük asildir.
Hekimlik, başka bir insanın sağlığından para kazanan bir uğraştır. Hekim bilgisini, becerisini para karşılığı başka insanlara sunar. Başka uğraşların ayrı olarak bu sunuş sonucu paradan ayrı, saygı, ün de kazanır. Bu, kimden kazanılır? Hastadan. Bu kazançlara ortak kim vardır? Başka hekimler. Dengeyi kim sağlayacaktır? Hekimin kendisi. Ne ile? Dürüstlük felsefesiyle. Şu halde hekim, hastasına karşı dürüst olacaktır. Başka hekimlere karşı dürüst olacaktır. Ve en önemlisi, kendisine karşı dürüst olacaktır. Cerrahi, bilim, sanat ve uygulama(teknik) olduğu İçin, bilimde dürüst olacaktır, sanatta dürüst olacaktır, teknikte dürüst olacaktır..."
17 nisan perşembe akşamı Türk Ziraatçılar Derneği'nin lokalinde, "ABECE" Dergisi'nin yemeği vardı. Aynı anda, SHP'nin Maltepe'de Köşk Düğün Salonu’nda, “Köy Enstitüleri Gecesi" olduğu için yemekte çok kalamadım. “ABECE" ciddi bir eğitim, öğretmen dergisi. Köy Enstitüleri Gecesi iyi düzenlenmemişti. Konuşacakları açıklananlardan kimi gelmemişti, yoktu. Ancak, bu yıldönümünde, SHP'nin Köy Enstitülerine sahip çıkması, onu değerlendirmesi küçümsenemezdi. Ama, SHP’de oncağız sahip çıkabiliyordu demek!
Rauf İnan’ı, Şevket Gedikoğlu'nu, Hamdi Konur’u dinledim. Eski Senatör Niyazi Unsal o gün, Tonguç'un mezarına gidip saygı duruşunda bulunmuş...
Orada da çok kalmadım. Yunanlı gazeteci Katherina Mistakidou’nun evinde, yabancı basın için verdiği kokteyle gittim. Orada United Press International(UPI) muhabiri Thomas Goltz’la da tanıştım. Thomas'ın eşi Türk. Adı, Hicran Öge Goltz. Hacettepe’de doktor. İyi bir Cumhuriyet okuru; UPI muhabiri Goltz, konuşurken şöyle dedi:
Sizin domuzla ağılı birçok yazınızı, ben ajansa haber olarak verdim.
Vay canına, bizim Türkiye'deki domuz olaylarını tüm dünya okudu demek! diye düşündüm. Önemli olan, bağnazlığın yıkılması, konunun ekonomik ve beslenme yönünden ele alınmasıydı. Bu konuda büyük yol alındı...