Bu SHP adam olmayacak mı? Bunca deneyimden, alınan bunca derslerden sonra, koca partinin içi vıdı vıdıyla dolu. Günlerdir bir değinmek, eleştirmek istiyorum. Kimileyin elim varmıyor, “Eleştirilecek SHP mi kaldı? Geleceğin iktidarı ne olsa, umutları yıkmayayım, hele biraz durayım..." diyorum. Olmuyor işte. Karşılaşıp görüştüklerim:
— SHP keşke iktidar olmasa! diyorlar...
— Neden?
— İktidar olursa daha kötü ağabey, başarısız bir SHP, sola iktidar kapılarını otuz yıl daha kapatır! Geçmişte görmedik mi?
Metin Toker’in Ulus Gazetesi için söylediği bir söz vardı; belki doğru, belki yanlıştı, ama vardı; o “Allahlık Ulus" derdi, Ulus' tan söz edeceği zaman. SHP, kendine “Allahlık SHP" dedirtecekse, bunu silmek için kendine bir çekidüzen versin. Ulus Gazetesi de ana muhalefet partisinin gazetesiydi, ama yapısı gereği bence, yeterince gazetecilik yapamazdı. Hâlâ devlet organı gibi çıkardı. İşin garibi, ben de orada haftada bir iki yazı yazardım. Severdim de gazeteyi. Orada emek verenleri, gazetecilikte, yazarlıkta elimden tutanları unutamam. Metin Toker, belki de kıskançlığından “Allahlık Ulus" derdi, bilemem...
Ama SHP'nin başarılarını kıskandığım, iktidara gelişini önlemek istediğim için eleştirmiyorum. Doğru bildiğimi, doğru gördüğümü söylemek için yazıyorum.
Parti tam bir, “Sen, ben, bizim oğlan..." havası içinde mi ne? Ahbap çavuş ilişkileri her yanında egemen mi? Köylerde birkaç arkadaş bir araya geldiğinde, bu toplantıyı duyanlar sorarlar
— Kimler vardı yahu, dün akşam kaynatmışsınız?
— Yok canım, sen, ben, bizim oğlan! Yani, yabancı yoktu, demek...
SHP yöneticilerinin çoğunun kafasında, seçimlerde, kimleri atlatacaklarsa atlatıp bir milletvekili olma kurnazlığı mı var? Diyelim, 80 MKYK üyesi var, sekseni de milletvekili olsa ne yazar? Seksen kişiyle dört beş yıl avara kasnak gibi koştururlar. İktidara yönelen partilerde, onun yöneticilerinde özveri önde gelir. “Aman, bir külah da ben kapayım!" dediniz mi, gerekenin uygun yere gelmesini engellediniz mi, iktidara da gelseniz, geldiğiniz gibi gidersiniz. İktidara yönelen partinin gözü, yetmişte seksen de değil. 250’de olmalı. Bu amaçla yola çıkarsa, kendini unutur. İlkeler üzerinde düşünmeye başlar. Bakın ne söyleyeceğim: Diyelim, milletvekili adayı olacaklar üzerinde düşünürken sorumlu kurullar, öncelikle 12 Eylül’den sonra çile çekmiş olanlar üzerinde durmalıdırlar. Bunlar göz altına alınmış, hapis yatmış, soruşturma geçirmiş, 1402 ile görevlerinden alınmış, işsizliğe itilmiş kişiler olabilir. Hoca damdan düşünce ne demiş?
- Bana bir damdan düşen bulup getirin! demiş...
Kimseye "ulufe" dağıtılmasın! Neden 1402'liklerden söz ettim? Çoğu haksızlığa uğramıştır, aklandıkları halde "güvenlik soruşturması" gerekçesiyle, açlığa itilmişlerdir de ondan. Kimileri için:
— Aman Ekmekçi, şimdi onun aday gösterilmesi ters olur, ne derler sonra? gibi sudan gerekçeler, gerçekleri örtmeye yetmez...
SHP milletvekili adaylıkları için Amerikancılardan izin alacak değil herhalde!
MDP'nin kendi kendini “feshetmesi" önemli bir olaydı, şundan dolayı: Artık 12 Eylül partileri, izinli partiler dönemi sona eriyordu. HP, SODEP’le birleşerek, bir ölçüde yakayı kurtardı. ANAP, giderek -seçim yasalarında nalına keseri örneği hükümler olmazsa- genelde barajı aşamaz duruma gelebilir çok yerde. ANAP'ın ara seçimden neden kaçtığını düşündünüz mü? Seçim tarihini saklayarak olsun, bir şeyler sağlamaya uğraşıyor. Turgut Bey, seçim yasasında değişiklik yaparken, Yüksek Seçim Kurulu'ndan gelen öneriyi dikkate almadı. Anayasaya aykırı hükümler koymayı yeğledi.
Döneyim SHP’ye; SHP'nin perşembe günü yapılan MKYK toplantısına, Genel Başkan Aydın Güven Gürkan'ın, basını, TV’yi de çağırarak yaptığı açıklama ilginçti. Aydın Bey, mayıs sonunda yapılacak kurultayda, aday olmayacağını söylüyor, puan topluyordu. Şöyle diyordu:
— Çünkü, aday olacağını açıklamış olan Sayın İnönü 'nün genel başkanlığında partinin hedefe doğru sağlıkla yürüyebileceği inancını elde ettim. Bunda en ufacık bir kuşkum olsaydı, hiç çekinmeden koşulların elverişliliğini de öyle uzun boylu ölçüp biçmeden ve çıkabilecek sonucu da fazla önemsemeden demokratik hakkımı kullanarak aday olurdum. Bunu sosyal demokrasi adına kaçınılmaz bir görev sayardım. Oysa Sayın İnönü'ye duyduğum güven tamdır. Kendisiyle, bazı odakların çok görmek ve yaymak istediklerinin aksine, tüzük değişiklikleri de dahil, hiçbir noktada bugüne değin farklı düşünmedik. Ve farklı tavır almadık. Bu nedenle temel görevimin Sayın İnönü ile anlamsız bir yarışma içinde bulunmak değil, ona yükleneceği çok ağır ve sorumlu görevde ivazsız bir biçimde katkıda bulunmak olduğunu düşündüm...
Aydın Bey'in tam bir Avrupa gezisine çıkacağı sırada yaptığı bu kesin açıklama çok kişiyi şaşırttı gerçekten. Ama dahi, ilginç olanı, Aydın Güven Gürkan'ın bu açıklamasının ardından, kapalı toplantıda. MKYK üyesi -ona “ezeli muhalif" diyorlardı- Saim Kendir’in yaptığı açıklamalardı. Saim Kendir, Aydın Güven Gürkan'a dönerek, Tüzük Komisyonunda "Kurultayda aday olmamam ve hiçbir görev almamam bir mevzide ilerisi için zaman kollamam anlamına gelebilir" dediğini açıklayıverdi. Aydın Bey, Hinthorozu Erdal Bey’in milletvekili olmaması nedeniyle genel başkan olmasını biraz sakıncalı mı görüyordu? Aydın Bey, komisyonda şunları da söylemiş miydi?
— Genel sekreterliği mi Erdal Bey düşünüyor, ama ben bunu uygun görmüyorum. Hem genel başkana yardım edip hem genel sekreterliği yürütmem gücümü aşar. Başkanlar Kurulu dediğimiz organ partinin en iyi işleyen organı olmuştur. Bir görev almam istenirse bu genel sekreterlik olmamalıdır. Kurultayda seçilen bir genel başkan vekilliği, genel başkan yardımcılığı olmalıdır ki, Başkanlar Kurulu gene işlevini sürdürsün...
“Halaoğlu" Erdoğan Erman oturduğu yerden, Aydın Güven Gürkan'a seslendi:
— Ne oluyor böyle beyefendi?
Erdal Bey ise, kurultaydan seçilecek genel başkan vekilliğine karşıydı. “Parti iki başlı olur!" diyordu.
Aydın Bey'in bir şey daha söylediği, ancak Saim Kendir'in, bunu orada açıklamadığını öğreniyordum. Aydın Bey, kendisine yakın bir SHP yetkilisine:
— Hep ben yıpranıyorum, biraz da Erdal Bey yıpransın! diyesiymiş. O da bunu Erdal Bey'e aktarasıymış...
Daha neler neler de varmış? Aydın Bey'in, Tüzük Komisyonu’nda yaptığı konuşmadan birkaç tümce daha aktarayım, oldukça eğlenceli:
— ...SODEP-HP ayrımı düşünmeksizin örgütler oluşturuldu ama, sonunda HP grubu kendisine yabancı bir örgüt yapısıyla karşı karşıya kaldı. Grubun ve eski HP'lilerin SHP’ye yabancılaşması durumu doğdu. HP’ye yakın birisinin sorumlu bir yerde bulunması gerek. Aksi takdirde başladığımız noktadan daha geri bir duruma düşmemizden ve DSP'nin bunu kaşımasından endişe ediyorum. Kurultayın dışında bir organın vereceği görevi kabul etmiyorum. Genel başkan değişiminin ardından düz üye olarak kalabilirim...
Burada göze çarpan tümce, “başlanılan noktadan daha geri duruma düşme" tümcesi, bu bir gözdağı gibidir. “Biz görev almazsak, parti dağılır, eskisi gibi HP, SODEP kalır" mı demek istiyor Aydın Bey? Ancak, örgütler duruma egemen olmuşlardır.
Akan suyu tersine çevirme olanağı artık kalmamıştır..
Aydın Bey'in kimi toplantılarda, “celallendiği", “Benim veremeyeceğim hesap yoktur!" dediği, TÜSİAD’la yapılan görüşmeleri savunduğu söyleniyordu.
SHP'nin ekonomik durumu tam anlamıyla kötüye gidiyordu. Hiçbir ciddi sorun MKYK’da görüşülmüyordu sızan bilgilere göre. TV'deki haberler, göstermelik şeylerdi.
Çok kişi özveriye alışmamış, külah kapmayı bir şey saymışsa, o ülkede demokrasi elbette yerinde sayar, daha gerilere gider. Demokrasi, “Sen, ben, bizim oğlan!" anlayışıyla geliştirilemez. Orada herkese görev düşer. Bu görevlerin başında “özveri" gelir. Hiçbir kişiyi harcamadan, işi sonuna götürebilecek mi bakalım SHP?
22 Nisan 1986, Cumhuriyet