Bu 23 Nisan’da yine Bulgar çocukları yoktu, çağrılmamışlardı. Söylentilere göre, TRT çağırmak istemiş, ancak Dışişleri Bakanlığı çağrılmalarına izin vermemişti. Geçen yıl da eleştirdim “Ankara Notları"nda, ‘devletler arasındaki siyasal geçimsizliği çocuklara yansıtmak yanlıştır' diye. Gelselerdi çocuklar, onları izleyen halk yuhalayacak mıydı sanıyorlar ne? Basın bunun üzerinde neden durmuyor? Ne istenirse onu yazan basın özgür bir basın olamaz. Basın öyle olmalı ki, yerinde, kendi yöneticilerinin yanlışlarını ortaya koyabilsin. Başbakan Turgut Bey, dünya çocukları ile konuşurken, birbirine düşman ülkelerin çocuklarının bile bu 23 Nisan’da bir araya geldiklerini söyledi, çağrılmayan Bulgar çocuklarından söz etmedi.
Yunanlı çocuklar, Fransızlar da yoktu. Yunanistan çağrıya yanıt vermemişti. Fransızlar yanıt vermişler, ancak sonradan bir gerekçeyle gelemeyeceklerini bildirmişlerdi. Geçen yıl Fransızlar yine yoktu. Sonradan ilişkiler düzelince bu hava da yumuşadı. Basın, çoğunluğuyla Türk-Fransız ilişkilerinde olumsuz rol oynadı. Yangına körükle gitti. Bir “Ankara Notları”nda böyle politikaların yanlışlığı vurgulandı. Çoğu, vaktiyle olumsuz tutum takınan basın şimdi çark da edemiyor. Ne yapacağını şaşırmış durumda...
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı gibi böyle önemli günlerde günlük küslük politikaları uygulamak tutarlı değildir. Dışişleri, orada görev yaptıklarını sananlar bu kafayı değiştirmelidirler. Bu kafayla “dünyada barış" kurulamaz, Kurtuluş Savaşı'nın önderi Mustafa Kamal, “yurtta barış, dünyada barış" derken ne düşünüyordu?
* * *
Kurtuluş savaşçısı, eğitimci Ferit Oğuz Baydır’ın, 17 nisanlarda verilmesi için koyduğu araştırma ödülü için bu yıl Foça'da tören yapılamadı. Foça Kaymakamı, “seçici kurul üyeleri arasında mahkemeye verilen bir kişi bulunduğu" gerekçesiyle ödül törenine izin vermemişti. Oysa seçici kurul üyeleri arasında mahkemeye verilmiş kimse yoktu. Olsa bile bu gerekçe olamazdı. Mahkemeye verilmiş bir kişi varsa, yargılama sonucu önemli değil miydi? Göğsünde istiklal madalyasıyla Ferit Oğuz Bayır, 87 yaşında dipdiri, konuklarını karşıladı. Konukları, seçici kurul üyeleri Vedat Günyol, Sami Karaören ile eşi Mehcure Hanım, Mehmet Başaran, Talip Apaydın ile, ödülü alan Mehmet Erdül’dü. Seçici kurul üyelerinden Emin Özdemir, üniversite sınavları nedeniyle Ankara'dan ayrılamamıştı. Fakir Baykurt da yurtdışındaydı.
Ferit Oğuz Bayır'ı Foça'da telefonla bulup 17 nisan gününü kutladım.
— Yazılarını Kurtuluş Savaşı yazılan gibi zevkle okuyorum dedi.
87 yaşındaki Kurtuluş savaşçısının sözleri gönendirdi, kıvandırdı...
Geçen hafta Köy Enstitüleri haftasıydı diyebilirim. "Köy Enstitülerinde Ağaç Sevgisi" yazısı üstüne anlattı Mehmet Emiralioğlu, Pazarören’deki olayı: Pazarören Kayseri'nindir. Enstitünün böğründe "Bozkırı yeşille öreceğiz/Tanrı’nın geç kaldığı işi biz göreceğiz" yazısı varmış. Dizeler, Galip Raşit Ari’nin bir şiirinden alınıp enstitünün göğsüne kazılmış.
Ankara'da “Köşk" Düğün Salonu'nda düzenlenen Köy Enstitüleri gecesinden sonra üzücü bir olay da oldu. Geceden çıkan SHP İl Yönetim Kurulu üyesi Jale Candan, Çankaya'daki evine giderken bir kişinin saldırısına uğradı. Saldırgan, Jale Candan'ı yere kapaklayarak elinden çantasını alıp kaçtı. Yere kapaklanmış durumda düşürüldüğü için Jale Candan saldırganın yüzünü göremedi. Jale Candan'ın çantası sonra içi boşaltılmış biçimde bir bahçede bulundu...
Düziçi (Adana) Köy Enstitüsü müdürlerinden, şimdi 78 yaşındaki Lütfi Dağlar, yazdığı mektupta Köy Enstitülerinin çevrelerine olan hizmetlerine değiniyor, “Köy Enstitülerinin çevre hizmetlerinin kolay olanları yanında çok zor olanları, sürekli savaşım vermeyi gerektirenleri; sevindiren, yüreklendiren, cesaret kıran, ürküten, korkutan, uykular kaçırtanları da vardı. Bunları ancak yapanlar, yaşayanlar sergileyebilirler. Bu da yapanların sağ kalanlarınca, sağ olmayanların anılarından yararlanılarak yazılması ile kalıcı çevre hizmetleri yumağı oluşturulabilir" diyor Lütfi Dağlar'ın satır başlarında anlattığı çevre hizmetlerinden birkaçını sıralamak isterim. Şöyle sıralıyor Lütfi Dağlar:
Düziçi'nin düşman işgalinden kurtarılması gününü saptadık (28 Mart 1920) ve 1941 yılından başlayarak her yıl kurtuluş gününün kutlanmasını gerçekleştirdik (Uzaktan izliyorum, bu yıl 66 yılı kutladılar. Böylece kutlama sayısı 46 oldu)
Kuvayi Milliye şehitliğini kurduk (Nasıl, niçin kurulduğunu anılanında anlatacağım)
Yarbaşı Tren durağının yapılmasını sağladık. Üç yıl sürekli savaşım verdik. “Yarbaşı’nda bir durak yapmak olanaksız" yanıtıyla karşılaştık. Ulaştırma Bakanlığı'nın bu yanıtları, Milli Eğitim Bakanlığı’nı da inandırmıştı. Kimbilir belki de öyleydi. Bırakmadım peşini, olağanüstü bir fırsat geçti elime. 1943 yazı, Sayın Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Kars'ta yaptığı denetlemeden dönerken bizim enstitüye de uğrayacakmış. Bir şifre ile bildirildi. Bazı sorular da vardı şifrede, bunlardan biri de, Cumhurbaşkanı ile yanındakilerin otomobillerinin tren yolunun hangi yerinde inebilecekleri, indirilebilecekleriydi. Bu sorunun yanıt: “Yarbaşı mevkii” oldu.
Tren Yarbaşı'nda öyle kolay, öyle güzel durdu ki, İnönü’nün, yanındakilerin inişleri, otomobillerin bile indirilişleri çarçabuk sağlandı. Başta Muğlalı Kara Mustafa Paşa, general, amiral, albaylar, bakanlar -Hasan Ali Yücel, Hasan Saka ve şimdi anımsayamadığım bürokratlar- Sayın İnönü ile birlikte gelenlerdi. Öyküsü uzun, bu gelişin ilginç yanları var. Bunların ayrıntılarını -nasip olursa- anılara bırakıyorum. Diledim İnönü'den. 15 gün bile geçmeden Yarbaşı durağına makaslar döşenmeye, durak binası yapılmaya başlandı. Şimdi bu durak Osmaniye istasyonundan bile verimli çalışan bir istasyon, Düziçi de bir ilçe oldu.
Lütfi Dağlar’ın listesi hayli uzun. Anılarını yazarsa zevkle okuyacağız. Diyeceğim şu ki, Köy Enstitülerini kuranlar, orada çalışanlar gerçekten bir kurtuluş savaşı vermişlerdir. Derinine inince bu gerçek daha iyi anlaşılıyor, anlaşılacak...
24 Nisan 1986, Cumhuriyet