Yalınayak...

Fuat Doğu anılarını mı yazıyormuş? İyi iyi, yazsın. Okuruz! Annneeee!
İzmir'den bir genç telefon etti eve; "Beni tanımazsınız, dedi. Ben teşekkür için aradım. Mamak'tan yeni çıktım. 1982 yılında, bizim oradaki sorunlarımızla ilgili yazılar yazdınız. Kitap girmiyordu içeri, yazınızdan sonra kitap okuyabildik. Ayrıca, satranç oynayamıyorduk, sizin yazınızdan sonra satranç da oynadık!".
Genç heyecanlıydı:
Sizi, büronuza gelip görmek istiyordum olmadı. Randevu alıp gelebilir miyim Ankara'ya gelince?
Ne randevusu? Doğruca çıkıp gelin, yanıtını verdim.
Hay Allah, ben yazdıklarımı bile unutup gitmişim. O, bir gazete, kitap, satranç olayını yıllarca unutamamış. Teşekküre gelmek istiyormuş...
Bir gün de, bir genç geldi büroya; oda kalabalıktı:
Sizinle özel görüşmek istiyorum, dedi.
Hay hay, o zaman siz biraz bekleyeceksiniz...
—Beklerim...
Konuklar gittiler. Gence, şöyle dedim:
İstersen, çıkalım. Hem biraz yürürüz, hem konuşuruz.
Çıktık. Kızılay'da tur atıyoruz. O anlatmaya başladı:
Ben, dedi, Metris'ten geliyorum. Sorunlarımıza eğildiğiniz için size teşekküre geldim. Arkadaşlarım, bana bu görevi verdiler.
Özel görüşeceğim, dediğiniz bu mu?
—Evet.
—Canım, ben de kimsenin bilmesini istemediğiniz bir sorun var sandım. Sağol, ama, biz bir şey yapmadık ki...
Sonra içeride, gençlerin dışarıdaki olayları nasıl değerlendirdiklerini konuştuk. Geçmişteki yanlışlar üzerinde durduk. Düşüncemi açıkça söyledim. Güldü:
Bizde, dedi, 12 Eylül öncesinde Cumhuriyet'e boykot ilan eden kişilerdik...
Metris’ten çıkmıştı ama, yeniden arkadaşlarım görecekti. Selam yolladım.
Ertuğrul Kürkçü geldi büroya, konuştuk. Ertesi günü Oktay Etiman geldi. 12 Mart’tan bu yana 14 yıl yatmışlardı içeride. Onlar çıkar çıkmaz, gazeteler üzerlerine çullanmışlar, görüşmeler, röportajlar yapmak istemişlerdi, ikisi de gelmemişti bu oyuna. Ellerine üç-beş lira sıkıştırıp "Anarşistler anlatıyor!" diye yayına başlayacaklardı, kim bilir?
Onlar, cezaevindeyken de toplumun içindeydiler. Olayların hiçbirine çıkartan için karışmamışlardı. Kendilerini, ülkenin bir kesiminde olayların içinde bulmuşlardı. Konuşmamız sırasında, yanımızda Haldun Özen ile Mustafa Coşturoğlu da vardı. Coşturoğlu’nun "Sosyal Şizofreni ve Atatürk" yapıtını, Kürkçü, duyduğunu, ancak okuyamadığını söyledi. Cezaevinde nereden bulup okuyacak?
Muzaffer Oruçoğlu, cezaevinden çıkar çıkmaz askere alınmış. Aydın Çubukçu, daha bir süre yatacak mıymış, neymiş? Dokuz ay denemeye mi kalmış?
Ecevit'in koruma polislerinden Ayhan Erdoğan on beş gün emniyette gözaltında kaldı. Birinin ifadesinde adı geçmiş de...
17 nisan kutlamalarının ardından 23 Nisan geldi. Meclis Başkanı Necmettin Karaduman, 23 Nisan kokteyline çağırmadı. Ben de gitmedim. Çağrılmadığım yere niye gideyim? Okurlara, kendi gözümle orada olup bitenleri anlatmak isterdim, olmadı!
Sovyet Elçisi V. Lavrov'la eşinin, elçilikteki çağrısına gittim. Sovyet televizyonunda çalışan çocuklar, 23 Nisan dolayısıyla Ankara'daydılar. Elçilik, Sovyet çocuklarının oyunlarını göstermek istemişti. TRT Genel Müdürü Tunca Toskay, Sovyet çocuklarını konuk alan ana babalar oradaydılar.
Büyükelçi Lavrov konuklara "hoş geldiniz" konuşması yaptı. Bu yıl 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nın "Barış Yılı"na da rastladığını söyledi. "116 yıl önce, Sovyet devletinin kurucusu olan Lenin doğmuştu" dedi. "Türkiye halkının büyük önderi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin kurucusu Lenin’in atakları dostluğun temellerini anımsarız" diye ekledi...
Açış konuşmasından sonra, Sovyet çocukları halk danslarına, gösterilerine başladılar. İlkin "Lenin şarkısı"nı söylediler. İzlencenin sonunda Sovyet çocukları Türkçe şarkı söylediler, oraya gelen Türk çocuklarıyla birlikte dans ettiler.
Hasan Cemal'in günlüğünü okudum. 12 Eylül döneminde Türk basını görevini yaptı mı diye düşündüm. Bir eski gazeteci arkadaşım:
Türk basını görevini yapmıştır! dedi. Bu görevi yapışını tüylerim ürpererek gözledim. Basın, tüyler ürpertecek derecede görev yapmıştır. Bu görevi 27 Mayıs öncesinde, 12 Mart'ta da yapmıştır.
Herkes üstüne düşeni yapmıştır. Hasan Cemal'in kitabı için, Örsan Öymen'in, "özür dilekçesi" yargısına katılma olanağı yok. Hasan Cemal’in yapıtı, biraz da bizim öykümüz. Her tümcesini yaşamışım gibi geliyor. "Satır araları" öyle dönemlerin ürünü.
Aydın Emeç öldü. Ne saygılı, ne sessiz bir kişiydi. Bu yaşta göçüp gitmesinin bir nedeni olmalı diye düşünürüm. Bilmediğimiz, açıklamadığı stresleri mi vardı? İstanbul'a gidişlerimde, olayların perde arkalarını sorardı.
Fikret Ünlü anlattı fıkrayı, çatıyı çatarken. İki deli konuşuyorlarmış. Biri:
Dün gece, demiş, düşümde ayağıma diken battı, ayağım çok acıdı...
Öbürü karşılık vermiş:
Sen de ne diye yalınayak yatağa girdin?