Devrim Sözcüğü Üzerine...

Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş yıldönümünde, Devlet Konukevinde eski Ankara Palas ta Prof. Orhan Aldıkaçtı'yı görüverince çok şaşırdım doğrusu. 1982 Anayasası’nın çatısını çatan komisyonun başkanı, 1961 Anayasası’nı da kökünden değiştiren...
Oooo, Orhan Bey maşallah, siz burada ha?
Eee, diye yanıtladı, ne yaparsın? Anayasa Mahkemesi'nin kuruluş gününe gelmesem olmazdı!
Hemen lafa girsem mi acaba?
Orhan Bey, anayasa değişikliği önerilerine ne dersiniz?
Güldü. Ne dese?
Sen bakma onlara, bu anayasa değişmez! dedi, ekledi gülerek: “Çünkü bu anayasa güzeldir!'' Gülerek uzaklaştı..
Orhan Aldıkaçtı'nın 27 Mayıs devriminden sonra, “İrtibat Bürosu"nda Yassıada duruşmalarını değerlendirmede "Yassıada Saati”ni değerlendirme işinde çalıştığını yazmıştım. İstanbul Savcısına yardımcı olarak çalışıyor. Yassıada duruşmaları ile ilgili haberleri radyoya bir çeşit o hazırlıyordu. Nasıl da sert cümleler kurtardı o zamanlar?
İsviçre'den yeni dönmüştü, çok hızlıydı o zamanlar!
"Devrim" sözcüğü 1982 Anayasası’nda hiç geçmez. Aldıkaçtı Komisyonu taslağında da... Ama, Aldıkaçtı’nın yapıtında geçer. Prof. Orhan Aldıkaçtı'nın "Anayasa Hukukumuzun Gelişmesi ve 1961 Anayasası, Ders Notları” adlı 1970 basımı yapıtında "Netice" bölümünde şu tümcelerle karşılaşırız:
"Milli hakimiyet teorisinin 1921 'de kabulünden sonra görülen tek parti devri ise, çok partili rejime geçişi ve devrimlerin yerleşmesini sağlamak amacı ile uygulayıcıları tarafından da geçici olduğu kabul olunan bir düzendir...
... Birden fazla partili devreye girildikten sonra -iki parti sistemi- tek parti devrindeki hak ve hürriyet düzenini yeterli görmeyerek daha fazla hak ve hürriyet vaat eden DP, iktidarı bir daha bırakmamak meşru arzusunu, anayasayı ihlal ederek gayrimeşru yolla gerçekleştirmeye çalışmış ve kurulu düzen, özellikle Atatürk devrimlerine karşı olanlarla işbirliği yapmıştır. Bundan dolayı da 27 Mayıs 1960'ta yine bir ihtilalle DP iktidarına son verilmiştir...
... Şüphesiz, gelişme amacına uygun olarak devam edecek ve bir gün Silahlı Kuvvetler kendilerini tekrar asli fonksiyonlarına neşredeceklerdir. Bunun yeni bir kopma olmadan gerçekleşmesi, iktidarların devlet faaliyetlerini düzenlerken, toplumumuzu çağdaş uygarlık düzeyine ulaştıracak Atatürk devrimlerine saygı göstermelerine ve kalkınmamızı fert hak ve hürriyetlerini ihlal etmeden sağlamayı amaç edinmelerine doğrudan bağlıdır; diğer bir deyişle, devlet faaliyetleri ferde insan haysiyetine uygun bir hayat tarzı yaşamayı temel alan 1961 Anayasası'nın ışığı altında düzenlenmelidir. Ancak o zaman Anayasa hukukunun amacı olan karşılıklı saygı düzeninin gerçekleştiği ve teminat altına alındığı düzene giden yolda güvenle ilerleyebiliriz". (Adını andığım yapıt, sayfa 332-333)
Hiçbir yorum yapmak istemiyorum. Yorumu okurlara bırakıyorum.
Aldıkaçtı, oradaki arkadaşlarına hocalık anılarını anlatıyordu. Bir öğrenci, arkadaşından kopya çekmişti. Kâğıtları aynıydı. Aldıkaçtı ne mi yaptı? Öğrencilerden birini tahtaya kaldırdı, sordu, öğrenci tüm soruların yanıtlarını verdi. Aldıkaçtı ona, "Otur" dedi öbürünü tahtaya kaldırmadı. O ise itiraz etti:
Efendim, beni neden kaldırmıyorsunuz tahtaya?
Sus, dedi Aldıkaçtı, kopyayı sen çekmişsin!
Böyle şeyler konuşuluyordu. Yanlarına vardığım zaman sustular.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Semih Özmert, eşiyle uzun süre giriş bölümünde ayakta bekledi. Cumhurbaşkanı Evren gelecekti, onu bekliyorlardı. Foto muhabirlerinin koşuşmasından, geldiği anlaşıldı Cumhurbaşkanının, iç bölmede bir yerde söyleşi başladı. Gazeteciler konuşmaları not alıyorlardı. Bu sırada bir görevli geldi, "Cumhurbaşkanın konuşmalarını yazmayın!" gibisine birşeyler söyledi. Yanımda Müşerref Hekimoğlu ile, a.a. muhabiri Ekrem Aktaş vardı. O, notlar alıyordu. Görevli, omuzundan Ekrem Aktaş'ı uyarıyordu yazmaması, not almaması için. Görevliye döndüm:
Cumhurbaşkanının konuşmalarının yazılmasını neden istemiyorsunuz?
Cumhurbaşkanı sohbet ediyor, sohbet yazılır mı?
Sohbetse sohbet diye, söyleşi diye yazılır! Siz engelleyemezsiniz.
Görevli uzaklaştı. Cumhurbaşkanının konuşmasını sıkıdenetime, yani sansüre mi tutuyorlardı. 1960’tada, Gürsel halkla, gazetecilerle konuşurken, komite üyeleri konuşmasını istemezler, engellemeye çalışırlardı. Gürsel aldırmaz, konuşmayı sürdürürdü.
Bir ara Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı Amiral Turgut Akan, Cumhurbaşkanına:
Efendim, özlemek bir doğal haktır, özleme hakkı vardır. Siz bize kendinizi özletiyorsunuz...
Daha askerlikten kopmamış diyecekler, diye yanıtladı Evren
Söz. Anayasa Mahkemesi'nin yeni binasına geldi Evren. Adalet Bakanına takıldı, "Erler yemek yemeden görevli komutan yemek yemez" dedi. "Anayasa Mahkemesi Başkanının lojmanı yok, olmaz öyle şey" diye ekledi.
Evren, a.a. muhabiri Ekrem Aktaş'ın notlar aldığını görünce. "Bak, hemen notlar alıyorlar" dedi, "Ekmekçi bir yazı yazsın yeter!" diye ekledi.
Sonra, kravatındaki dört yıldızlı iğneyi göstererek,
Buna bile takılıyorlar! diye yakındı...
Cumhurbaşkanı Evren rakı içti. Bu sırada, kendisiyle görüşme isteğime, "Sayın Ekmekçi'yi okullar komutanlığım sırasından tanıyorum" dedi. Demek o zamanlar, 1974'lerde, yazdıklarımı, eleştirilerimi unutmamıştı. Yavaşça uzaklaştım oradan. Konu yine işkencelerdi o zaman da...
Az ötede Müşerref Hekimoğlu, Askeri Yargıtay Başsavcısı Tuğgeneral Naci Duranay, daha birkaç üst rütbeli yargıçla konuşuyordu. Heyecanlı konuşuyorlardı. Duranay, işkence savlarının kasıtlı olduğunu ileri sürüyordu. Müşerref Hanım, geçen 2 mayıs cuma günkü yazısında, satır arasında konuya değindi, şöyle yazdı:
"... O akşamın ilginç konuşmalarını üniformalı konuklarla yaptım ben. Sonra da düşündüm. Birbirimizi hiç tanımıyoruz, oysa kısa bir söyleşide bile bir diyalog oluşabiliyor Beki önyargılar açılabiliyor. Ama nedense onlar üniformaları içinde. Biz de dışındayız. Oysa konuşacak, tartışacak çok şey var. Bence her kuruluş arasında bir diyalog gerekir, ama monolog alışkanlığı ağır basıyor.
* * *
Uşak Valisi Nurettin Turan’ın, "devrim" sözcüğünü kullanan Bozkuş İlkokulu Müdürü Tahsin Çetin'e çıkışına en çok üzülenlerden tepki gösterenlerden biri, Ahmet Tahtakılıç'tı Ahmet Tahtakılıç'ın babası kurtuluş savaşçısı Tahtakılıç İbrahim Bey, Uşak'ın Bozkuş köyünde doğmuştu. Oralıydı, İlhan Tekeli'yle Selim İlkin birlikte hazırladıkları "Ege Bölgesinde Kurtuluş Savaşının Örgütlenişi" adlı araştırmalarında Tahtakılıç İbrahim Bey'e geniş yer ayırmışlar, yeni belgeler açıklamışlardı.
Oktay Akbal, 1 mayıs günlü yazısında, Uşak Valisi Nurettin Turan'ın eğilimini ayrıntılarıyla anlattı. Yazısının sonunda, "devrim sözcüğünden öcü gibi korkanların, 1935'te ‘devrim’ sözcüğünü kullanan Atatürk'ün kurduğu bir Cumhuriyet yönetiminde yerleri yoktur" dedi.
"Devrim" sözcüğünü yasaklayınca, "devrim" adlı bunca çocuğu ne yapacağız? Adlarını mı değiştireceğiz? Kapatılan TDK’ce yayımlanan "Türkçe Sözlük"ün sorumlusu Hasan Eren’in, "devrim" sözcüğünü sözlüğe koyduktan sonra 12 Eylül gelince, Tercüman'ın "yaşayan Türkçe”sine kaydığını herkes biliyor Hasan Eren’in şimdi hazırladığı, üstünde tartışmalar olan "İmla Klavuzu”nda da "devrim", "devrimci" sözcükleri var. Böylesi çelişki olur mu? Orhan Aldıkaçtı ile Hasan Eren bir araya gelip bu çelişkiye bir yol bulsunlar!
Ferit Devellioğlu'nun 1962 basımı “Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat”inde, "İnkılab" sözcüğü şöyle karşılanmış: "İnkılab (kalb'den: inkılâbat) 1-değişme, bir halden bir hale dönme, 2-Devrim, 3-Astronomide, gündönümü"(Sayfa 325)
Devellioğlu, “devrim’’ sözcüğünü, yirminci yüzyılın yeni sözcükleri arasında sayıyor.
Bir de, esen rüzgârlara göre dönenler vardır, bunların “devrim”le bir ilgisi olamaz!