27 Mayıs devriminden sonra, Milli Birlik Komitesi içinde tartışılan başlıca konulardan biri, “Türkçe ezan" konusuydu. En başta, ak saçlı Cemal Gürsel ezanın Türkçeleştirilmesini isteyen kişiydi. Komitede, yaşlı "Albay'lar" diyebileceğimiz grup-Türkeş dışında-ezanın Türkçeleştirilmesinden yanaydılar. Buna karşılık, gençlerin büyük bir kesimi, karşıydılar Türkçeleştirmeye. Onlar:
Aman, diyorlardı. Sonra memleket karışır. Kim bilir neler olur?
Ne olurmuş diyorlardı Türkçeleştirmeden yana olanlar, biz bu ihtilali kimin için yaptık? Atatürk için, hilafete doğru giden adımları kesmek için yaptık. Kendi çıkarımız için yapmadık…
Cemal Gürsel, Cemal Madanoğlu, Muzaffer Yurdakuler, Sami Küçük, Sıtkı Ulay, Fahri Özdilek, Mucip Ataklı, Ekrem Acuner, Sezai Okan, Kadri Kaplan, Suphi Gürsoytrak, Osman Köksal, bunlar ezanın Türkçe okunmasını isteyenlerin başında geliyorlar. Daha var. Ama, yapılan oylama olumlu sonuç vermiyor. Ezanın Türkçeleştirilmesi olayı kalıyor.
Muzaffer Yurdakuler’in Komitede ilginç bir konuşması, Türkçe ezanı savunusu var, şöyle der Albay Yurdakuler:
Yahu, Finlandiya'da, şurada burada Müslümanlar var; onlar ezanı Arapça mı okutuyorlar, yoksa kendi dillerinde mı okutuyorlar? Yani, bir kez bunu bilmek gerek. Sonra, Allah Arap değil, Peygamber Efendimiz Arap olduğu için, Arapça söylemiş..
Aralarında tartışma çıkar. Mehmet Özgüneş, Ahmet Er, Muzaffer Özdağ, Türkeş, Emanullah Çelebi, Numan Esin daha birçokları karşı çıkarlar. (Listenin tümünü bir gün açıklayacağımı sanıyorum) Türkçe ezandan yana olanlar üzülürler:
Atatürkçü bir adım attık, geldik nerede tıkandık! gibisine
Bir şeyler yapmak istemektedirler.
Türkçe ezanda başarı sağlayamayan 27 Mayıs, çarşafların çıkartılması yolunda bir çalışmaya girişir. Atatürk döneminde çıkan giysi yasası tümüyle uygulanacaktır. Konu tartışılırken, Gürsel şöyle der:
Gelin bunu yasallaştırmayalım, memleket fakir. Fakat bir manto kampanyası açalım!
Uzun süren tartışmalardan sonra, kadınlara manto kampanyası açılır ama, o da kalır...
27 Mayıs devrimi öncesi, Vatan gazetesindeydim. Gazete, bir kapanıp bir açılıyordu. Devrim öncesinin karabasan günlerini yaşıyorduk. Demokratların demokrasiyle filan ilgileri yoktu. Ellerine geçirdikleri, on yıl süren iktidarlarınını nasıl koruyacaklar, dertleri buydu. Eski demokratların, şimdilerde çıkan anılarını okuyun, satır aralarında bunu sezebilirsiniz.
Demokrat Parti iktidarının, partizanlarının başlıca amaçları, ana muhalefet partisi olan CHP'yi basmak, yıkmak, sindirmekti. CHP Genel Merkezi o zaman, Karanfil Sokak'ta, şimdiki Karadeniz Lokantası’nın karşısındaydı. Partinin basılacağı haberleri yaygın biçimde, CHP ileri gelenlerine de ulaşıyordu CHP’liler, toplantıları en üst katta yapıyorlardı. Genel Başkan ismet Paşa da partiye geliyordu ama, parti binasının basılacağı haberleri çok kişide yılgınlık yarattığından, toplantılara gelmeyenler vardı. İsmet Paşa, bir toplantıya geldiğinde çoğunluğu bulamayınca:
Yahu, ne oluyorsunuz, dedi, burayı basar sizi öldürürlerse, buna inanınız ki, hepinizin Kızılay’da heykelleriniz dikilir. Bütün ömür boyu yaşayacağınız hayatınızdan çok daha şerefli bir mertebeye gelmiş olursunuz. Bundan endişe etmeyin, bilakis hepiniz burada bulunun.
Bir eski CHP'li şöyle dedi:
Sonradan ortada pek çok kişi, o zaman parti basılacak diye kaçmışlardı. Adlarını söylemek istemiyorum. Bir gün parti basılacağı da haber verilmiş, askerler gelip kalabalığı dağıtmışlardı.
İnönü'nün öldürüleceği söylentileri yaygındı. CHP'li milletvekilleri, birer ikişer İnönü'nün Beşevler, Ayten Sokak’taki evinde nöbet tutuyorlardı.
Üst katta toplanmaya başlamışlardı. Devrimden bir hafta önce, 21 Mayıs günü bir haber gelmişti, saat 14.00'te Harbiye'nin yürüyüşe geçeceği duyulmuştu. CHP’lilere, "Ortaya çıkmayın" denilmişti. Çoğu sevinmişti. İnönü'ye durum bildirildi "Harbiye yürüyor" diye. Paşa da üst kata gelip oturmuştu. Paşa dışında, CHP’liler, partinin balkonundaydılar. O zaman Gima’nın bulunduğu “Gökdelen" yok. CHP'nin üst katından Kızılay görünüyor. Harbiye yürüyor, halk kıyıda, aralarında değil baştan. Dönüşte halkla karıştılar. Gazeteci olarak olayı en yakından izliyorum. Gençler, kadınlar, çoluk çocuk tümüyle içinde. Heyecanlı bir görünüm. Biz gene CHP genel merkezine dönelim, olayı izleyen CHP'lilerden Kemali Beyazıt, başladı ağlamaya…
Allaha çok şükür, bu günleri de gördüm, dedi. İsmet Paşa, ağlayan Kemali Beyazıt'a döndü:
Bana bak, bana bak, dedi içerden, sevinmeyin ihtilal geliyor! Sen zannediyor musun ki, bunlar gelirse bugünü aratmazlar? İhtilal gelirse gitmez! Asker gelirse biz, nefes alamayız. Her dediklerini yapar, karşılarında sulta dururuz! Sen askerin gelince ne yapacağını, bugünü aratıp aratmayacağını bilmiyorsun! Bırak, bırak... diye ekledi, bizim demokrasiyle idare edilmemiz lazım. Bizim, bugünü düzeltmemiz lazım...
İnönü, bu tutumunda içtendi. Bir ihtilalin ne getireceğini açık açık söylemiş, Demokrat Parti iktidarını uyarmıştı, özetle: "Siz böyle giderseniz ihtilali olgunlaştırırsınız. Ve şartlar müsait olduğu zaman ihtilal gelir!" diyordu. İnönü'nün bu konuda pek çok uyarıları vardır. Demokratlar, bu uyarıları kös dinlemişlerdi...
İnönü'nün bu tutumunu, ihtilalciler biliyorlardı. Bir 27 Mayısçı şöyle demişti:
İnönü'nün bizim için korkunç tarafı buydu, ihtilali haber alacak diye ödümüz patlardı. Demokrasiyi kuran adam, bir ihtilale dünyada razı olmayacaktı!
27 Mayıs olmuş, Milli Birlik Komitesi oluşturulmuştu. İnönü, arkadaşlarını topladı. Şöyle dedi
Simdi bunların hepsi genç çocuklar, idealist çocuklar; Simdi sizden istediğim, çeşitli gruplara ayrılacaksınız, kendiniz bunlarla temas edeceksiniz ve bunlara, bir an önce sivil idareye geçmeleri için telkinde bulunacaksınız. Ne lazımsa onu yapacaksınız benimle de temas edeceksiniz.
Parti Meclisi üyeleri, çeşitli gruplara ayrılarak, Milli Birlikçileri etkileme girişimine geçtiler. Bir an önce seçime gidilmesiydi amaç: demokrasinin rayına oturtulmasıydı...
27 Mayıs devriminin üzerinden yirmi attı yıl geçti, 27 Mayıs 27 yaşına girdi 27 Mayıs devriminin getirdiği özgürlük, barış, demokrasi düşüncesi toplumda yıkılmayacak ağırlığı kazandı. "Devrim" adlı çocuklar 27 yasında... 27 Mayısa karşı olanlar, zaman zaman onun içine girdiler. Onun getirdiklerini yok etmek için, ellerinden geleni artlarına koymadılar. Gün geldi, kendi yaptıklarının altında kaldılar! 27 Mayıs devriminin değerini bilmemek, havanın içinde oksijenin değerini bilmemek gibi birşey. 27 Mayıs düşmanlığı yaratıp, eski demokratların kinlerini körüklemek çok, ama çok yanlış bir yoldu. Yine “Mezarlar" sömürüsünü gündemde tutacaklar, sözde "Demokrat" geçinip, anababa öcü almaya kalkacaklar. Ancak buna kimseyi inandıramayacaklar!
Bugün 27 mayıs günü, bayram kaldırıldığı için, “Anayasa ve Özgürlük bayramı" değil. Genelkurmay Başkanı, ardından Anayasa Mahkemesi Başkanı ziyaret edilip, kutlanmayacak. Bir avuç 27 Mayısçı, bugün Anıtkabir’e giderek, Ata’nın, İsmet Paşa’nın, Cemal Gürsel'in "Devrim Şehitlerinin" mezarlarına giderek çiçek koyacaklar. Bir onlar mı? 27 Mayıs'ın önemini kavramış ilericiler de, gidip çiçeklerini koyacaklar. Sonra, 27 Mayısçılardan ölenlerin mezarlarına gidilecek; daha sonra, geçmiş yıllarda olduğu gibi, Salim Başol'a gidilecek .
27 Mayıs devriminden beklenenlerin çoğu gerçekleşmemiş olabilir, 27 Mayıs Anayasası ortadan kaldırılmış bulunabilir, Köy Enstitüleri yeniden açılmamış olabilir, engellemeler karşısında, tüm başarısızlıklarının yanında, tarihe geçmiş bir “Devrim" dir 27 Mayıs. Selam olsun...
27 Mayıs 1986, Cumhuriyet