Yağmurdan Kaçarken...

Geçen hatta, perşembeyi cumaya bağlayan gece yarısı, ANAP kulisinde Turgut Bey oturmuş, gazetecilerle laflıyordu. Bir ara beni gördü:
Oooo, gel bakalım sol amigo!
Uğur'a söylerim ama...
Söyle, zaten yazmış! Bizim bu yıl seçim yapacağımızı tahmin etmiş miydin?
Etmiştim!
Nasıl?
Anlatayım, epeyce oluyor. Nisan ayı içinde size, Başbakanlığa iki önemli kişi geldi, seçimler konusunu görüştünüz. Size, "Dört ay önceden bilgimiz olması gerekir, seçim yapılacaksa ..." dediler. Siz yanıt vermeyip sustunuz. Gelenlerin kim olduklarını şimdi açıklamayacağım, siz biliyorsunuz...
Gazeteciler merakla dinliyorlardı. Turgut Bey, yanındaki ANAP'lıya:
Biz seçim tarihini, Yüksek Seçim Kurulu'yla görüştükten önce mı saptamıştık, sonra mı?
O, yanıt vermedi, iyi anımsayamıyordu sanırım. Ama Turgut Bey, inanmıştı. Ankara Notları'nda değinmiştim, Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Cahit Keskin ile yardımcısı Nuri Alan'ın, Başbakanla yaptıkları bu görüşmeye. Ekimde seçim yapılacaksa, temmuz ayında durumun Yüksek Seçim Kurulu’na bildirilmesi gerekiyordu ki, seçimlerde aksama olmasın...
Yüksek Seçim Kurulu, seçimlerin kasımda yapılmasının, hazırlıkların bitirilmesi açısından yararlı olacağı görüşündeydi. Sonra, bu tarih 26 ekime, arkasından 12 ekime indi. 12 ekim tarihi saptanarak tasarı hazırlandı. Mecliste, 28 eylül gelince, buna Yüksek Seçim Kurulu itiraz etti. Kimi ANAP'lı milletvekillerinin kulislerde. "Biz 28 eylül için Yüksek Seçim Kurulu ile anlaştık" demelerinin gerçekle bir ilgisi yoktu.
Turgut Bey, kuliste, seçim tahminimi sordu; O, "Biz kazanacağız!" diyordu:
Seçimlerde kazanmak o denli önemli değil, seçimin yapılması önemli, demokrasinin işlerliği için. 1950-1960 arasında, Demokrat Parti bir tek ara seçim yaptı, o da 1951 yılında. Sonuçta ne oldu? Seçimden kaça kaça, 27 Mayıs'ı getirdi. Asker geldi!
"Asker geldi" deyince, Turgut Bey iyice sustu. Ekledim, madem konuşuyorduk:
Turgut Bey, seçimlerde yitirirseniz, sizin için iyi bir yazı yazacağım!
Böyle bir iyi yazı, pek hoşuna gitmemişti, yine sustu. Onun derdi, ne yapıp edip kazanmaklaydı. Süleyman Bey'in, 1979 seçimlerinde beş milletvekili getirdikten sonra, ülkeyi 12 Eylül'e teslim etmesinden de ders almamış görünüyordu, içinde bir korku da yok değildi, Süleyman Bey'in dediği gibi, bu seçimlerde yüzde 35'in altına düşerse parti dağılır giderdi...
"Tabela partlleri"nin bile seçime girmelerini sağlaması, oyların bölünmesine yönelik bir tasarıydı. Şimdi, adresleri bile bulunamayan partiler, radyolardan, TV'den seslerini duyuracaklardı. Hemen tümü de Turgut Bey'e yüklenecekti. Turgut Bey, yağmurdan kaçarken doluya mı tutuluyordu?..
Cuma günü akşamüstü, TBMM bahçesinde, Erdal Bey'in ara seçimler dolayısıyla kokteyli vardı. Ona gittim. Gece, Mecliste, SHP'nin iyi bir savaşım verdiğini anlatıyordu:
Bir ara seni de gördüm, sonra gittin... dedi. Biraz izin yapacağımı söyledim:
Git, git... dedi, ben de bir hafta İstanbul'a gideceğim...
* * *
Reha İsvan'ın babası, Mustafa Kemal'le Samsun'a çıkanlardan Kemal Doğan'ın yaşamöyküsü ile ilgili yazı, geniş ilgi uyandırdı. Olayı, yapıtında geniş biçimde yansıtan köy enstitülü öğretmen Mustafa Onar, özetle şöyle diyor mektubunda:
"Sayın Ekmekçi,
‘Baba ile Kızı' başlıklı yazınızı da okudum. Adım geçtiği için de duygulandım. Teşekkür ederim...
Atatürk, Samsun'a çıkma hazırlıklarını yaparken, karargâh subaylarının hepsini yakın tanıdıklarından seçer. Ancak, kendisi topçu olmadığı için, topçu subayını seçemez. İnönü ile karşılaştığında, ‘Bana en güvendiğin topçu subaylarından birinin adını ver. Anadolu'ya çıkacağım’ der. İnönü de, ‘Top. Bnb. Kemal Kırkkilise' der. Kemal Kırkkilise (Kırklareli) buldurulur. Karargâh Topçu Komutanı onayı çıkarılır. 18 kişiyle Bandırma Vapuru'na biner. Başlangıç böyle, sonucu da biliyorsunuz. Genişletilmesine de değiniyorsunuz. Bu konuda büyük görev bana düşer. En çok araştırmayı ben yapmışımdır. Kitap yazmak güç, ama pazarlamak daha güç. 'Hacın Dosyası' 400 TL. fiyatı ile üzerimde kaldı. Ama gene de yılmadım..."
Bir başka mektup, yazıda adı geçen Dr. Binbaşı Osman Bey’in oğlu avukat Aydın Develioğlu'dan geldi. O da özetle şöyle:
"Sayın Mustafa Ekmekçi,
Oldukça eski bir Cumhuriyet okuyucusuyum. Yazılarınızı okurum. 26.6.1986 tarihli Cumhuriyet'te çıkan ‘Baba ile Kızı' başlıklı yazınız sebebiyle size yazmak zaruretini duydum.
Yazınızda adı geçen Dr. Binbaşı Osman Bey babam, Hoca Abdullah Efendi ise amcamdır. Babamın vefatı çok eskidir. Yakın zamanda kaybettiğim amcam, Atatürk ile olan konuşmayı yazdığınız gibi anlatırdı.
Babam, Askeri Tıbbiye'yi bitirdikten sonra, Balkan Harbi'ne iştirak etmiş, ve Edirne'de Bulgarlara esir düşmüş. Edirne'de oturan bir italyan ailesi evinde saklayarak babamı ölümden kurtarmış. İlk Türk askerinin Edirne'ye girişini, italyan ailesinin evinde, perde aralığından seyretmiş. Boş caddede, omuzunda silahı, topallayarak yürüyen bir Türk askerinin geçtiğini gördüğünü, koşarak boynuna sarıldığını, çok renkli anlatırmış. Sonra Cihan Harbi ve cepheleri dolaşmış. Çanakkale’de bulunmuş, Irak'ta Ali İhsan Paşa kumandasında savaşmış. Mütarekenin ilanında Diyarbakır Askeri Hastanesi Baştabibi imiş. Ayrılarak Develi'ye gelmiş. Atatürk'ün direktifleri dairesinde Develi Müdafayı Hukuk Cemiyeti’nin kurucularından olmuş. Hasan İzzettin Dinamo, ‘Kutsal İsyan' adlı kitabının Maraş bölümünde, burada hizmet verenler arasında Dr. Osman Nuri'nin isminden bahseder. Haçın hareketinin başlaması üzerine Develi’ye dönerek, bu harekete iştirak etmiş, Büyük Taarruzda ise Akşehir Cephe Hastanesinde görev almış. Babam, İstiklâl Madalyası ve Çanakkale Nişanı sahibiydi. Madalyası halen büyük oğlumdadır...
Yazınızda, memleketine böylesine hizmet veren bir insan, basit bir şikâyetçi, sızlanan birisi olarak tanıtılıyor. Gayet tabii, bunda sizin bir günahınız yok. Her olayı bilemezsiniz. Ancak, bu mektubumdan sonra, babamın böyle tanınmasına sizin de gönlünüzün razı olmayacağını düşünerek bu mektubu yazdım. Bu vesile ile iyi günler dilerim. Hürmetlerimle."