Ali Nesin ile Sevan Bedros Nişanyan, Konya Askeri Mahkemesince salıverildikten sonra serüvenleri bitmedi. Bu kez, kışlalarına gönderildiler.
İki sanığın savunmanı Veli Devecioğlu, Isparta’da 58. Tümen Komutanı Tümgeneral Yusuf Haznedaroğlu'na şu telgrafı çekti:
"3 Haziran'dan beri tutuklu bulunan müvekkiller Ali Nesin ve Sevan Nişanyan, Konya Askeri Mahkemesi'nde ilk duruşmada tahliye edilmişlerdir. Ancak tahliyeden sonra 40. Piyade Alayı'na teslim edildiklerini, yeniden askerlik hizmetine tabi tutulduklarını öğrenmiş bulunuyorum. Müvekkiller, bölükteki birkaç ülkücü erin yalanlarıyla tutuklanmışlar, yirminci yüzyılda eşine kolayca rastlanmayacak ağır bir adaletsizliğe uğramışlardır. Dava halen sürüyor olmakla birlikte, duruşmanın başlayacağı 9 Eylül günü beraat edeceklerine yürekten inanıyoruz. Dolayısıyla tutuklu kaldıkları sürelerin askerliklerinden sayılması, hem Askerlik Yasası'nın 80, Disiplin Mahkemeleri Yasası'nı 62. maddesi emri hem de adaletin gereğidir. Tekrar kışlaya alınmaları uğradıkları haksızlığın boyutlarını büyütmektedir. Bunda Alay Komutanı Recep Taşer ile özellikle Tabur Komutanı Binbaşı Sırrı Şuşut’un sorumluluktan açıktır. Kendilerine karşı yasalardan doğan tüm şikayet ve dava haklarımızı mutlaka kullanacağız. Ancak, müvekkillerin daha fazla mağduriyetlerine meydan verilmeden hemen serbest bırakılmaları için emirlerini saygılarımla dilerim." Veli Devecioğlu, Albay Recep Taşer ile Binbaşı Sırrı Şuşut'a da birer telgraf gönderdi.
Dört aylık kısa dönem askerlik görevlerini yaparken tutuklanan Ali Nesin ve Sevan Bedros Nişanyan'ın dönem arkadaşları iki ay önce terhis olup gitmişlerdi. Ali Nesin'in, Amerika'da Berkeley Üniversitesi ile sözleşmesi ise, Ağustos sonunda sona erecekti. Amerika'da üniversiteden Aziz Nesin'e gönderilen telgrafta. Ali Nesin'in 25 Ağustosa dek gelip gelmeyeceği soruldu.
* * *
Celal Bayar, "Ankara Notları”nda yönelttiğim bir soruyu yanıtlamadan öldü Sorunun yanıtı da tarihe kaldı!
O soru ile ilgili “Ankara Notları”nın başlığı “Dünyanın Binbir Hali Varken.."di. 23 Mayıs 1984 günlüydü. Şöyleydi özetle:
"Cumhuriyet'in 9 Nisan 1984 günü yayımlanan 'Siyaset 84' ekinde, on ikinci-on üçüncü sayfalarda beş ilginç belge çıkmıştı. Bunları Ferda Güley açıklamış, Cumhuriyet aracılığı ile tarihe mal etmişti. Ferda Güley orada bu belgelerin nasıl bulunduğunu şöyle anlatır:
‘Bu belgeleri 27 Mayıs 1960 öncesinde, son derece elektrikli o günlere yaklaşırken, sevdiğim bir sınıf arkadaşım buldu. Arkadaşım ‘Harp Tarihi'nde çalışıyordu. Orada şimdiye dek, tesadüfen el değmemiş, çünkü kaybolmuş küçük bir kasa ele geçirirler. Açarlar, bakarlar ki, kasanın içinde Atatürk'le İnönü arasındaki özel şifreli haberleşmenin belgeleri var.
Böyle bir şeyin bulunduğu derhal Çankaya'ya. Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a bildirilir. Ve kasanın bütün içeriğiyle Çankaya’ya gönderilmesi yoluna gidilir, işte bu sırada o arkadaşım acele hepsi numaralı, listeye geçmiş olan bu belgelerden beş altı tanesini eski yazıyla kaleme alır. Belgeler Çankaya'ya gitti, fakat bir yerde o belgeler tarihe intikal ettirilmedi. İsmet Paşa'ya verilen sicil ile şu belgelerdeki gerçekler, böylece gömülü kaldı tarihin karanlıklarında..'
Arkadaşının getirip verdiği bu belgeleri Ferda Güley, 1960 öncesi günlerde, İnönü'ye götürür Ferda Güley aynı ekte bunu da şöyle anlatmıştı:
'1960 öncesi günlerde. Ayten Sokak'taki evinde sabah kahvaltısı yaparken onu ziyaret etmiş ve özel bir biçimde elime geçen, kendisiyle ilgili, “Büyük Nutuk" dahil, hiçbir yerde yayımlanmamış, belgeleri masanın üstüne bırakarak.
Paşam, bakın size neler getirdim? demiştim. Yaptığım işin o günkü koşullar içinde kendisine önemli bir destek sağlayacağını düşündüğüm için, bu sözleri söylerken, sesimde ve tavrımda açık bir böbürlenme vardı. Çünkü bu belgeler TBMM Başkanı ve Başkumandan Mustafa Kemal ile Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa arasında yapılan özel şifreli telgraf konuşmalarından bazıları ile Atatürk'ün Diyarbakır'da ikinci ordu komutanı iken sicil amiri olarak ona verdiği 20.5.333 (20.5.1917) tarihini taşıyan ve doğal olarak kendisinin bu vakte değin hiç görmediği gizli sicilinden ibaretti.
İnönü gözlüğünü takıp, benim eline verdiğim sıra ile belgeleri inceledi ve dikkatle okudu..”
Ferda Güley'in Cumhuriyet ekine yazdıklarını burada kesiyorum. Yazılmamış olan, ancak “Ankara Notları”nda değindiğim, bir önemli bölümü var olayın
Ferda Güley'in açıkladığı belgeler çok önemlidir. Kurtuluş Savaşı yıllarından önce de sonra da Atatürk'ün İnönü'ye nasıl güvendiğini, önem verdiğini gösteren belgeler...
Gelelim işin daha önemli bir yanına: İnönü, belgeleri inceledikten sonra Ferda Güley'e:
Orada bir belge daha olacaktı, o yok mu? Onu bulun! der.
O belgenin örneği çıkartmamış, doğruca Çankaya'ya götürülenler arasında kalmıştır. O belge de Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa'ya çekilmiş şifrelerden biridir. O belgede Mustafa Kemal Çerkez Ethem ile arkadaşlarına gönderilen kurulda yer alan Saruhan Mebusu Mahmut Celal Bey (Celal Bayar) ile ilgili olarak kişisel görüşünü belirtir. Edinebildiğim bilgiye göre. Mustafa Kemal'in düştüğü not iç açıcı bir not değildir. Burada 'Güvenilmez' anlamına gelecek bir ifade vardır
İnönü, bunu sağlığında açıklamadı. Falih Rıfkı Atay, yayımlamak için izin istediğinde 1950'li yıllarda İnönü ona:
Halen devletin başında bir cumhurbaşkanıdır. Doğru olmaz biçiminde yanıt verir Falih Rıfkı'nın polemik yapmasına izin vermez.
Celal Bayar, geçen günlerde 100'ün üzerinde bir ‘dalya’ daha dedi. Tanrı’dan ona uzun yaşam olanağı tanımasını diliyorum. Ancak, dünyanın binbir türlü hali var. Kimin ne zaman öleceği belli değil. Bu açıdan, sağlığında, ben de yaşarken sormak istiyorum:
İnönü'nün merak ettiği belge nerede, ne oldu?
Celal Bey'in açıklamasını bekliyorum."
Celal Bey, “Ben de Yazdım" adlı yapıtını, büyük ölçüde. Çankaya'daki belgelerle yazdı. Belge orada da yok. Celal Bey'in belge merakını, bir başka "Ankara Notları”nda daha anlatmak isterim.
Eskiler, “Ezkûrû Mevta-küm bil-hayır" derler. “Ölüleri iyilikle anınız'' demek. Gerçekçi olmak en iyisidir. Doğrular söylenmelidir. Kimi, “Ulu Hakan Abdülhamit” diye yazar, kimi Vahdettin'i göklere çıkarır.
Celal Bey, kendisini deviren 27 Mayıs 1960'i hiçbir zaman “meşru” saymadı. Meşru ve anayasal iktidarlara karşı hangi gerekçe ile olursa olsun, darbe yapmanın meşru olmayacağım savundu. Ancak, Celal Bey, bu konuda tutarlı davranmadı. 12 Mart'a karşı çıkmadığı gibi, 12 Eylül'ü açıkça destekledi. Bu da Celal Bey’in ilke, inanç adamı olmaktan çok eylem adamı olduğu yolundaki değerlendirmeleri destekliyor mu ne?
***
12 Ağustos 1986 günlü, “Bir Derede İki Kez Çimilir mi?" başlıklı “Ankara Notları''nda, Bülent Bey'in “Arayış” dergisini çıkardığını anlattıktan sonra, şöyle demiştim:
"...'Arayış’ta Fikret Otyam, hemen her yazısında bana söverdi. Karşılık vermezdim. Bir gün Bülent Bey çağırmış:
Sayın Otyam, demiş, kişisel sorunlarınızı dergiye yansıtmayın lütfen. Bir daha olmasın.. Bülent Bey den beklenen davranıştı..."
Yazıda adı geçen Fikret Otyam, gazeteye bir “açıklama" gönderdi. Açıklamasında, “12 Ağustos 1986 tarihli Cumhuriyet'te. Ekmekçi imzalı yazıda bana ilişkin bölüm, yine tamamen yalandır, uydurmadır. Bay Ecevit’le, değil Arayış Dergisi’ne yazdığım sürece, 1979 yılından bu yana yüz yüze gelmiş değilim..." diyor
Olayı bana, Bülent Bey'in savunmanlarından, Arayış’ın o zaman Genel Yayın Yönetmeni olan Şahin Mengü anlatmıştı. Açıklama gelince, Mengü’yü arayıp sordum. Şunları söyledi:
Sizin usunuzda yanlış kalmış. Sayın Ecevit, uyarıyı Otyam’a değil, bana yaptı. Derginin Genel Yayın Yönetmeni bendim. Sayın Ecevit bana ‘Bir daha böyle şeyler istemiyorum. Kimsenin kendi kinlerini dergide kusmasına izin veremem. Başkalarını karalamak için böyle yazılar yazılmasına izin vermeyeceğim’ dedi. Yazı işleri Müdürü aracılığı ile Otyam, usturuplu biçimde uyarıldı. Olayların tanığı benim...
* * *
Bir düzeltme: 24 ağustos günlü “Ankara Notları”nda, Ali Nesin ile Bedros Nişanyan'ın Konya Askeri Mahkemesindeki duruşma günleri 19 Eylül olarak çıkmış; 9 eylül olacaktı.
Bir de Amerikan Matematikçiler Birliği Başkanı Prof. Chandler'in adı Chandley diye çıkmış. Düzeltir, okurlardan özür dilerim.
26 Ağustos 1986, Cumhuriyet