Fıkrayı. ABECE Dergisi’nin düzenlediği “Öğretmen Sorunları ile Eğitim” konulu açıkoturumda, Aziz Nesin anlattı, şöyle:
Geçmiş yıllarda Anadolu'ya giden bir tiyatrocu grubu, halka oyunlar oynadığı gibi, kışlada da askerlere oyunlar oynar. Oyun bir güldürü oyunudur. Gelgelelim, oyuncular, seyircileri bir türlü güldüremezler izleyiciler put gibi dururlar, salondan çıt çıkmamaktadır. Oyuncular buna çok üzülürler, “acaba başarılı değil miyiz?” diye. Perde arasında, bir ara bir subay yanlarına gelir, oyuncuları kutlar:
Çok başarılıydı, sizi kutlarım! Der. Oyuncular:
Aman efendim, kimse gülmüyor. Biz başarılı olamadık diye üzülüyoruz.
Tabii gülmezler, der subay, çünkü ben onlara “gıkınız çıkmayacak” dedim, ondan!
Efendim ne olur söyleyin gülsünler, bu bir güldürü…
Peki der, gider subay.
Ondan sonraki sahnede, seyircilerin arada bir toplu olarak.
Hah hah hah! diye güldükleri, ardından birdenbire sustukları görülür. Kimileyin tümü birden gülümsemekte, başlarını sallamakta, sonra yine bir ara,
Hah hah hah! diye çok düzenli bir biçimde gülmektedirler.
Oyunun sonunda oyuncular, bu durumu da subaya anlatarak niye böyle olduğunu sorarlar:
Tabii der subay, ben onlara “Bana bakacaksınız, ben ne yaparsam öyle davranacaksınız!” dedim. Onun için…
12 Eylül’e fazla insafsızlık ediyoruz diye başladı konuşmasına Aziz Nesin, ekledi: 12 Eylül üç şey yaptı. Birincisi, arabalara taksimetre koydurdu. Kimse arlık, şoför az istedi çok istedi diye yakınmıyor. Şoförlerle barış içinde yaşıyoruz. İkincisi, kırmızı karolar kondu. Artık düzenli geçebiliyoruz. Üçüncüsü de, ilk kez ülkede kültür politikası saptandı. Ancak bu kültür politikası yazılı değil, sözlü İngiltere'de anayasalar, yasalar yazılı değil, orada da sözlü. Kültür politikası yazılı olsa, on yılda bir değiştirmesi zor oluyor, ondan...
Aziz Nesin, en son konuşandı. Açışı ABECE Dergisi yöneticilerinden Ali Bozkurt yapmış, daha sonra Türker Alkan, Tahsin Doğan, İlhan Tekeli, Teoman Erat konuşmuşlardı. Ali Bozkurt, Türkiye'nin dünyada öğretmen örgütü olmayan tek ülke olduğunu söyledi. Şöyle dedi:
Amerikan İşçi Sendikaları Başkan Yardımcısı, öğretmen Sendikası Başkanı Albert Shanker, görüşmeler yapmak için çeşitli ülkeleri dolaşır. Avrupa'da görüştüğü kimseler derler ki “Türkiye'de öğretmen örgütü yok”. İnanmaz Shanker, şöyle der: “Türkiye’deki öğretmenlerin durumu ile ilgili olarak bana anlatılanlar inandırıcı gelmemişti. Gözümle görmek ve öğretmenlerle görüşebilmek için Türkiye'ye gelmek istedim. Ancak, görüşebilecek hiçbir öğretmen örgütü bulamadım. Durumlarıyla ilgili bilgi alacak hiçbir örgütlenme yok. Sadece başka iş kollarından bazı Türk sendikacılarıyla görüşüp, öğretmenlerin her tür örgütlenme yasağı içinde olduklarını öğrendim. Bu arada, yargı kararı olmadan üniversitelerden, liselerden uzaklaştırılan bilim adamları olduğunu öğrendim. Gittiğimiz ülkelerde öğretmenlerin sendikaları yoksa, hiç değilse dernekler olarak çeşitli örgütlenmeleri vardı. En kötüsü ise devletin kurdurduğu örgütlenmeler gördüm. Ancak, ilk kez bir ülkede öğretmenlerin hiçbir örgütlenmesinin bulunmadığına tanık oluyorum…”
Ali Bozkurt, Cumhuriyet Gazetesi’nde haber olarak çıkan bu olayı anlattıktan sonra,
Bunun ayıbı bizim değildir... dedi.
Aziz Nesin, tepkisiz bir toplum yaratılmak istendiğini, bunda da büyük ölçüde başarı sağlandığını söyledi. Ankara'da AST'ta yapılan böyle bir toplantı, Anadolu’nun herhangi bir yerinde yapılamazdı. Oradakiler büyük baskılar altındaydılar. Tahsin Doğan, konuşmasının sonunda özetle şöyle demişti:
Şu kadarını söyleyeyim ki, en iyi sistem, en iyi politika belirtense bile; öğretmenlerle, halkla, öğrenciyle iyi bir diyalog kurulmadan, onların isteklerim, toplumun gereksinmeleriyle bütünleştirmeden hiçbir eğitim sorunu çözülemez. Bugün biz, öğretmen derneğine bile tahammül edemeyen, onun kurulmasını engelleyen bir yönetimle karşı karşıyayız. Öğretmenlerin kitle gücüne önem vermek gerekir. Bunun yolu da, öbür çalışanlarla birlikte öğretmenlerin, grevli-toplu sözleşmeli sendikal haklarını almasından geçer.
★ ★ ★
NETAŞ grevine değineceğim. Şuncağızını söyleyeyim ki, yönetim bal gibi grev kırıcılığı yapıyor. NETAŞ'ın yapması gereken işlerde PTT memurlarını çalıştırıyor. Bu, grev yapanı cezalandırmak demektir. Grevi de kaldırın, daha iyi!
Haftanın sonlarına doğru, Ankara'da bir önemli olay da SHP'de, MKYK'de alınan seçimli erken kurultay kararıydı. Aydın Güven Gürkan’ın erken kurultay istediği öteden beri söyleniyordu. Pek bakmayın siz verilen demeçlere, açıklamalara. Onların altında yatana, perde arkasına bakın...
Tüzük program kurultayında seçim de yapılması, böylece MKYK'nin yenilenmesi önerisini toplantıya Erdal Bey getirdi. Tüzüğe göre, bir merkez karar, bir de yönetim kurulu oluşacaktı. Biri kalabalık olacak, bir çeşit CHP'nin eski Parti Meclisi'ne benzetilecekti. Ancak, buna yasal olanak yoktu. Bir de küçük kurul seçilmesi gerekiyordu. Anlayacağınız iki başlı olacaktı. Erdal Bey de, kalabalık MKYK'lerden biraz sıkılmış mıydı?
MKYK'de uzun tartışmalar oldu. MKYK'den gerçekte iki karar çıktı. Biri, mayıs ayında seçimli tüzük kurultayı, öbürü de kasımda yine seçimli olağan kurultay. Mayıstaki kurultayda, yasaklı üyeler, örneğin Deniz Baykal, Ali Topuz gibi politikacılar yönetime gelemeyeceklerdi. Süreleri kasımda doluyordu, ondan. Tartışmaların temelinde bu da mı yatıyordu? SHP'nin Meclis grubu sızlanıyordu. Onların gelecekleri ne olacaktı? Yoksa, milletvekillik anıları 6 Kasım 1983'lerde mi kalacaktı? Aydın Güven Gürkan, bir süre önce, SHP'den ayrılanların durumları görüşülürken,
Gidenlerle kalanların sorunları aynıdır! mı demişti?
Yani, bir gelecek göremezlerse bunlar da mı gideceklerdi? Erdal Bey bir dengeyi tutturmaya çalışıyor gibiydi. Kendi önerisine oy kullanmadı. Erdal Bey'in önerisine karşı çıkanlar arasında Genel Sekreter Fikri Sağlar, Cüneyt Canver de vardı, Fikri Sağlar, konuşması sırasında:
Bunu tamamen yararsız görüyorum. Tüzük kurultayını yapacaksak hemen on gün içinde yapalım, bu işi bitirelim. Seçimler arifesinde (Haziranda kasaba seçimleri vardı), açıkça söyleyeyim Sayın Genel Başkanım, hangi arkadaşımı ben seçim bölgesine gönderebilirim? Saygı duyuyorum, ama ister istemez herkes kendi kavgasına düşecek, biçiminde konuştu.
Erdal Bey'in mayısta seçimli, olağanüstü tüzük kurultayı önerisine karşı çıkanlar, oy kullanmayarak eğilimlerini belirttiler. Bunlar şunlardı: Fikri Sağlar, Enis Tütüncü, İbrahim Önen, Güler Tanyolaç, Cemal Seymen, Nail Gürman, Mustafa Timisi, Birgen Keleş, Turgut Atalay, Cüneyt Canver…
Toplam on kişiydiler Erdal Bey de oy kullanmadı dedim, toplantıda:
Erken bitirelim, nezleyim, dedi. Halil Akyüz, Fikret Unlu, Hızır Ekşi toplantıya gelmemişlerdi. Erdal Bey cuma akşamı “Çağdaş Gazeteciler”in balosuna da gitmedi, mesaj yolladı.
SHP'nin Necatibey'deki yeni binasında, genel başkanla yardımcılarının odaları en üst katta, genel sekreterle yardımcıları ise onun altında. Kendi aralarında birbirlerine, “üst kattakiler-alt kattakiler” diye takılırlar.
“Ankara Notları”nda, Erdal Bey’in Adana, Düziçi, Mersin gezilerine katıldığımda gözledim. Türlü baskılara karşın, büyük bir gizli gücün birikimi yatıyordu. En alt katta oturuyorlardı Tabanda, ezilenler iktidara hazırlanıyorlardı. Tepedekilerin derdi ise, “bir daha seçilebilecek miyiz?” tasası. Aralarında öyle bir uçurum var ki...
8 Şubat 1987, Cumhuriyet