Konya'da emekli öğretmen Galip Taşkafa anlattı aktaracağım olayı; Galip Taşkafa, köyde öğretmen olarak çalışırken, yakın bir Türkmen köyünde, Türkmen hocası Hasip Amca adında biri varmış. Hasip Amca, 1954’lerde bir traktör almaya kalkmış. Köyün kahvesinde traktörün pazarlığı on üç bin liraya yapılmış. Hasip Amca pazarlık yaptığı adama:
Arkadaş, ben evdeki hanıma bir haber salayım da, bir de onun görüşünü alayım, demiş.
Kahveden bir delikanlı gönderip, anaya durumu bildirmişler. Kahveden gelen delikanlıdan, traktör pazarlığını öğrenen yedi oğlan anası Türkmen kadını, evin avlusundan kahveye doğru seslenmiş:
Hele Hasip, aldım gitti, aldım gitti! demiş, eklemiş; Hasan'ı çoban veririm, yedi yüzlük alırım; Mehmet'i kuzucu veririm, sekiz yüzlük alırım, traktörün parasını öderim!
Büyük gelinin okuması yazması varmış. Anasının traktör pazarlığında, on üç bin lirayı, bin üç yüz anladığını fark etmiş. Anasının yanına gelerek:
Ana, ana demiş, bu motorun parası, senin anladığın gibi değil!
Eteğine topladığı çakıl taşlarını, Türkmen anasına göstererek, birden ona dek saymış, bir binliği bitirmiş. Altı bine varınca, kadıncağız oracıkta bayılıvermiş. Kadın uyanınca da, gelinine:
Aman yavrum, biz bu traktörü alamayız! demiş.
Gelin anasına, harman sonu satılacak kuzudan, satılacak sütten, oğlanların emeklerinden gelecek paralarla traktörü alabileceklerini anlatmış. Türkmen kadını kalktığı gibi yerinden okula gitmiş, okulun genç öğretmenine:
Aman evladım, çocukları çok iyi okut, hesaplarını iyi bilsinler! demiş.
Galip Taşkafa şöyle diyor:
“Evet, Ekmekçi, biz Köy Enstitülerinden çıkanlar, önce kendi analarımıza, babalarımıza hizmet vermek için yetiştirildik. Ama, kısa zamanda kökümüz kazındı. Halkın kendi çocukları eliyle gerekli temel bilgileri, becerileri, yenilikleri ulaştırmak için yetiştirilmiştik.”
Galip Taşkafa, Ankara'ya her gelişinde, Köy Enstitüsü eski Müdürlerinden M. Rauf İnan’ı görür, konuşur. Bir gün ona şöyle demiş:
Efendim, şimdiye dek, Köy Enstitüleri'nin hep biçimsel yönleri anlatıldı; binalan, bitkileri, kitapları, bölgesel çalışmalar filan. Oysa, siz bizleri köylerden derlediniz, Köy Enstitülerinde topladınız. Ekinsel tabanı yeterli olmayan bu insanlara, kısa sürede gittikleri köylerde önder olacak düzeyde kişilik kazandırdınız. Bunu nasıl yapabildiniz? Bunları yazmayacak mısınız?
Bunu da sizler yazacaksınız, yanıtını vermiş Rauf İnan. Madem ki bu okullardan, kurumlardan yetiştiniz, koşullarını yaşadınız; köyden gelen çocukların kısa sürede, kendilerine güvenmesini, kendi usunu, bilgisini, istencini (iradesini) kendi işinde kullanmayı öğrenmeşini, korkmadan, korkutmadan okulda bulunan tüm görevlilerle, tartışmaya, eleştiriye girebilen insanların nasıl yaratıldığını sizler yazın.
* * *
Hasan Hüseyin'in ölümünün üçüncü yılında, eşi, çocukları, bir de bir avuç arkadaş Karşıyaka gömütlüğüne gittik. Yolda, Bilgi Yayınevi sahibi Ahmet Küflü, Hasan Hüseyin’in yeniden basılan yapıtlarından “Made İn Turkey”den, “Alelade, harikulade” öyküsünü okuyor, gülüşüyorduk. Gömütlüğe vardığımızda, camide öğle ezanı okunuyordu. Bir polis arabası az ilerimizde bekliyordu. Remzi inanç, gömütün başında kısa bir konuşma yaptı. Ozanların, sağlıklarında da değerlerinin bilinmesini diledi. Azime Korkmazgil, “Kıyı” dergisinin şubat 1987 sayısında çıkan Pınar Giriltinoğlu'nun Hasan Hüseyin için yazdığı “Ölüm Günah İşledi” başlıklı şiirini okudu. Birkaç dizesini aktarayım:
“Yine bir gün günah işledi ölüm/Kan içinde kaldı güneş/Bir nefes oldu kayıkta gelen/Üstü başı gazete'/Saçlarımı aştı tel tel dalgalar/Yine çıyan böcek taş akan/Geceler yarasalı/Yine bir günah işledi ölüm/Kırıldı ağaçların dalları/Dalda çiçek/Çiçekte çağla/Çağlada çekirdek kırıldı/Verdi Karacaoğlan’ın payını/Vurdu Pir Sultan düşmanına/Güzeli zeynepledi ozanım/Sıratı yol eyletti...”
Biliyor musunuz, Hasan Hüseyin öldüğünde basın kartı yoktu. Sayrılanmazdan önce, 1982'de çalıştığı “Naylon” gazetesiyle arası açılmış, ayrılınca da, basın kartını Basın-Yayın'a geri vermişti. İşsiz olduğu için de yenisini alamıyordu...
Azime Korkmazgil, daha sonra Hasan Hüseyin’in bir şiirini okudu. Çiçekler serptik gömütüne. Hasan Hüseyin'in gömütü, üstü yarılmış biçimde yapılmıştı. Kızılırmak'tan esinlenilip, böğründe uzun bir boşluk bırakılmıştı. Oraya çiçekler ekilmişti. Renk renk bir Kızılırmak! Karşıyaka gömütlüğü nasıl da dolmuş. Deniz Gezmiş, Yusuf Asları, Hüseyin İnan'ın gömütleri taa uzaklarda kalmış. Halit Çelenk, “İdam Gecesi Anıları”nı verdi, okuyacağım 12 Mart döneminde asılan bu çocukların öyküsünü...
Akşam, Mecliste, tören salonunda Parlamento Muhabirleri Derneği yeni Genel Başkanı Ercan Sarim kokteyli vardı. Meclis Başkanı Necmettin Karaduman, Başbakan Vekili Kaya Erdem, Vahit Halefoğlu SHP'li Yiğit Gülöksüz, Özer Gürbüz, ANAP'lılar, DYP'liler, bakanlar, gazeteciler oradalar. Cemalettin Ünlü'yü de alıp, Nebi Dadaloğlu'yla buluşacağımız, Mithatpaşa'daki “Ozan” lokantasına gittim.
Meclisteki kokteyl, neden sarmadı bilmiyorum. Yüzlerde bin inanmazlık, bir durgunluk mu vardı? Hiç heyecan yok muydu? Kimse erken seçim düşünmüyor muydu?
İsmet Paşa, “Milletvekillerini seçime götürmek kadar güç iş yoktur!” gibi bir söz söylermiş. Nasıl da doğru...
Gündüz Meşrutiyet'e çıkarken, Mithatpaşa'da, Nebi Dadaloğlu “Ozan” lokantasını görünce:
Ekmekçi kardaş, akşam burada beş on dakika olsun oturalım! dedi
Ozan, Nebi Dadaloğlu'nun 12 Eylül öncesinde, öldürülen oğlunun adıydı...
3 Mart 1987, Cumhuriyet