İlk gazeteciliğe yazar olarak başladım. Muhabirliğim, haberleri kovalamam, daha sonradır. Ancak gazeteciliğin temelinin muhabirlik olduğunu düşünürüm. Nurullah Ataç’ın “24 saat edebiyat düşünürüm” dediği gibi, 24 saat gazetecilik düşünürüm, iddiasız “Ankara Notları”da, birer gazetecilik ürünüdür. Gazeteciliği de futbol oyununa benzetirim. Futbol, nasıl bir ekip, bir takım çalışması isterse, gazetecilik de öyle. Paslaşma, kişisel oynamama, yorulmama, başta gelen şeyler. Futbolcu, top arkasında koşar. Topu yakalamak için, ancak bir dönem gelir, top arkasında koşmasına gerek kalmaz, toplar onun ayağına gelir. Paslar verilir. Genç gazetecilerin, haber kovalamaları doğaldır. Bir yere gelir tıkanır, ne yapmalıdır? İşte bunun tek çıkar yolu takım çalışmasını işletmektir.
Cumhuriyet çalışanları son günlerde bunun güzel örneklerini verdiler. İstanbul mutfağı, mutfağa öteberi taşıyan Ankara, korkunç bir işbirliği içindeydi. Ankara’da güzel bir takım çalışması kurulmuştu. “Rabıta” olayının nasıl çözüldüğüne gelmek istiyorum: Uğur Mumcunun Avrupa'larda dolaşıp, hazırladığı gerici örgütlerin çalışmaları, bu arada Rabıta'nın Almanya'daki imamların aylıklarını ödediği yolundaki bölüm çıkınca, kıpırdanma başladı Yetkililer, böyle bir şeyin olmadığını ya da haberleri olmadığını söylüyorlardı. Eee, Uğur Mumcu, dolayısıyla Cumhuriyet yalan mı yazıyordu? Yalçın Doğan, “Ankara Notları”nı hazırlamak için eve kapandığım bir sabah telefon etti:
Ekmekçi, Altıkulaç’la bir görüşebilir misin?
Kolları sıvadım, önce konuşmadı, azıcık çıtlattı, İstanbul'daydı. “Büyüklerimiz konuşsun, ondan sonra” diyordu, ipuçları vardı ya-ıhh!
Ankara'ya döndüğünde, bu kez, “Sizinle konuşmadan Milliyet’ten Yener Süsoy'la konuşacağım, ona söz vermiş bulunuyorum” diyordu.
Konuşun, dedim, onunla da konuşun. Ama, bizimle de konuşun. Bu konuyu ortaya atan Cumhuriyet!
Haklısınız! dedi. Yener Süsoy'la konuştuktan sonra yanıt vereceğini söyledi. Yanar Süsoy'la konuşmuş. Süsoy Milliyet'te zaman zaman söyleşilerini izlediğim değerli bir arkadaş. O da anlayış göstermiş. Bu davranışından dolayı Süsoy'a teşekkür etmek istedim, “Biz böyle yetiştik abi!” dedi. Teşekkür ediyorum.
Rabıta olayları izlendiği günler, Cumhuriyet'in bürosunun hali görülecek şeydi iki kişi teyp bandını çözüyor, Yalçın Doğan okuyor, Ahmet Tan telefonlar kulağında, İstanbul'la konuşuyor, Yalçın Bayer, Trakyalı ya:
Şu Trakya kalıbını kurtarmaya çalışıyoruz! diyor. Sekreterimiz Nur Hanım:
Hemen Hasan Cemal Bey’i arayacaksınız! Sizi bekliyor.
Genç gazetecilik yıllarını düşündüm. Fırtınalar gibiydik. Birgün Milliyet'te, hızla odadan odaya giderken Abdi İpekçi'yle çarpışmıştık. Kafalarımız tokuşmuştu. Ses çıkarmadı ama, hafif bozulmuş olmalıydı. İstanbul'da, Abdi İpekçi'ye sormuşlar:
Nasıl orada arkadaşlar?
Bırakın yav, demiş, orada herkes birbirine çarpıyor!
Hasan Cemal telefonda:
Hemen Bern Büyükelçiliğini ara, Haydar Saltık’la konuş, Rabıtadan aylık alan imamlarla ilgili kararnameyi nasıl imzaladığını, Tayyar Altıkulaç'ın açıklamalarının doğru olup olmadığını sor; bir şey söylese de, söylemese de Altıkulaç’ın açıklamalarının kullanılacağını söyle..
Haydar Saltık'ı Bern'de elçilik dışında bir yerde buldum! 12 Eylül’ün etkili adamıydı, öyle derlerdi. Herkes korkardı. Yabancı gazeteciler, 12 Eylül'den söz ederken, onu gerçekleştirenler için “Cunta” diye yazıyorlardı Bunu yazan yabancı gazetecilerden biri çağrılmış, sorulmuştu:
12 Eylül'ü gerçekleştirenlerin adı 'Milli Güvenlik Konseyi'dir. Siz ise, Milli Güvenlik Konseyi demiyor, 'Cunta' diyorsunuz. Neden?
Yabancı gazeteci şöyle karşılık vermişti:
Efendim, Milli Güvenlik Konseyi dersek, Amerika'da sade vatandaşlar anlamaz. Dünyanın her yerinde, böyle hareketleri yapanlara 'Cunta' derler. Gazeteci zılgıtı yemiş çıkmıştı! Hasan Cemal'in yapıtlarında, bunun pek çok örnekleri var.
Bir gün, konseyin halkla ilişkiler bölümüne gidip, bölümü yöneten, şimdi Amiral oldu. Albay Salim Dervişoğlu ile görüşüp, tanışmak istedim. Telefonla konuşuyor, ancak tanışmıyorduk. Salim Dervişoğlu:
Sayın Ekmekçi, dedi Saltık Paşam bütün yazarların yazılarının özetini ister, yalnız sizin yazınızın tamamını ister.
Salim Dervişoğlu, ne bilsin, bunun beni sevindireceğini sanıyordu, içimden, “Anneeee!” dedim, “Aman oğlum Ekmekçi yazılara biraz dikkat et, bunlar senin için iyi şeyler düşünmüyorlar!” Behice Boran, bir gün öyle demişti:
Ben her yazıyı sonuna dek okumam, ne olduğunu anlar bırakırım. Bir senin yazını sonuna dek okurum. Nerede ne diyeceğini bilemiyorum ki!
Haydar Saltık, konuşurken dikkat ettim, yakın davranıyordu:
Oooo, Mustafa Bey nasılsınız iyi misiniz?
Hemen konuya girdim, “Paşam böyleyken böyle..” içinden geçirmiş midir?
Şunları, elimizde güç varken, içeri tıkmadık ta, bize geçmişin hesabını soruyorlar...
Haydar Saltık’la konuşmayı öğrenen Yalçın Doğan, her zamanki heyecanıyla, hemen:
Bana Hasan Cemal'i bağlayın! diyor. Büroya şöyle uzaktan bakan, bir curcuna var sanır. Futbol maçında, kale önü karışır ya bir, öyle.
Ağır top Cüneyt, Uğur Mumcu Ahmet Tan, Sedat Ergin, Ümit Aslanbay, Enis Berberoğlu, Günseli Önal, Hasan Uysal, Hakkı Erdem, Canan Gedik. Evren Değer, Turan Yılmaz, Işık Kansu, Zeki Saral, Faruk Bildirici, Betül Uncular, Tuncay Özkan, Bilal Çetin, telekste Halil Özdemiroğlu, bilgisayarda Bilal Uçar, Mazlum Erdoğan, foto muhabiri Rıza Ezer, Ali Nun, şoför Yusuf Süpürgeci, olaylara eli değsin, değmesin heyecan içindeler. Bir imece coşkusu ki sormayın... Buna benzer çalışmalar seçim gecelerinde olur. Uykusuz geceler…
Azmi Özgür:
Abi, haberlere mükâfat olarak ikramiyenizi vereyim! diyor. Dalgasını geçiyor. Meğer o gün, ikramiye dağıtılıyormuş. Odacılardan Mustafa İspir’le Güldane Asil’in, Mehmet Ali Sevim, Aytekin Altınöz'ün gözleri ışıl ışıl.
Cumhuriyet bürosunda yazar takımı alt kattadır, üst kattakiler haber kadrosudur. Gencay Şaylan, basımevi yönetmeni Vural Saygılı da, alt katta bizimle. Sekreter Nur Çağatay, Kitap Kulübü'nden Aytekin Altınöz de öyle.
Gazeteyi gazete yapan, bir eski gazetecinin deyimiyle, her milimetre karesine insan elinin değmiş olmasıdır. Orada çalışan herkesin, kıvancı da, üzüntüyü de paylaşmasıdır, iyi ilişkiler içinde olmasıdır…
İlhan Selçuk'un cuma günü çıkan “Atatürkçü bir görüşle” başlıklı yazısını kaçırmadıysanız, okuyun, “Rabıta”yı “Atatürkçü”yü (!) anlatır, ne güzel!
22 Mart 1987, Cumhuriyet