Yahya Kemal çok kimseye olduğu gibi, Ataç'a da gazel yazmış. Ancak o gazel ortada yok! Ataç, birçok yazısında Yahya Kemal'i övdüğü gibi, yeri geldiğinde eleştirmiştir de. Ataç, Yahya Kemal’in "Çubuklu Gazeli"ne çengeli takar. Gazel, bestelenmiş, Münir Nurettin okumuştur. "Aheste çek kürekleri mehtab uyanmasın/Bir alem-i hayâle dalan âb uyanmasın..." diye başlar. Ataç. Ömer Asım Aksoy'ların odasında şöyle der:
Yahya Kemal, Boğazda mehtap manzumesinde bayağılaşmıştır. "Kassap uyanmasın, Kınnap uyanmasın, Pencap uyanmasın..." redifli beyitleri sırala, olsun gitsin!
Ataç, Yahya Kemal’le alay ettikten sonra, odasına çıkar. Ömer Asım Aksoy, az sonra, şaka-taşlama yollu bir gazel yazıp Ataç'a armağan eder. "Yaşayan dil”le yazılan bu gazelin açıklamalarını da gazelin sonunda verdi Ömer Asım Bey. Gazel şöyle:
"Bir kez o çifte şule-i mihrap uyanmasın/Mümkün mü bahr-i aşuta girdap uyanmasın.
Çün bahş kıldı vaslı bize şuh-ı işvebaz/Uşşak içinde fitne vü dolap uyanmasın.
Devreylesin bu şepkef-i sanide hep şarap/Lakin hazer ki kepçe-i hoşap uyanmasın (1)
Bintül'ineple ferve-i vuslatta hemşerim/Dahletmesin firaşıma unnap uyanmasın (2)
Tiz etmesin sada-yi hazinin hezar kim/ b üzre hap içindeki murgab uyanmasın (3)
Reng-i şarabı andıran isyan-ı Çin bes (4) /Kamboç, Siyam, Koşinşin ü Pencap uyanmasın
Meftunluğum Nedim-i Cedid'in lisanına (5) /Ricat sayıp Ataç gibi her şab uyanmasın (6)
'Sürç-i lisan’dır ‘yaşayan dil’de her sözüm (7) /Göz yumsun ehl-i ‘dil' buna, kûttap uyanmasın (8)
Hembezm-i kuzi-i sanem-i ayş ü işretiz/Lütleylesin bu dem bize kassap uyanmasın (8)
Bir ukdedir düğümlük uçkur için Kemal/Havfim budur ki gayz ile kınnap uyanmasın (9)
Asım ulaştı kırka yeter kırdığın ceviz/Reşk eyleyip bu haline sincap uyanmasın (10)"
Kimi dizelerin açıklamaları da şöyle.
(1)Bu gece hep sakinin elindeki şarap dönsün, sakın hoşaf kepçesi kımıldamasın
(2)Üzüm kızıyla kavuşma örtüsü altında bir yastığa baş koydum. Yatağıma bir başka meyve girmesin.
(3)Bülbül, yanık sesini çok yükseltmesin ki, su üstünde uyuyan ördekler uyanmasın.
(4)Kızıl renkli Çin ayaklanması yeter Kamboç, Siyam, Koşinşin ile Pencap buna katılmasın.
(5)Nedim-i Cedid, Ömer Asım Aksoy'un Yahya Kemal'e taktığı ad.
(6)"Şab" genç demek.
(7)O günlerde dil devrimine karşı yazı yazan ve "yaşayan dil" tezini savunan bir politikacı yanlış bir tamlama olan “sürç-i lisan" sözünü kullanmıştı.'
(8)Kuzu gibi bir sevgiliyle eğlenip içiyoruz. Kuzunun kanına girecek bir kasap ortaya çıkmasın
(9)O sırada Sarıyer'de güzel bir kızı kınnapla boğmuşlardı.
(10)"Reşk eylemek" kıskanmak demek.
***
Bugün, 12 Eylül'den sonra kapatılan Türk Dil Kurumu'nun başında Prof. Hasan Eren var. Hasan Eren'in de 27 Mayıs'ta "kuyruk acısı" var. 27 Mayıs 1960 öncesinde Hasan Eren, DTCF'de doçentti. Prof. Emin Bilgiç ile Doç. Hasan Eren, o sırada "Vatan Cephesi"ne girerler. Yassıada Mahkemesi'nde, sanık olacakken tanık olarak ifade verirler. Kendilerini Vatan Cephesi’ne alan Sümerbank eski Genel Müdürü Mehmet Akın'ı suçlarlar. Özetle ifadelerinde şöyle derler:
Biz bir fikir dergisi çıkarmak için sanık Mehmet Akın'a yardım istemeye gittik. O, "DP'ye kayıtlı olup olmadığımızı" sordu. "Değiliz" dedik. "Kaydolun!” diye teklifte bulundu. "Düşünelim, fakat partiye girersek, bu husus gizli kalsın!” diye şart koştuk. Bir süre sonra, DP'ye katıldığımıza dair bir yazı yazıp gönderdik. Fakat bu yazının başlığı sanık Adnan Menderes’e yazılmış gibi değiştirilerek imzamız hilafına radyoda okundu!
Sümerbank'ın eski Genel Müdürü, DP Ankara İl Başkanı Mehmet Akın ise, savunmasında Hasan Eren ile Emin Bilgiç’in kendiliklerinden başvurduklarını, DP'ye girdiklerini açıklar, radyoda okunan söz konusu bildiriyi bırakıp gittiklerini söyler.
O dönemi yakından bilenlerin söylediklerine göre, Emin Bilgiç ile Hasan Eren, o zaman Mehmet Akından -o zamanki parayla- yüz bin liraya yakın bir para alırlar. Yanlışsa, kendileri yaşıyorlar, açıklasınlar!
Hasan Eren'in de, Emin Bilgiç'in de pek şansları olmasa gerek. Girişimleri kursaklarında kalır. Çok geçmeden 27 Mayıs devrimi olur. Hasan Eren, ayrıca disiplin kovuşturması geçirir. O sıralarda çıkan 147’ler listesine alınır. İşsiz kalmıştır. O zamanki 147'ler, şimdiki 1402’likler gibidir. Hasan Eren, nereye başvursa eli boş döner. Polis Enstitüsü'nde bir öğretmenliğe girme olanağı bulur. Sivil yönetime geçilip de, 147'ler eski görevlerine dönünce, kuruların arasında o da görevine döner!
Türk Dil Kurumu'nda çok hızlıdır. "Devrim" sözcüğü, Türkçe sözlüğe, onun başkanlığındaki kurulca konur. Sonraki gelişmeleri evren, yani "kainat" biliyor. Tercüman'ın "Yaşayan Dil" kervanına katılır. 12 Eylül’den sonra, Türk Dil Kurumu kapatılınca, yeni kurumun başına o getirilir! Hasan Eren, yarın, öbürgün 12 Eylülcüleri de suçlayıp, tanık olarak ifade verirse, hiç şaşmam!
Atatürk, Dil ve Tarih Kurumlarını "arpalık" olsun, "devrimlerime karşı olanlar burada çöplensin" diye kurmadı. 12 Eylül'den sonra, eski Türk Dil Kurumu'nun tüm hesapları didik didik edildi, tek usulsüzlük bulunamadı. Şimdikilerin durumlarını henüz bilmiyoruz. Atatürk'ün kalıtından kimler, nasıl yararlanıyor?
Yeni bir Dil Derneği kuruldu. Kurulur kurulmaz, İçişleri Bakanlığı çalışmalarını durdurdu. Gerekçesi de, dernek suç işleyebilirmiş! Dil Derneği ne suçu işleyebilir? Dil devrimini yaşatmaktan başka...
Bocalayan bakanlık, ne yapacağını şaşırır. Durumu şimdikilere sorar, "Bir dernek kuruyorlar, ne yapalım?" diye. "Aman, derler, anayasaya göre kurulmuş, bizim başında olduğumuz Türk Dil Kurumu var ya, başkası kurulamaz!"
Ne demişti Atatürk? "Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” Türkçe içinde, tek yabancı sözcük kalmayıncaya dek çalışmak, Türkçeyi sevenlere düşen başlıca görevdir. Bu amaçla kurulan Dil Derneği, er geç amacına ulaşacak.
Ömer Asım Aksoy'un ikinci yazısı da önceki gün Cumhuriyet'te çıktı. Şöyle bitiyordu Aksoy'un yazısı:
"Son sözümüz şu: Yeni Dil Kurumu, bu düzeni ile dilimizin ‘öz güzelliğini' ortaya çıkaracak ve onu zenginleştirip yükseltecek bir etkinlik gösterememektedir. Yanlış bir düzenleme yapılmıştır, yanlış hesap Bağdat'tan döner.
23 Nisan bayramı, kaldırılmasındaki yanılgı kabul edilip nasıl geri getirilmişse, Atatürk'ün ince düşüncelerle devlet dairesi olarak kurmayı doğru bulmayıp dernek olarak kurduğu Dil Kurumu da daha çok zaman yitirilmeden eski kimliğine dönüştürülmelidir.”
11 Haziran 1987, Cumhuriyet