Gömüt Kazıcısı mı Ne?...

Yıllar önceydi. Sovyet Elçiliği’nde bir kokteylde. Aysel Hanım, yanıma geldi:
Size dedi, Şevket Süreyya Aydemir'in bir vasiyeti var, onu iletmek istiyorum...
Hay hay! dedim, dinledim. Şevket Süreyya ölümünden önce, arkadaşı Aysel Hanım'a şöyle demişti:
Şimdi sana anlatacaklarımı, ben yazmadım, yazamadım! Lütfen bunu Mustafa Ekmekçi’ye anlat, o yazar. Eğer yazmazsa, o da ölmeden, yazabilecek birine anlatsın!
Şevket Süreyya'nın yazmamı istediği konu, İsmet Paşa'yla bir konuşmasıydı. Şevket Süreyya Aydemir, “İkinci Adam" yapıtını hazırlarken, hemen her gün İsmet Paşa’nın evine gider, konuşurmuş. Zaman zaman konu dışına çıkıp, söyleştikleri olurmuş. Şevket Süreyya, sözü Bülent Ecevit’e getirip sormuş:
Paşam, Ecevit’i nasıl buluyorsunuz? Ne diyorsunuz?
Onun her şeyim yendim, onu yetiştirmeye çalıştım, yalnız onun kompleksini yenemedim. Kompleksi onu da bitirecek, partiyi de…
Çok ağır bir yargısıydı bu Paşa’nın. Şevket Süreyya’nın bir “vasiyeti" olduğunu, daha önce “Ankara Notları”nda yazdım, ancak içeriğini yazmadım. Yazamazdım da. Bülent Bey'in elleri bağlıydı. Kapalı biçimde, Şevket Süreyya’nın bir vasiyeti olduğunu, ancak yazmanın zamanı olmadığını vurguladığımda, yazıyı okuyan Nadir Nadi:
Senin yazdıklarından hiçbir şey anlamadım! dedi birgün.
Efendim, ben de anlaşılmasın diye yazdım!
Yaaa… demekle yetindi.
İlhan Selçuk, 20 eylül pazar günkü yazısında. Ecevit’i nasıl da ağır eleştirdi? Yazısının sonunda şöyle dedi:
“DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit, Cumhurbaşkanı Kenan Evren’le ‘sıcak bir görüşme’ yaptı Çankaya’dan pek keyifli çıktı, gazeteciler sordular:
Bu görüşme ile 12 Eylül rejimini aklamış olmuyor musunuz?
Ben gerektiğinde protestomu, gerektiğinde mücadelemi yaptım. Gerektiğinde üzerime düşen görevleri yerine getiriyorum. Bu rejimin bazı bakımlardan yerine oturduğunu gösteriyor
Öyle görünüyor ki, Sayın Ecevit, rejimin yerli yerine oturup oturmadığını yine kendi ‘ben'ine göre ölçmüş. Yasaklı politikacı iken 12 Eylül tu kaka idi. Yasakları kalkıp da Evren’le ‘sıcak görüşme' yaptıktan sonra rejim sıcak gelmeye mi başladı? Eğer böyleyse Halkçı Partililerin ne günahı vardı! SODEP’i '12 Eylül'ü içine sindirdi' diye neden suçladı? SHP’nin Çankaya ile ilişkileri DSP’den de soğuk değil mi?
Bülent Ecevit’in elindeki pusulanın göstergesi ‘ben’ oldukça Bülent Bey çok üzülecek; yalnız Bülent Bey değil, hepimiz üzüleceğiz. Ah, şu benlik davasından bir vazgeçebilsek..."
İlhan Selçuk, belli ki bu eleştiri yazısını üzüle üzüle yazmış. Oturup çay, kahve içilmiş, yıllarca destek verilmiş. Üzülünmez mi? Bülent Bey, Hamzakoy’dan döndükten sonraydı. Evi arı kovanı gibiydi. Tüm arkadaşlar gitti, ben azıcık ağırdan aldım. İlhan Selçuk'la telefonlaşıyorduk. Sordu:
Ecevit’e gittin mi?
Henüz gitmedim! Öbür arkadaşlar gitti!...
Canım, sen de git bir "geçmiş olsun!" de, konuş..
Benim arabam yok! dedim
Canım, atla bir arabaya git, sen Ekmekçi'sin!
Atlayıp gittim. Yalçın Doğan da var “Geçmiş olsun" deyip döneceğiz. Kapıyı Bülent Bey açtı içeri girdik. Biz başlamadan o söyledi:
Askerlere yardımcı olmak lazım, iyi niyetliler! Kafamdaki iki soruyu sordum:
Bülent Bey, size iki sorum var: Biri şu; Şili'de darbe 11 Eylülde mi olmuştu, 12 Eylülde mi?
Evet. İkincisi?
İkincisi de şu Kenan Evren, sizin Genelkurmay Başkanınız değil miydi?
Sorularımı duymamış gibi yaptı. Yalçın Doğan'la konuşmaya başladı. Çayımı yudumlamaya başladım. Bir ara Bülent Bey:
Evet Sayın Ekmekçi, siz ne diyorsunuz? gibi bir şey söyledi.
Benim sorulanma yanıt vermediniz ki! Tikleri atmaya başlamıştı. Karşılık verdi:
Şili'de darbenin 11 Eylül'de mi, 12 Eylül’de mi olduğunu bilmiyorum. İkinci sorunuza gelince, evet Evren bizim Genelkurmay Başkanımızdı ama, biz orduyu politikadan uzak tutmak istedik. Politikaya karıştırmadık!
Kim karıştırdı?
O karıştırdı! (Adını söylemedi ya. Süleyman Bey'i söylemek istiyordu) Ben Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra, Genelkurmay Başkanı’nın masasında, Kurtul Altuğ'un benim aleyhime yazdığı kitabı görmüşler!
Peki, siz Başbakan olarak muhalefet liderinin orduyu politikaya karıştırmasını da önleme durumunda değil misiniz?
Çok uzatmadım konuşmayı; umutsuz ayrıldım yanından. Sonra, bir kez daha görüştük, onda da Nazlı llacak’ı övdü, “Türkiye’de tek yazar" diye.
Şevket Süreyya'nın “vasiyetine'' benzer konuşmalar, başkalarıyla da geçmiştir. İsmet Paşa’nın düşürülüp, Bülent Bey'in getirileceği olağanüstü kurultay kararı ile ilgili dosyayı Paşa'ya getiren Kamil Kırıkoğlu’na Paşa sorar:
Beni düşüreceksiniz, değil mi? Bu onun kurultayı...
Evet Paşam, der Kamil Kırıkoğlu, düşürecekler sizi!
Peki, der Paşa, kim olacak Genel Başkan, sen mi?
Genel Sekreter Kamil Kırıkoğlu, utangaç gülümser:
Yok Paşam, der, genel başkanın kim olacağı belli..
Keşke sen olsan!
Hayır Paşam. Bülent Bey Genel Başkan olacak!
Paşa o zaman üzgün, dizlerine vurur:
Dizinizi döveceksiniz, dizinizi! Hem parti gidecek, hem memleket gidecek.
Bu konuşmayı, Kamil Kırıkoğlu ölümünden önce, doktoruna anlatmış, ondan dinledim. Benzeri konuşmalar, başkalarıyla da olmuş, onları da biliyorum.
Bir gün Doğan Avcıoğlu ile Bulvar Palas'ta yemekteyiz. O da, "Bak sana bir gerçeği söyleyeyim. Bülent Bey’e güvenilmez" diyor. Tınmıyorum, gidiyorum yolumda. Bülent Bey'lerin kayınbabasının evinde, Bahçelievler'de oturdukları yıllar, bir görüşmeye gitmiştim. Ev, kedi doluydu. Kedileri ben de severim. Babamın kedisi vardı, sıçrar kapıyı açardı .Ama Bülent Bey'le, "R" hanımınki sayrılık derecesinde. Bahçede de tümsekler vardı. Bülent Bey'e, bu tümseklerin ne olduğunu sordum. Bülent Bey güldü:
Bunlar, ölen kedilerin mezarları! dedi Benim bir işim de mezar (gömüt) kazıcılığıdır!
Süleyman Bey, yıllar yılı 1961 Anayasası'nı rafa kaldırarak demokrasinin gömütünü kazmıştı!
Bülent Bey de şimdi sosyal demokratların gömütünü mü kazıyor ne? Yoksa kendi gömütünü mü?