Otuz Yıl Önce, Otuz Yıl Sonra...

SHP’nin Kızılcahamam toplantısındaki kulisleri, olayların perde arkasını öğrenince içimden:
Bravo Ayla Akbal! dedim.
Herkesin köşe kapmaya uğraştığı bir ortamda, Genel Başkan Erdal Bey’ şöyle der:
Efendim, adaylar arasında vazgeçemeyeceğiniz, yer bulmakta güçlük çektiğiniz birisi olursa, ben aday olmayabilirim. Lütfen beni düşünmeyin!
Bu, kısa sürede yayılır kuliste. “Vaaayyy, Ayla Hanım aday olmuyormuş, yerine biz olalım! Bu fırsat bir daha ele geçmez…” diyenler mi arasınız? “Aman, o köşe kapandı, başka köşeye koşalım!” diyenler mi?
Örgütünde istenmeyen biri, Erdal Bey’e:
Efendim, kendi örgütüm beni istemiyor, sizin yanınızda yer alabilir miyim? demeye getirir.
Erdal Bey, Karşılık verir:
Hay hay, ben alt sıraya geçeyim siz birinci sırada olun!
Parti Meclisi ayağa kalkar da, önlenir bu utanca! SOn ana dek, Rize’de liste başı bilinen Prof. Yakup Kepenek, ikinciliğe kaydırılır, kimbilir neliklerle? Altlara düşen, Hinthorozu’nun çevresine atar kapağı…
Anlaşılan SHP’li yöneticiler iktidar olmak istememektedirler. Onlara Parti Meclisi üyeleri sayısında milletvekilliği yeter de artar bile. “Eli mahkum” oyları alarak, 40-50 kişiyi Meclise sokabilirler. Ama bununla geleceklerini de karartırlar. Gelecek Ayla Akbal’ların, Yakup Kepenek’lerindir biilesiniz. SHP listesinde bir olumlu olay, Ecevit’in “hizip başları” diye nitelediği, Deniz Baykal’ların, Ali Topuz’ların liste başlarına getirilmeleri.
***
Meti Toker’den, 24 Eylül 1987 perşembe günü çıkan “ Ankara Notları” ile ilgili bir mektup aldım. Şöyle diyor özetle, Metin Toker:
“Sevgili Ekmekçi,
Ankara Notları’nda ‘Bir Serüvenin Başlangıcı…’ başlıklı yazını okudum. Bülent Ecevit’in 1957’de CHP milletvekili olarak siyaset hayatına girişini ne kadar güzel, tatlı tatlı anlatıyorsun. Hem de bütün  ayrıntılarıyla.. Olay, gün, yer ve sahısları vererek.. Benim de adım sık sık geçiyor. Benim yaptıklarım, benim söylediklerim.. İsmet Paşa CHP’nin Ankara İl Başkanı İbrahim Saffet Omay’a, Ecevit’in Ankara adaylığını önerdiğinde, ‘İyi, fakat Metin’i de düşünseniz’ demesi. Omay’ın itirazı üzerine ‘Sen Bülent’le ve Metin’le de konuş’ tavsiyesini yapması. Omay’ın Ankara garında benimle bir aşağı bir yukarı yürüyerek konuşması. Bana ‘Biraz konuşabilir miyiz?’ diye sorduktan sonra politikaya girip girmeme hususunda fikrimi alması. Eğer düşünüyorsam bunu kontenjandan gerçekleştirebileceklerini bildirmesi ve benim bu ilgiye çok teşekkür edip politikaya girmeyi düşünmediğimi, gazeteci olarak kalmayı yeğlediğimi ‘kesin bir dille’ söylemem. İsmet Paşa’nın ‘Bülent’le, Metin’le konuşabildin mi?’ sorusu üzerine, Omay’ın ‘Konuştum Paşam, Ecevit kabul, Metin Bey reddetti’ cevabını vermesi.
Sevgili Ekmekçi, bu ayrıntıları okuduktan sonra, itiraf ederim ki ben bile ‘Acaba bütün bunlar gerçekten oldu mu?’ diye şüphe etmekten kendimi alamadım. Pek basit bir sebepten:
Olayların geçtiğini söylediğin ‘1957 ağustos ayının sonlarıla eylülün ilk üç haftası’nda ben Ankara Cezaevinin Hilton diye bilinen koğuşunda mahpustum. Ancak 2 ekimde, yani çok sonra tahliye edildim. Her yerde hazır ve nazır olmak Allah’ın şanındandır. Aynı anda hem Ankara Cezaevi’nde, hem Ankara garında bulunamayacağıma göre biri seni fena halde işletmiş…
Ancak Bülent Ecevit’in 1957’de CHP milletvekili olarak siyaset hayatına girişinin benimle bir ilgisi hiç yok değildir. Ben bunu ‘İsmet Paşa ile 10 Yıl’ adlı kitaplarımın 1965 aralığında yayımlanan birinci cildinde anlatmışımdır.
2 Ekim 1957’de tahliye edildiğimde evvela eve uğradım, doğumunu göremediğim kızım Gülsün’ü sevip okşadım. Sonra, başyazımı yazmak üzere ‘akis’e gittim. Orada çok sayıda başkaları arasında iki ziyaretçim oldu. Biri Bülent Ecevit idi. Biri de Ali İhsan Göğüş. İkisinin de, İsmet Paşa’ya iletilmek üzere ricası vardı. Ecevit siyaset hayatına atılmak, CHP listesinden aday olmak istiyordu. Seçimler erkene alındığında, Amerika’da bulunduğundan gafil avlanmıştı. Hemen koşup gelmişti, ama listeler kapanmıştı. Duymuştu ki, benim için Ankara listesinde bir adaylık ayrılmıştır ve ben milletvekili olmak istememekteyim.
Acaba bu yeri bana verir ve beni İsmet Paşa’ya tavsiye eder misin? diye sordu.
Elbette senden iyisini mi bulacaklar… cevabını verdim.
Göğüş’ün isteği ise şuydu: CHP’nin Urfa listesinden aday gösterilmişti. Halbuki kendisi Gaziantep’liydi ve orayı Mecliste temsil etmek istiyordu. İsmet Paşa’ya, Urfa’dan alınıp Gaziantep’e verilmesi dileğini iletebilir miydim? Listeler adeta kesinleşmişti de… İki arzuyu da yerine getirdim. Ecevit Ankara’dan aday gösterildi. Ankara listesi kazandı. Ecevit Meclise ve dolayısıyla siyaset hayatına girdi…
Sevgiyle gözlerinden öperek…
Metin Toker”
Metin Toker’in bu açıklaması üzerine, ne diyeceğini sorduğum CHP’nin 1957’deki il başkanı ve sonra devlet bakanlığı da yapan İbrahim Saffet Omay yaptığı yazılı açıklamada özetle şöyle dedi:
“Sayın Metin Toker, cezaevinden 2 ekimde tahliye edildi. Sayın Erdal İnönü’nün düğünü 3 Ekim 1957 günü yapıldıktan sonra, İsmet Paşa Karadeniz gezisine çıkmazdan önceki günler içinde birkaç gün için İstanbul’a gidip gelmişti. İşte Sayın Toker’le konuşmam; bazı İl Yönetim Kurulu ve Merkez Yönetim Kurulu ve Parti Meclisi üyesi arkadaşlarımızla istasyonda Paşa’yı uğurladıktan sonra garda yalnız kaldığımız sırada yapılmıştır.
1957 seçimlerinden bu yana aradan uzun yıllar geçtikten sonra, Sayın Ecevit’le ilgili kitaplar yayımlanıyor, röportajlar yapılıyor, yazılar yazılıyordu. Milliyet gazetesindeki bir röportaj vesilesiyle öğrendik ki, kontenjan adaylığı konusunda bir sürtüşme oluyor. Sayın Metin Toker, kontenjan adaylığını reddettikten sonra, Ecevit’in kendisine ‘Paşa’ya söyle senin yerine beni koysun’ dediğini ileri sürmekte, Ecevit de buna karşılık Toker’e böyle bir istekte bulunduğunu anımsamadığını, ancak örgüt arkadaşlarının ısrarları üzerine adaylığı kabul ettiğini, birçok kereler söyledi.
Bu tartışmanın noktalanmasının kamuoyu bakımından uygun olacağı düşüncesiyle o dönemin il başkanı olarak 1957 seçimlerinden 18 yıl sonra, sözü geçen açıklamayı yaparken ‘ekim’ ayını bellek yanlışı olarak eksik bırakmış olacağım. Bugün ise aradan tam otuz yıl geçmiştir. Belleğimi yoklayarak biraz daha açık anlatmaya çalışacağım:
Büyük insan, emsalsiz lider İsmet Paşa Genel Merkeze 12 kontenjan verilmesini bana ağustos ayı sonlarında söylemişti. Zaman zaman rahmetliyle yaptığımız konuşmalarda kendisine bunun mümkün olamayacağını üzülerek söyledim. Eylül ayı sonlarına doğru, İl Yönetim Kurulu olarak, başlarında genel sekreter olmak üzere Merkez Yönetim Kurulu yetkilileriyle yaptığımız ortak toplantıda, hayli çekişmeden sonra 7 kontenjan üzerinde anlaştık. Seçim 27 ekimde yapılacaktı. Daha önce önseçim vardı. Önseçim listesi Seçim Kurulu’na verilmezden önce kuşkusuz kontenjan adayları da eklenecekti. Şu halde kontenjan adaylarının kesin biçimde saptanmaları gerekiyordu. Demek oluyor ki olay ister istemez ekim ayına yansıyordu. İşte bu iki Sayın kişiyle konuşmam ekim 1957’nin aşağı yukarı ilk haftalarına rastlar. Şimdi, 30 yıl sonra konuyu daha fazla deşelemek istemiyorum. Çoğunluğu halen yaşayan il yönetim kurulu üyelerinin ve genel merkez yetkililerinin olayın yakın tanığı olduklarını bilerek konuşuyorum. Gerekirse daha ayrıntılı açıklamalarda bulunmaya da hazırım. Ne var ki, sözlerimi bağlarken, bir çelişkiye de değineceğim: Sayın Ecevit’e kontenjan kapısını örgüt esasen açmıştır. Böyle olunca, Sayın Toker’den niçin kontenjan yerini istesin? Sanırım, Sayın Toker, muhtemelen bu konuda herhalde rahmetli Paşa’nın evinde ve bazı Genel Merkez yöneticileriyle yaklaşan seçimle ilgili olarak yaptığı konuşmalarda kontenjan konusu geçmiş ve kendisi de Sayın Ecevit’i desteklemiş olacak. Şu halde Sayın Toker, iyi niyete bağlı olarak bir bellek yanlışlığı yapıyor demektir. Benim açıklamam 1975 yılındadır. Sayın Toker o zaman herhangi bir açıklama ya da düzeltme yapmaya gerek duymamıştı. 1957’den bu yana aradan tam 30 yıl geçtikten sonra, ‘Hayır, öyle değil, böyle…’ diyor. Bu mantığı anlamak güç. Bu vesile ile saygılar sunarım.
İbrahim Saffet Omay”