Cezaevinde Bir Aday...

Elazığ'da Zülfü Saka anlatmıştı; Elazığ'ın CHP'li eski milletvekillerinden Hürrem Müftügil’in babası Faik Efendi müftüymüş. Bir kadın, üç aylık kuzusunun kurban edilip edilemeyeceği konusunda müftüye başvurarak, "fetva" almak istemiş. Müftü Faik Efendi ozan yapılıymış; kadına şu dizelerle karşılık vermiş oracıkta:
"Böyle imiş mes'eleyi fetvada sahih/ Üç aylık kuzu kurban olamaz, ben sana kurban!"
Müftü Faik Efendi'nin fetvası, nasıl sade, nasıl sıcaktır. Burada geçen “sahih", gerçek demek. "Mes'ele" de sorun, ikinci dize baştan sona Türkçe, herkesin anlayacağı biçimde! Böyleleri şimdi nerede?
Bekir Yıldız, Elazığ'da kitaplarını imzalarken öğrenip, üzülmüş. Sınıfta bir öğretmen, Bekir Yıldız'ın “Kerbela" kitabının kapağını öğrencilerinin gözleri önünde yırtmış, yalnız ortadaki Arapça yazıyı bırakmış; “Kitabın ancak burasını okuyabilirsiniz!” demiş. Öğrenciler ne mi yapmışlar? Doğruca Cumhuriyet Kitap Kulübü'nün temsilciliğini yapan “Bal Kitabevi”ne gelerek Bekir Yıldız'a kitap imzalatmışlar!
Elazığ'da bir kız öğrenci, avucunu açarak, eline imza atmamı istedi; biri de bileğine imza attırdı! Avuçları, bilekleri Muzaffer İzgü de imzaladı. Öğrenciler, harçlıklarından ayırdıkları paralarla alıyorlardı kitapları. Tutucu bir eğitimin üstesinden kitap sevgisi, okuma sevgisi gelebilirdi.
Yine Bekir Yıldız’ın başından geçmiş Ergani'de; Erbil Tuşalp'la kitap imzalarlarken, yaşlıca bir vatandaş gelmiş; elinde topraktan çıkardığı iki kitap varmış. Bekir Yıldız'a:
“Bunları uzun yıllar toprağa gömüp sakladım;" demiş. Simdi çıkardım getirdim. Bunları torunuma imzala, o da okusun!"
Kitap toplatmalar, kitap yakmalar bizim büyük ayıbımızdır. Vatandaş korkusundan kitabı nereye saklayacağını bilemiyor...
Cumhuriyet Kitap Kulübü'nün imza günleri düzenlemesi çok güzel; yazarların okurlarla yüz yüze konuşmalarını, tanışmalarını sağlıyor. Bir, iki görüşme yeterli değil elbette; sürekliliği sağlaması da gerekir.
Ergani'nin bu yörede ayrı bir yeri var; Diyarbakır'ın en büyük ilçesi. 34 bin seçmeni var; son halkoylamasında yüzde 77 “evet", yüzde 23 "hayır" çıktı. Bunda, SHP'lilerin payı çok büyük. Erganili aday adayı Mehmet Yaşar Çan'ın önseçimlerde dördüncülüğe düşmesi, Yaşar Can’ı hayli üzmüş elbette. "Ama bizim listeye girebilmemiz de başarıdır" diyor. Diyarbakır'da Hikmet Çetin’in kontenjandan gösterilmesi olumlu karşılanmış. Ona kimsenin pek bir şey dediği yok. Birinci bölgede liste başındaki Mehmet Kahraman, "Gürkancı" mı? Halkçı Parti’den gelme, belediye seçimlerinde, SODEP'le Halkçı Parti kapışır, belediyeyi ANAP'a kaptırırlar. Şimdi de, liste başındadır…
Diyarbakır'da “Dağ Kapı "da, Aslan Oteli'ne indiğim gece yarısı, bir gürültüyle uyandım Saate baktım. 01.30. Balkona bakan perdeyi araladım. Aşağıda Zübeyde Hanım alanında bir olay var; iki adam polislerle tartışıyorlar. Tartışmıyorlar, adamlar polislerden kurtulmaya çalışıyorlar. İkisi küçük, biri büyük üç polis arabası var. Polislerin sayısı on kadar. Ne oluyor acaba? Bir adam, yere yıkıldı:
Öldir beni! diye bağırıyor
"Bu Diyarbakırlılar. Mardinlilerden ne istiyor?" diye inliyor biri..
Bağırmak istedim:
Heeey, ne oluyor orada? Bırakın onları!
Diyemedim. Polislerden biri:
Seni karakola götüreceğiz, bir şey yapmayacağız! dedi
Karakola mı? Benim ne işim var, karakolda?
Sesleri iyice duyamıyorum. On dakika sonra, iki Mardinli karakola götürüldüler. Koca alanı sessizlik kapladı. Tek tük beylik arabalar geçiyor; Diyarbakır'da ilk izlenimlerim bu oldu. Olağanüstü yönetimin bulunduğu bir yerde olduğumu anladım, iki Mardinli ne oldu acaba?
Sabah olayı azıcık öğrendim. İki Mardinli bir biracıda içmişler, azıcık da kaçırmışlar. Hesabı istemişler; hesap çok mu gelmiş ne olmuş? Paraları çıkışmamış. Garsonlardan ilk dayağı yemişler; bunlan bir taksiye bindirip, oradan uzaklaştırmışlar. Taksi de. getirip bizim otelin önündeki Zübeyde Hanım alanına, eski adıyla "Dağ Kapı alanı "na bırakmış. Mardinliler, bir de şoförden mi dayak yemişler? Olağanüstü ilin polisleri, o sırada gelmişler Mardinlilerin başına Gördüğüm biçimde gelişti olaylar ondan sonra. Kanımca polisler, iki Mardinliye yardımcı olmuş sayılmazlardı. İçmişler, şu olmuş, bu olmuş. Güvenlik görevlisinin görevi, onu daha mutsuz etmek, dünyasını karartmak değildir. Onların karakolluk ne işleri vardı ki? Sonra, kendisine doğru koşanı, yere düşürüp kedinin fareyle oynadığı gibi oynamaya hiç hakkı yoktu görevlinin. Bunu bir türlü anlamıyorlar, kamu görevi yapanlar, yurttaştan toplanan vergilerden alıyorlar aylıklarını, yurttaş onların değil, onlar yurttaşın buyruğunda olmak durumundalar…
Mardinliler dedim de, Diyarbakır Cezaevi'nde yatan Mardin SHP liste başı adayı Ahmet Türk geldi usuma. Ahmet Türk, tutukluydu. Üçüncü duruşmasına girmişti Diyarbakır’da. Seçimleri kazanıp, cezaevinden Meclise gelmesine kesin gözüyle bakılıyordu. Bu gerçekleşirse, Osman Bölükbaşı'ndan sonra, cezaevinden Meclise gelen ikinci örnek olacaktı. Ahmet Türk ne düşünüyordu?
"Edip Servet Devrimci’nin, Mardin'de kontenjandan gösterilmesi iyi olmadı! diye düşündü Ahmet Türk; Devrimci, İzmir'den gösterilmiş önce, sonra önseçime girse kazanamayacağı, Mardin'de kontenjan adayı olmuştu. Erdal Bey'e arkadaşımızı gönderdik, ona "Cizre, Midyat, Gerçüş, İdil, Silopi'de boşluk var; kontenjan konacaksa, buraları dolduracak birisi konsun " demek istedik. Erdal Bey, herhalde Şevki Altındağ arkadaşı dinlememiş. Arkadaş boş döndü...
Ahmet Türk, şöyle diyordu:
Derik, Kızıltepe, Mazıdağ iyidir. Buralardan tam alırız. Ama dediğim gibi, beş ilçede boşluk var; buraları kapayacak bir aday olsaydı, daha iyi olacaktı. Tabii, yine çalışacağız İyi sonuç almaya uğraşacağız!
Ahmet Türk, seçimlerde, ANAP'tan aday olan Nurettin Yılmaz’la çarpışacak. Biri içerde, biri dışarda bakalım hangisi kazanacak? Ahmet Türk'ün cezaevinde tutuklu bulunuşunun nedeni, evinin yakınında PKK ile ilgili bir video bandının bulunması savı. Ahmet Türk, “Bandı ben dinlemedim. benim değil!” diyor. Ahmet Türk’ün ağabeysi Abdurrahman Türk, milletvekiliyken öldürülmüştü. Bu yörede kan davaları sürer gider; bir süre önce. Ahmet Türkler'den üç kişi öldürülmüş; hemen onun öcü alınmış, karşılık verilmiş…
Diyarbakır'ın türküleri, tekerlemeleri çok. Biri, şöyle "Diyarbakır dört kapı./Git bak, o yar ne yapiy?/Beni gördüğü zaman, başka köçeğe sapiy!" (Küçek "sokak" demek)
Diyarbakır’da Esma Ocak, Diyarbakır'ın simgesi gibi öyküleri, bu yörenin insanlarını anlatır. Esma Ocak'ın yakında yeni bir kitabı çıkacak, adı: “Sârâ sârâ", türkülerle Diyarbakır insanını anlatacakmış bunda Esma Ocak. Diyarbakır'dan yetişen ünlüleri konuşuyoruz Esma Ocak'la Bir yerde. Diyarbakırlı ozan Hâmi'nin dizelerini söylüyor Esma Hanım, şöyle:
“Ehl-i dil ârâm eder her kande kim rağbetlenir/Gâh olur gurbet vatan, gâhi vatan gurbetlenir"
Anlamı aşağı yukarı şöyle: “Gönül adamı, beğenilip, sevildiği yerde yerleşir kalır/Kimileyin vatan gurbet olur, kimileyin de gurbet vatanlaşır" Tam bu yöreye göre bir söz.
Hâmi'nin dizeleri çok; biri de şöyle: "Ben çerağ-ı rûşenim, erbab-ı devlet kûr-i dil/Hâmiya kadrim ne bilsinler bu âmâlar benim?" anlamı da şöyle: "Ben güler yüzlü ışığım, devleti yönetenlerinse yüreği kararmış/Bunlar benim değerimi ne bilsin?" (Hâmi, 1676-1766)
Diyarbakır, hiç de göründüğü gibi değil, örneğin işsizler görünmüyor; 400 bin dolayında nüfusu var, ilde binden çok kahve. Kahveler tıklım tıklım. Diyarbakır'ın Karacadağ yöresinde, yirmiye yakın köyün içme suyu yok; bu yöreyle ilgili, 1983'lerde bir TV izlencesi hazırlandı. Filmde köylülerin sarnıçlardan kurtlu su içtikleri gözleniyordu. Film, yönetime takıldı, gösterilmedi..
Gerçekte, bu yörede su vardı; YSK (Yol-Su-Elektrik) su şebekelerini de çekti. Ancak, görüldü ki bu suları özel idare, çeltikçilere kira ile vermekte...
ABC Kitabevi'nden başka, bir de Kültür Sarayı'nda, kitabevi var; orada da “imza günleri" düzenleniyor. Geçtiğimiz günlerde Pınar Kür ile Zeynep Oral orada kitaplarını imzalamışlar.
ABC Kitabevi'nde Hasan Uysal’la kitap imzalarken sivil güvenlik görevlileri. kitapları karıştırıyorlarmış gibi, ayakta duruyorlar, konuşmaları izliyorlardı. Bari, belli etmeseler; pek belli oluyor canım!