Mayın Tarlasında...

Prof. Server Tanilli'nin, "Hacı Bektaş-ı Veli Şenlikleri'ne yolladığı mesajın son bölümü, günümüzü öyle iyi anlatıyor ki bu bölümü yinelemek istedim. Şöyle:
"Biz tarihimizin öylesi bir döneminde yaşıyoruz ki düzen "insani" olan her şeye sırtını çevirerek her şeyi "metalaştırmış" tır; eşitlik ne kelime, beyinlere 'köşeyi dönme' anlayışı şırıngalanarak, toplum bir cangıla çevrilmiştir; faşizmin ve şeriatçı gericiliğin dar kalıpları nefesimizi tıkıyor ve bizi bunaltıyor; hoşgörünün egemenliği yerine, kimi düşünceler düpedüz kayrılırken, kimi düşüncelerin önüne yasakların duvarları çekilmiştir ve öyle olduğu için de konuşurken, okurken, yazarken, tartışırken, bir mayın tarlasında dolaşır gibi dolaşıyoruz; iki yüz yıla yaklaşan 'aydınlanma' hareketimizin amaç edindiği 'bağımsız, demokratik ve laik’ bir toplum hedefinden uzaklaşılmış. Tek tip toplum', Tek tip düşünce', Tek tip insan' hazırlamak için tezgâhlar kurulmuştur.
Onca işkence, onca zulüm bunlar adınadır. Geleceği olmayan bir yoldur bu, ama deneniyor. Bize düşen nedir? Bize düşen direnmedir! Bunun için de birleşelim... Toplum biçimi olarak önümüze çıkarılan bu çirkefe son verelim; bu zulüm ve işkence makinesini kırıp yok edelim; insanların insanca yaşayacakları, hoşgörünün, insan haklarının, demokrasinin egemen olacağı bir düzenin temellerini atmak için gelin canlar bir olalım. Ancak bir olursak o aydınlık yarınları yaratabiliriz ve gerçek kurtuluşumuz da işte o aydınlık yarınlardadır..."
Bir dolu aydınımızı, devrimcimizi mayın tarlasında yitirdik. Ruhi Su, Yılmaz Güney mayın tarlasında ölenlerdendi. Daha niceleri öyle gitti. Ruhi Su da, baskılar altında, mayın tarlalarında ölenler de, yaşıyorlar. Grek hemşerimiz, matematikçi Thales'in (İsa’dan önce 7nci yy’ın son çeyreğinden 6. Yy’ın yarısına dek yaşadı) dediği gibi:
Türküleri yakanlar, yasaları yapanlardan daha güçlüdür!
Güvenlik görevlileri, hışımla dört gazeteciye çullanıp gözaltına aldılar Ankara'da. Bunlar, bir basın bildirisi yayımladıktan sonra, kimyasal silah kullandığı savıyla. Irak Büyükelçiliği önüne kara çelenk bırakıp olayı kınamak istemişlerdi. Adları şöyleydi: Nadir Nadi Usta, Metin Faruk Tamer, Hatice Onat, Reşat Akyazılı.
Nadir Nadi Usta’yı, imza günlerimden birinde tanımıştım. Babası, başyazarımız Nadir Nadi'nin adını vermişti oğluna. Yeni Aşama dergisi bürosu basıldığında, Nadir Nadi Usta, sayrı olduğunu söylemiş: sürüklenerek götürülmüş. Hatice Onat'ı da yıllardır tanırdım. Metin Faruk Tamer'i. Reşat Akyazılı'yı kesinlikle tanımış olmalıyım. Birer dergi çıkarmak, gazetecilik yapmak için çırpmıyorlar. Herkes öyle adları duyulmuş dergilerde gazetelerde çalışmayabilir; başka dergiler, gazeteler de çıkar. Onların sesleri duyulmuyor diye baskılar yapmak yanlıştır, haksızdır. "Yeni Aşama" bürosu arandığında okurlarından Haşim Kılıç, A. Rıza Budak, Kemal Baş da götürülüp, gözaltına alınırlar. 2 gön sonra salıverilirler.
Çekip gideceğini TV’den açıkladığı akşam, Turgut Bey’i, Vedat Dalokay'ın kızı Sibel'in, Ali Bozer'in oğlu Fevzi'yle nikahlandıkları sırada görmüştüm. Yüzü çok bozuktu. Yanımdan geçerken sordum;
Doğru mu? İstifa edecek misiniz? Politikadan çekilecek misiniz?
İşaret parmağını dudağına götürerek "Hişşşt” dedi ekledi:
No comment! (Youm yok!)
Konuştuklarım; Turgut Bey’in TV konuşmasını yorumluyorlardı:
Bu bir, numaradır diyorlardı, Turgut Bey'in son numarası! "Evet”leri yükseltebilmek için duygu sömürüsü yapıyordu.
Bir süre önce bir eski AP'li bakanla konuşmuştum. Bana:
Turgut Bey, ya herrucu ya merrucudur! demişti. "Ya herru ya merru” deyimi Arapça bir argoydu; “Biz yanlış bir iş yaptık, ama sonucuna katlanacağız" anlamınaydı. Hep öyle olmuştu, 24 Ocak kararlarının uygulanmasında öyle; banker olaylarında öyleydi. Ya herru, ya merru!
Kızın adı Faddik, öyle de battık, böyle de battık!