Nâzım Hikmet’le Nadir Nadi...

İstanbul'da bir gece kalıp Ankara'ya döndüm. Cuma öğleden sonra, TÜYAP’ta, toplantı salonu ana-baba gününe döndüğünden, İlhan Selçuk'la Yaşar Kemal'in, Nadir Nadi üstüne söyleşilerini izleyemediğimi yazmıştım. Orada, Nâzım Hikmet'in savunmanlarından Mehmet Ali Sebük'ün de Nâzim ile Nadir Nadi üstüne bir anısını anlattığım duymuştum. Mehmet Ali Sebük’ü arayıp ne konuştuğunu kendisinden dinledim. Şöyle:
Yıl 1949'dur. Nâzım, sayrı olduğu gerekçesiyle, Bursa'dan İstanbul’a getirilir, Üsküdar Cezaevi'ne konur. Sayrıdır, açlık grevlerinden dolayı halsiz düşmüştür. Kalp krizi geçirmiştir, daha bir dolu sayrılıkları vardır. Sayrıevine kaldırılması, hatta salıverilip evinde yatması gerekir Cerrahpaşa Hastanesi'nde bakılmış, raporu hazırlanmıştır. Ancak bir türlü rapor onaylanmamaktadır. Nâzım, “Eve gideceğim!" diye umuda kapılmışken kaldırılmamakta, rapor işleme konmamaktadır Kalp yetmezliği dışında Nâzım’ın ciğere bağlı sayrılıkları da vardır ve morali de iyiden iyiye bozuktur. Mehmet Ali Sebük'ün usuna Nadir Nadi gelir; Mehmet Ali Sebûk, Nadir Nadi’nin dostudur, daha önce Cumhuriyet Gazetesi’nde yazılar yazmıştır. “Nasıl olsa beni kırmaz" diye düşünür Yanına gider, der ki:
Nadir Bey, bizim Nâzım'la ilgili sorunları çözemiyoruz. Sizden yardım rica ediyorum.
Nadir Nadi, Nâzım'ı sever, Nâzım'ın sayrılığı ile ilgili bir konuda, kendine düşeni yapmak ister, işe sarılır. Mehmet Ali Sebük'e:
Haydi valiye gidelim, der. Vali Fahrettin Kerim'le bir görüşelim. Belki o, bir çare düşünür...
Nadir Nadi, Mehmet Ali Sebuk'u alır. Vali Fahrettin Kerim Gökay'ın makamına götürür. Vali, onları karşılar. Durumu anlatırlar; Nâzım Hikmet gibi bir şair, nasıl böyle yüzüstü bırakılıp ölüme terk edilebilir, der Nadir Nadi. Cerrahpaşa Hastanesi Başhekimi Esat Bey, aynı zamanda CHP'nin İI başkanlığını yapmaktadır. Fahrettin Kerim Gökay, Esat Bey'e şöyle der
Doktor Bey, böyle böyle… Şimdi, Nâzım'ın avukatı yanımda, Nâzım'la ilgili raporun çıkmadığından bahsediyor. Nâzım da bundan çok üzülüyor.
Biz doktorlar, hastanın durumuyla tarafsız olarak meşgulüz. Bizi hiçbir politik problem etkilemez... Fahrettin Kerim;
Lütfen, haksızlığa meydan vermeyin, Nâzım Hikmet için bir an önce ne gerekiyorsa yapın, der. Esat Bey:
Baş üstüne Vali Bey, olayla ben şahsen ilgileneceğim, yanıtını verir.
1950 öncesidir, tüm kilit yerlerde, CHP'nin atadığı kişiler vardır. Bir iki gün içinde, Nâzım'ın, evine çıkıp evde tedavi görmesi beklenmektedir artık.
Nâzım'ın raporu hazırlanmıştır, ama ajanlar bunu dışarı sızdırırlar; gericiler hastane avlusunda toplanıp:
Komünistler tahliye olunuyor, diye bağırmaya başlarlar. Kurulda imzalanan rapor, işleme konmadan kalır. Nâzım, affın çıkışma dek, öylece kalacaktır Nâzım, kapadığı valizlerini yeniden açar, moral diye bir şey kalmaz.
Mehmet Ali Sebük, Nadir Nadi'nin valiye:
Nâzım hastayken nasıl öyle yüzüstü bırakılır, hastalığı adli tıp raporuyla sabit olan bir adam, nasıl olur da siyasi düşüncelerle tahliye edilmez ve hapishanede tutulur, dediğini anımsıyor...
Nâzım, olaylar karşısında, canına kıymayı (intiharı) bile düşündüğünü Mehmet Ali Sebük'e söylemişti o sıralar. Onu canına kıymaktan Mehmet Alı Sebûk vazgeçirir. Kırk yıl önceki olaylar, bugün de yaşanıyor. Bizler de bugün, cezaevlerinde açlık grevinde bulunan gençlerin, sağlıklarına kavuşmaları için, çalmadık kapı, konuşmadık yetkili bırakmıyoruz. O günlerden bugüne ne değişmiş? Hiç!
Mehmet Ali Sebük, konuşmasını aktardıktan sonra şöyle dedi:
— Bir şey daha söyleyecektim orada, ama söylemedim, sana anlatayım Nâzım'ı o zaman salıvermeyen siyasal iktidar, adalet tarihinde görülmeyen bir iyilik yaptı bize. Nâzım, Cerrahpaşa Hastanesi’ne yattıktan sonra, Nâzım’ın bakımsız olduğunu gördüm. Hemşireler geliyor, kapıdan bakıyor, onun yüzünü görür görmez, kapıyı kapatıp kaçıyorlar. Bir mikrop gibi. O zaman Nâzım'a bakmak, bir mikroba bakmak gibi tehlikeliydi. Kızlar, bakamıyorlardı. Cumhurbaşkanı İnönü'yle konuşurken bunu kendisine anlattım.
Paşam, dedim, Nâzım'a bakılamıyor. Hemşireler var, ama mikrop gibi uzaktan bakıp kaçıyorlar.
Ne yapalım diye sordu İsmet Paşa:
Paşam, Nâzım’ın bir kuzeni var. Münevver; o hemşire gibi ona bakabilir. Onu “refakatçi" olarak yanına versek, ona özense, çok insancıl bir şey olur...
İsmet Paşa, kendi döneminde Nâzım’ın içerde oluşundan dolayı kendini suçlu gibi sayıyordu. Herhalde "bir iyilik yapayım!” diye düşündü. Hemen Başbakan Yardımcısı Nihat Erim'i aradı.
Konuşun başhekimle, bir karyola koysunlar, Nâzım'la Münevver odada yatsın, dedi.
Nâzım’ın odasına bir karyola koyduk. Röntgen uzmanı Tarık Temel de vardı, Nâzım’ın çok yakın dostuydu. Onunla da işbirliği yapıp karyolayı kurduk. Münevver’i orada yatırdık. Üç ay. Münevver, Nâzım'la koyun koyuna yattı kardeşim!"
Tabu bu arada Nâzım'ın da morali düzeldi, iyileşti
Duşun, on üç yıl kadın yüzü görmeyen bir adam, böyle sen bunun koynuna bir kadın verir de üç ay boyunca yatırırsan, morali de düzelir, kendi ayağa kalkar, her şey olur yani...
Mehmet Alı Sebük, bu konuya "Nâzım Hikmet'in Özgürlük Savaşı" adlı yapıtında da değinir, yapıtın 174. sayfasında, "Nâzım Hikmet bu jestten çok mutlu oldu" diye yazar.
Dilerim, bu yazımı Adalet Bakanı Mehmet Topaç okur da kırk yıl önceki insancıl davranışla, bugün cezaevlerinde gözlenen çağdışı uygulamaları karşılaştırır.
Nâzım Hikmet'in bağışlanması kampanyasında, Nadir Nadi adı, ünlüler arasında başta yer alır. Kanımca bu, bir insan için onur belgelerinin en büyüğüdür...