1402’likleri Dinlerken: -1- Şaşı Bir Yasa Tasarısı...

(Mustafa Ekmekçi bu yazısını hastaneye kaldırılmadan önce yazmıştır.)
SBF’de insan Hakları Merkezi 1979 yılında kuruldu. ilk başkanı Bahri Savcı, ilk genel sekreteri de Rona Aybay’dı. 1980 kasımına dek merkez uluslararası büyük etkinlik göstermişti. YOK'le birlikte bitkisel yaşama girdi. İnsan Hakları Merkezi'nin ilk kurucuları ya 1402 ya da başka bir nedenle SBF'den uzaklaştırıldılar.
10 Aralık insan Hakları Günü’nde Bahri Savcı ile Rona Aybay SBF Dekanlığı’na İstanbul’dan aşağıdaki telgrafı çektiler:
“En dramatik koşullarda bile kutlayageldiğimiz İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin bu müstesna 40. yıldönümünde herhalde yapmakta olduğunuz kutlama törenlerine katılamadığımız için üzgünüz. Saygılarımızla...”
Adları artık ansiklopedilere bile geçmiş olan 1402'likler, geçen yılın son günlerinde İstanbul Tabip Odası'nda bir araya geldiler. Turgut Bey'i 1402'likler sorununu çözüyormuş gibi göstermeye çalışan yasa tasarısı hakkındaki görüşlerini açıkladılar. Bu toplantı sanki bir basın toplantısı değildi. Adeta bir forumdu. SBF’deki çarşamba toplantılarını anımsattı bana. Ben gidemedim, ama gelen bantlardan toplantının tümünü izledim. Başkanlık yerinde Bahri Savcı, Nuri Karacan, Mete Tunçay, Hüseyin Tural varmış.
Bantları Haldun Özen getirdi, sonra da çözdü. Yazıların böyle düzenli olmasında katkısı var. Kadastro mühendisi olduğu için yazılar tornadan çıkmış gibi oldu!
Emeklilik süresinin dolmasına 3-4 ay kala 1402'lik olan SBF İnsan Hakları Merkezi Kurucusu ve ilk Başkanı Bahri Savcı, toplantıyı açış konuşmasında şöyle dedi:
Hükümetçe hazırlanan ve 1402'liklere ilişkin olan yasa tasarısı sıkıyönetim döneminde yapılan kamu görevlilerini gerekçesiz görevden alma haksızlığının meşrulaştırılması, yeni bir hukuki kılık altına sokulmasına benziyor. Bu incelenir ve incelendiği zaman da bunun bir tamir, bir haksızlığın giderilmesi niteliğinden uzaklaştırılıp gerçekten hakkın geri dönmesi şekline döndürülmek belki mümkün olabilir.
Daha sonra Mete Tunçay hazırlanmış olan ortak açıklamayı okudu (ortak açıklama gazetelerde çıktı). Ankara, İstanbul, İzmir üniversitelerinden gelip de genellikle üniversiteden haksızlığa uğramış kimseleri temsil eden öğretim üyeleri görüşlerini açıklamaya başladılar.
Toplantıya öğretmen ve kamu görevlisi olan 1402'liklerden de katılanlar vardı. İnsan Hakları Derneği 1402'likler Komisyonu da toplantıda temsil edildi. Toplantıda şunlar vardı: Prof. Dr. Aydın Aybay, Prof. Dr. Rona Aybay, eşi Sevinç Aybay, Prof. Dr. Kıvanç Ertop, Prof. Dr. Gencay Gürsoy, Prof. Dr. Hüseyin Hatemi, Prof. Dr. Günsel Koptagel İlal, Prof. Dr. Nuri Karacan, Prof. Üstün Korugan, Prof. Bahri Savcı, Doç. Dr Ataman Tangör, Doç. Dr. Bülent Tanör, Doç. Dr. Mete Tunçay, Doç. Dr. Hüseyin Tural, öğretmen Muzaffer Aktürk, Ziraat Teknisyeni Haydar Üzümbağ, Dr. Haldun özen, Gazeteci Şükran Ketenci ile Yazgülü Aldoğan. Bahri Savcı'nın ortak bir eylem diye nitelediği açıklama okunduktan sonra Aydın Aybay ilginç bir konuşma yaptı, şöyle dedi:
Yazılı metne tamamen katıldığımı önce belirteyim. Bir nokta ile ilgili bir açıklama yapmak istiyorum. Tasarının soruna bir af sorunu gibi bakması noktası önem taşıyor bence. Af, suç işleyen ve suçu sabit olan kimseler için söz konusu olan bir atıfettir. Bizim,1402'liklerin,1980 sonrası işlemlerle işten çıkarılan 1402'likler diye adlandırdığımız gurubun ne bir af talebi vardır, ne de buna ihtiyacı vardır. Çünkü biz bu hukuk faciasının, ya da hukuk cinayetinin failleri değil mağdurlarıyız. Onun için bizim affedilmemiz söz konusu değildir. Buna sebep olanların, bu cinayeti işleyenlerin, bu hukuk faciasını yaratanların affedilmesi lazımdır eğer af söz konusu edilecekse. O açıdan bu tasarı eğer meseleye bir af meselesi olarak bakıyorsa bir şaşı tasarıdır.
Bizim talebimiz gayet basit, sade, yalındır. Biz gasp edildiği sabit olan haklarımızın iadesini istiyoruz, geri verilmesini istiyoruz. Bunu da böyle bir takım karışık, dolambaçlı hükümlerle değil, basit, sade, yalın bir hükümle çözmek mümkündür ve böyle yapılmalıdır. Bunun hukukta adı da vardır, yeni ucubeler yaratılmamak icap eder. Hukuktaki adı da eski halin iadesi, hali sabıka irca, ya da restitüsyon! Bizim yasalarımızda da bundan söz edilir. Taaa Romalılar zamanından beri, böyle hakkı gasp eden ve sonradan haksızlığı sabit olan işlemlerin düzeltilmesi yolu da budur. Onun için bizim hakkımızda yapılacak işlem de eğer yasayla bir çözüm getirilmek isteniyorsa, eski hakların, eski halin iadesini sağlamaktan ibarettir. Bunu yaparken, efendim, yeniden tayin tasarrufu, kanuna uygun olup olmadığı, vs kabilinden ilaveler yapılması hem caiz değildir hem de moral açıdan da yanlıştır.
Şunu da belirteyim, bir tehlike daha vardır: Eğer böyle bir takım ilaveler yapılırsa işlemin düzeltilmesi adına birtakım takdirler veya iştirakler söz konusu olursa, bu, yeni suçların işlenmesine de yol açacaktır. Yani bu hukuk cinayetine başkalarının da iştirakine yol açacaktır. Bundan kaçınmak için de yeni bir takım adamları da böyle bir takım sıkıntılara sokmamak için de yapılacak iş budur. Hukuk devletinde, kanun devletinde değil hukuk devletinde, mademki hukuk devletiyiz onun için hukuk devletinde diyorum. Çünkü kanun devleti... Güney Afrika Cumhuriyeti de kanun devletidir, hatta Nazizm, faşizm de kanun devletidir. Kastedilen hukuk devletinde, insan haklarına saygılı hukuk devletinde yapılacak işlem bu kadar basit ve yalındır. Bunu talep ediyoruz. Onun için böyle bir tasarı, hele af nazarıyla bakan bir tasarı şayanı kabul bir tasarı değildir.
Gelecek yazı: Hamamın Namusu...
NOT: Bu yazının 3 ocak salı günü çıkması gerekiyordu. 3 ocakta çıkan “Hamamın Namusu" başlıklı yazı da bu yazının devamı olacaktı. Ortaya çıkan bu karışıklıktan dolayı özür dilerim.