İzninizle...

“Felaket Ali", dünya tatlısı insan, geçirdiğim trafik kazasından sonra telefonla okuduğu dizelerde şöyle dedi:
"Anası bile satamazken kundağa / Senin gibi haylaz bir veledi / Nazar değdi gülüm sana / Sonunda doktorlar alçılara beledi!" Felaket Ali'nin asıl adı Ali Hüsrevoğlu. Yaşar Kemal'in öykülerinde "iyi insan” örneği diye geçer Ali'nin adı.
Asılı kolla nasıl yazı yazacağımı düşünürken, yılbaşı gecesi kalp krizi gelivermez mi? O günden beri yataklardayım. İbn-i Sina sayrıevinde, doktorların, hemşirelerin sıcak ilgileri altındayım.
Kaldığım odada Hasan Esat Işık da kalmış bir süre önce. O sayrıevinden çıktıktan sonra Anadolu Kulübü’nde birlikte yemek yemiştik. Hasan Bey eşitliğe bayılır. “Eşitliğin tadına varana ayrıcalık yavan gelir" der… Yemekte bunu anlatmıştım. Sözünün belleğimde yer edişine öyle sevinmişti ki!..
Günlerdir yatağa çivilendim. Kalbimin bir damarı tıkalıymış, ancak kılcal damarlar da iyi çalışıyormuş. Bu damarı zamanla ilaçla açmaya çalışacaklar; yoksa by-pass mı ne?..
Bu süre içinde doktorlar yazı yazmamı yasaklıyorlar. İzninizle yasaklara uyacağım. İyileşene dek yazmayacağım! Gelen okur mektuplarını Seçkin okuyor, dinliyorum; cezaevlerinden, yurtiçinden, yurtdışından gelen telefon, telgraf, mektuplarla yollanan çiçeklere yürek dolusu teşekkür ederim.
Okurların yakından tanıdığı terzi Sabri Övgün mektubunda şunları yazmış:
"Sayın Ekmekçi,
Geç kalmış bir geçmiş olsun mektubu bu. Önce geçirdiğiniz trafik kazası için. Köşenizde yazılarına iki kez yer verdiğiniz bir okuyucunuz için (ilki 22 Ağustos 1983 Cıngıldakta Üç Kişi), (ikincisi 1 Aralık 1987 Gerçeği Gören Terzi). 33 yıllık bir Cumhuriyet okuru için, bir solcu için büyük ayıp bu. Lütfen bağışlayın.
Sayın Dost.
Ben de ortopedik özürlüyüm. 7 Ekim 1978'de geçirdiğim bir trafik kazası sonucu, sol ayağımı dizimin üstünden yitirdim. CHP Nazilli Belediye Meclisi üyesi idim. Aynı kazada belediye başkanı arkadaşım Eşref Özel de ölmüştü. 4 ameliyat geçirdim. Son ameliyat 4.5 saat sürmüş ve 5 şişe kan verilmiş. Hekimlerin ifadesine göre %90 ölümden dönmüşüm. 3 yıl çalışamadım. 1981'den bu yana çalışıyorum. Siyasetten de soyutlamadım kendimi. SHP'nin hem ilçe delegesi hem önseçim delegesi hem de il kongresi delegesiyim. Arkadaşlarım, dostlarım yaşamımdan, neşemden bir şey kaybetmediğimi söylerler.
Onlara yanıtım hep şöyle: 'Hırsız diyemezler, soysuz diyemezler, üçkağıtçı, dalavereci, yalancı diyemezler. Deseler deseler Topal Sabri derler. Sat anasını dünyanın. Solcular kolay ölmez, hem bu dünyada henüz işim bitmedi. İşini bitirenler ölsün..’ Tamam mı sözlerim Sayın Ekmekçi? Affedersiniz, ukalalık benimki. Kendimi anlatmak ayıbından kendimi alamadım.
Evet Sayın Ekmekçi,
Yeniden geçmiş olsun. Kavgadan yengi ile çıkacağınızdan kuşkum yok. Bu kavgayı önce saygıdeğer eşiniz için, sevgili çocuklarınız için, çok sevgili torunlarınız, eskilerin deyimi ile oğul ballarınız için ve; ve dahası okurlarınız için. Cumhuriyet çalışanları için kazanmak zorundasınız. Okey mi Ekmekçi kardeş?..
Sağlık, esenlik ve şifa dileklerimle yeni yılınızı yürekten kutlarım.
Nice yeni yıllara...”
İzmir’den emekli öğretmen Haşim Özonur kısa notunda şöyle demiş:
"İlhan Selçuk'un deyişiyle 'kolu hepimizin kolu, bileği hepimizin bileği' olmuş Mustafa Ekmekçi'ye tez şifalar diler, saygılar sunarım."
Yazar, ozan Zeki Büyüktanır, coşkulu mektubunda özetle şöyle diyor:
"Yapma Ekmekçi, aziz dost. Bu ciddi değil, olsa olsa yılbaşı şakası değil mi? Söyle, öyle değil mi?
Gazeteyi açar açmaz ilk gözüme çarpan senin haberindi. Bir halk deyimi vardır: Beynimden vurulmuşa döndüm. Bunu yapmaya hakkın yok. Biz burada yılbaşını değil, 2000'li yılların yılbaşını kutlama programları yaparken, siz tutturmuş sayrılıktan dem vuruyorsunuz.
Dur Tanrı aşkına... Bizler Mustafa Kemal'in altın dönemini siyah önlüklerle mutlulukların doruğunda geçirirken 1920-1930 kuşağı daha 'Oh' demedik. Savaş, hele de büyük önderin ölümü, sıkıntılı günler, karne, demokrasi denemeleri, fiyaskolar, zorba yönetimler, kurtuluş, yine zorbalar, yine sıkıntılar, suçlularevi, işkenceler derken pusatlı eylemler kovaladı birbirini. Geldik 1990'lara, dur, daha ‘Dünya varmış' diyemeden, bu güzel geleceği görmeden sayrılık karan niye?
Bizler daha horon tepeceğiz yeni seçimlerde demokrasi sevdasına. Kalemlerimizle eyleme geçeceğiz. O günler de gelecek. İçimizde ukde kalan köy enstitülerinin sabah kahvaltılarından önceki alan horonlarında halaya duran gençlerdik. Ama içimizde bıraktılar, doyamadan vurdular elimize. O acıyı, içimizi yakan o özlemi bir daha dirilteceğiz. Kalemle eylem dedim ya… Her zaman pusatla olmaz bu eylem. Bu kez de biz kalemle eyleme geçeceğiz. Başaracağız da. Ben daha inancımı yitiirmedim. Çünkü ‘Daha çok ve daha büyük işler yapacağız' diyen o sevgili önderimizin bize olan inancı, ona olan sevgimiz bu işi de yapacağımızın göstergesidir."
Hasan Pulur’la aramızda karakedi yok, az biraz "domuz" var... Şöyle demiş Pulur:
“Sevgili Ekmekçi,
Yeni yılın ilk günlerinde böyle şakalar yapma...
Durup durup icatlar çıkarırsın; kolunu kırdığın yeter, bir de kalbini kırma!
Seni hastahaneden aradım -affedersin galiba sayrılarevi demem gerekiyordu- fakat görüştürmediler.
Bir an önce çık da sevgili pamuk gibi domuzlarına (!)kavuş!..
Gözlerinden öper, ivedi (acil) sıhhat (sağlık) haberlerini gözlerim."