Şakayla Karışık...

Sayrılarevine yatmazdan önce, ismet Paşa'nın özel kalem müdürlerinden Haldun Derin'in, Paşa'yla ilgili anılarını banttan dinleyip yazmıştım “Ankara Notları"nda. Haldun Derin, kısa kısa Paşa’nın özelliklerini anlatıyor, bir yerde şöyle diyordu:
"Birazda kendine özgü davranıştan... Eşi Sayın Mevhibe İnönü'ye, biraz uzakta ise "Hanımefendiiii” sesleniş şeyi, o kelimeyi uygun görüyor. Ben özel kalem müdürüyken, "Halduuunn”, vakta ki müsteşar oldum, "Müsteşar Beeey!". Her şeyin zamanı ayrı tabii, erkânı, adabı. Yeni, yakışan neyse öyle, onu yapıyor. Efendim, ölçülü ifade… Bunu kendi bakanlar kurulunda dahi söylemiştir; gene bir metin okunuyor, yani resmi metinlerde 'gayet', 'olağanüstü', ‘çok büyük' gibi tabirlerden kaçınır ve onları işaret eder, düzelttirir. Yalnız gene o bir irticalen konuşmasında söylemiştir; 'Mübalağa etmekten sakınırım... Ama Türkiye'nin işte emniyet vaziyeti eskisine nazaran çok kuvvetlenmiştir...' falan gibi. Yani hep mübalağa etmekten, abartmaktan çekinen bir tabiat. Ama şakalaşırken, mesela gazeteci Ahmed Emin Yalman merhuma:
Oooo, Ahmed Emin Bey bin yaşında!
Aralarında belki ‘sen mi yaşlısın, ben mi yaşlıyım' konuşması olmuş, takılırdı. Yanına ilk defa giren bir zat, bir kimse, yahut tanıdığı, fakat uzun zaman görmemiş, girdi oturuyorlar, konuşmaya başlıyor. Hemen ilk soru:
Sigara içiyor musun? Yanıt:
İçiyorum Paşam!
Ne zaman bırakacaksın? Yahut yanıt, 'İçmiyorum Paşam’sa;
Ne zaman başlayacaksın?
Şimdi bu sorunun hikmeti şu: Kendisi şikâyetçi; doktor da ‘Bırak sigarayı' diyor, 'öksürtüyor' falan, 'Acaba bu işi başkaları nasıl idare ediyor onu anlamak istiyor...”
Prof. Ahmet Sonel anlatmıştı bir gün sayrılarevinde odamda. Sonel bir gün Cevat Dursunoğlu’na gitmiş, Dursunoğlu kalp krizi geçirmiş. Sonel, “Sigarayı kesin" demiş. İkinci gidişinde sormuş:
Herhalde sigara içmiyorsunuz artık, değil mi?
Vallahi doktor, demiş Dursunoğlu; sigarayı kesmiştim, geçenlerde İsmet Paşa geldi ziyaretime, 'Sen boş ver doktorlara, beş taneden bir şey olmaz’ dedi, ben de içiyorum!"
İsmet Paşa, 7 Nisan 1958’de oğlu Erdal'la gelini Sevinç'e yazdığı mektupta, “Dizim ağrıyordu. Şimdi röntgen yaptırdım çok iyi buldular. Ben bir aydan beri cigara içiyorum. Keyfim şimdilik yerinde. Bakalım ne vakit bırakacağım?” der. ismet Paşa o zaman 74 yaşındadır.
Bense sayrılarevine gireli beri sigarayı bıraktım. Bakalım dayanabilecek miyim?
İsmet Paşa'nın basınla ilişkilerine değinmek istiyordum. Onu da Haldun Derin anlatmıştı, onu da bir başka zaman aktarırım. Turgut Bey, basınla iyi değil. İşine gelmiyor artık basın. Emin Çölaşan'ın, “Turgut Nereden Koşuyor?" adlı yapıtını okumadığını söylüyor. Pek inandırıcı değil! Geceleri gizli gizli okuyordur!
ANAP, şimdi gizli bir kamuoyu yoklaması yaptırıyor üniversiteli gençlere. Yurttaşlara tek soru sorulacak: "Kime oy vereceksiniz?" yani "Hangi partiye oy vereceksiniz?” ANAP yerel seçimleri, demek genel seçim gibi düşünüyor. Hani, yerel seçimlerle genel seçimin ilgisi yoktu? Bal gibi var işle, kendi yaptırdıktan kamuoyu yoklamasından belli bu. Bir de şunu söylüyorlar gençlere:
Bu sakın, basına sızmasın!
Sızdı işte, ne olacak şimdi? Ben yine aylar sonraki bu ilk yazıda ismet Paşa’nın şakalarına döneyim; CHP’li eski milletvekillerinden Kudret Bosuter, ismet Paşa'nın şakalarından örnekler yazmış sayrılı olduğum günlerde. Şöyle anlatıyor Kudret Bosuter:
“Değerli kardeşim,
Dost yüreğinin yaptığı yılbaşı şakası, seni seven, sayan herkesi telaşlandırdı. Dün Uğur'dan sağlık durumunun düzelmekte olduğunu öğrenince rahatladım ve bu sevinçle ismet İnönü'nün iki şakasını yazıp, yılbaşı armağanı olarak sunmak istedim.
Bir gün Sayın Kemal Satır’la birlikte Pembe Köşk'teydik. İsmet İnönü bir kalp spazmı geçirmişti. Kemal Bey, 'Köşkte güzel bir hemşirenin bulundurulmasını’ önerince, birden korkmuş, paniğe kapılmış gibi ayağa kalkıp, kayıpa gitti. Telaşla etrafına bakıp, kolaçan ettikten sonra, parmağıyla 'sus' işareti vererek:
Aman hanımefendi duymasın, perişan eder! dedi. Hep birlikte bastık kahkahayı...
Bir diğer anım da şöyle: 83. yaş günü nedeniyle İstanbul il örgütü onuruna bir öğle yemeği düzenlemişti. Deniz kıyısındaki restoranın bahçesinde Mevhibe Hanımlar, Paşa'nın tam karşısında oturuyorduk. Neşe içinde yenilip içiliyordu. Hanımlar Paşa’nın elini öpüyor, boynuna sarılıyorlardı. Eşim, herhalde içkinin etkisiyle olacak bana:
Eğer bir gün sen de ünlü olur da genç genç bayanlar tarafından böyle öpülürsen, kıskanırım ve de çok kızarım! dedi. Bu şakayı duyan hanımefendi ısrarla, ‘Alev Hanım, Paşa’ya da söyleyin’ diye tutturdu.
Yemekten sonra Heybeli’ye gidiyoruz. Vapurun arka kısmındaki tahta sıralarda yine karşı karşıya oturmuşuz. Çevremiz her zaman olduğu gibi kalabalık. Hanımefendi, aynı isteğini yineleyince, eşim bu kez Paşa’nın kulağına eğilip, aynı cümleyi tekrarlayıverdi. Paşa’da çık yok! Hiç duymamış gibi, sanki bir sfenks. Ben de içimden ‘İnşallah duymamıştır' diyorum, kızdırmış olmaktan korkuyorum.
Vapurdan Heybeli’de indik. Kafile halinde yürüyor, evlerine yolcu ediyoruz. Yolda hanımlar yine ellerini öpüyor, boynuna sarılıyorlar. Ben, belki kızmıştır endişesiyle geride kalmaya çalışıyorum. Fakat Paşa, yürüyüşünü öyle ayarladı ki birden kendimi yanında buluverdim. Paşa, sanki bizi hiç görmemiş, bize söylemiyormuş gibi sesini yükselterek:
Bosuter, hanım ne demek istiyor? Efendim, hanımlar beni öpüyorsa, yani kabahat benim mi deyip sıcacık gülümseyiverdi.
O, yüce bir devlet adamı olduğu kadar şakayı seven renkli bir insandı da.
Sevgili Ekmekçi, en içten duygularla dost yüreğine 'geçmiş olsun’ diyor, güçlü soluğunun sonsuza dek sürmesini diliyorum.”