Git Deyince Gideceksin!..

Fıkrayı, bizim Felaket Ali anlattı; o da çocukluğunda babaannesinden dinlemiş. Köylerde köylüler yaz gelmeden yaylaya çıkarlar. Hem serinlerler hem de davarlar, sığırlar yayılır, otlar. Sütler orada sağılır, yoğurt, kaymak orada yapılır. Güz gelince de yayladan inilir. Felaket Ali'nin babaannesinin anlattığı fıkra, bağ fıkrası, ama yayla gibi. Onlar da yayla göçü gibi, topluca gidip, topluca dönerler... Ali anlatıyor şimdi:
Bizim Kayseri'de bağa göçülür. Topluca da dönülür. Bağdan inecekleri zaman, bir dul bayan:
Ben herkesle birlikte inmeyeceğim! der, bağda biraz daha bekleyeceğim...
Yaşlılar, gün görmüş, deneyimli kişiler gelip öğütlerler:
Olmaz, derler, herkes dönerken döneceksin, senin yaptığın iş değil, başına bir şey gelirse ne yaparsın? Sonbahar geçti, arkadan kış geliyor, gel etme eyleme! Gel bizimle dön...
l-ıhh, diyor kadın, gitmeyeceğim, gitmeyeceğim işte!
Ev halkı da direniyor, en son bağı bırakanlar onlar oluyor. Ama kadın kalıyor bağda. Herkes kente dönüyor. Bağbozumu geçince, köyün bıçkın delikanlıları bağa dalıyorlar. Bir bakıyorlar ki, tek bir kadın bağda kalmış. Olacaklar oluyor, delikanlılar balcağızında tadıyorlar!
Bir gece sabaha karşı, kentin yolunda görüyorlar onu; kente geri dönüyor. Yalnız üstü başı perişan; yayan yapıldak yollarda. Kendi kendine dertlenip söylenirmiş:
İnenle inmeli, binenle binmeli! Gel diyenle gelmeli, git diyenle gitmeli! Olan olduuuu ya şimdi ne etmeli?
Olayı bilmeyenler, ne olduğunu yaşlılara sorarlarmış. Onlar da kulaklarına eğilip fısıldarlarmış:
O var ya, yaşlıların, deneyimlilerin dediklerini tutmadı; başına böyle böyle işler geldi. Git deyince gideceksin!
Delikanlıların böyle bağbozumundan sonra gidişlerine "bağ başaklamak” derlermiş. Halk "Dalda fındık kalmasın, başakçılar almasın" dermiş.
Felaket Ali'nin babaannesinin anlattığı fıkra, nasıl da siyasal nitelikli!
* *
Perşembe günkü "güvenoyu" görüşmelerinin bir bölümünü Mecliste izledim. İlk konuşmayı yapan Hinthorozu Erdal Bey, gerçekten başarılıydı. Yeri geldiğinde taşı gediğine koydu, yer yer Aziz Nesin’e taş çıkartacak, gülmece örnekleri verdi. Sakin, güle güle anlatmaya çalışıyor gerçekleri. Ama sözler ağır; hani 'dirhemini yiyen kudurur,” derler, öyle. Erdal Bey konuşurken, Turgut Bey'in yüzü kararıyor, sağında Kâmran İnan, solunda Ali Bozer... Bir olayı, daha önceleri de yazmıştım; 12 Eylül 1960'in sıcak günleri, 12 eylül ile 15 eylül arası üç gün içinde geçti olay. O üç gün içinde Başbakanlık Müsteşarı Turgut Beyte birlikte, kimi müsteşarlar Genelkurmayda çalıştılar. İşte o üç gün içinde bir ara Turgut Bey, üst düzeydeki bir bürokratın yanına geldi, şöyle dedi:
Bugün ben ik
i büyük iş gördüm!
Nedir Turgut Bey?
Valla, askerlere dedim ki; "Ya Maliye Bakanlığı'yla Ticaret Bakanlığını da bana verirsiniz. Başbakan Yardımcısı olarak bende toplanır; veya bana vermezseniz, benim istediğim adamlar gelir'" Maliye için "evet" dediler; Ticaret için de "evet” diyecekler zannediyorum...Kimi önerdin?
Kaya'ya (Erdem) ne dersin?
İyi! İkinci iş ne gördüğün?
Kâmran İnanın da Enerji Bakanlığını önledim!
Yerine kimi önerdin?
Necdet Seçkinöz...
Turgut Bey, Kaya Erdem'ın Maliye Bakanlığı'na gelmesini sağlamış, ancak Necdet Seçkınöz’de başarı sağlayamamıştı. Turgut Beyin “askerler" dediği ya Evren ya da Sattık olmalıydı.
Kavrayamadığım bir şey vardı; Enerji Bakanlığı'nı önlediği Kâmran inan'ı, nasıl olmuş da Devlet Bakanı yapmış, sağına oturtmuştu? Belki de, Kâmran inan'ın 12 Eylûl'de harcanıp gitmesini önlemek istemişti, ne bileyim!
Süleyman Bey, çok öfkeliydi. Turgut Bey'i de, ANAP'ı da bir kaşık suda boğacaktı alimallah! Bir arkadaşım TV'de izledikten sonra şöyle dedi;
Süleyman Bey'in hali görülecek şeydi. Amerikalılar "Crazy bear" derler, Alaska'da filan yaşar; avını boğarak öldürür. Öylesine öfkeli!