Sayrılandığımdan mı ne, sayrıları düşünüyorum bu sıra. Kimler nerede yatıyor, nasıl, arayıp sormak istiyorum. Sayrının derdinden sayrı anlar da ondan mı? Anlamam oysa! Ne bileyim. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, beni utandırdı, ben onu arayacakken, o beni arıyor. Oysa, aylar var, sayrılığı geçmedi daha. Ama, Velidedeoğlu, bana yeni bir ders de verdi; çalışarak, insan sayrılığını, derdini unutabiliyor. En güç koşullarında bile yazı yazdı Velidedeoğlu. Anlattığına göre, acılar içinde kıvranırken de yazdı. Yazamıyor da, söyleyip yazdırıyor. Server Tanilli, nasıl yazıyor peki?
Yurt dışına gittiğimde, daktilomu da yanımda götürürüm hep. Yine öyle yapmıştım. Hollanda'da sayrılarevine yatırdıklarında, daktilom işime yaradı! Kendimi dinleyeceğime, oradakileri dinledim. Sabahın erken saatlerinde kalkıp, masanın başına oturdum, tıkır tıkır yazdım durdum. Sağınlarla buluşma saatlerini, ilaç alma saatlerini unuttum böylece. İyi mi?
Cevdet Kudret'in sayrılığını, Almanya'da duydum. Düşmüş, bacağı kırılmış yatıyormuş. Pertev Naili Boratav'ın yakın arkadaşı Cevdet Kudret, onunla konuştuk Bielefeldt'te; Cevdet Kudret'in kulağını çınlattık. Cevdet Kudret'i, İstanbul'dan aradım telefonla, telefona çıkamıyordu; eşi İhsan Hanım bilgi verdi. Ayağı hâlâ tavana asılı yatıyormuş Cevdet Kudret Bey.
Rıfat Ilgaz'ı uzun süredir bulamıyordum. O da sayrıydı. Oğlu Aydın’ı bulsam, ondan soracağım Rıfat Ilgaz’ın sağlığını. Kemal Sülker’in de ağır bir sayrılık geçirdiğini, sonra kendini toparlayıp eve çıktığını söylemişlerdi; telefonu yanıt vermiyor. "Kızının evinde kalıyor" dediler, o telefonu da bulup, bir "geçmiş olsun" diyemedim.
Hasan Esat Işık, bir süredir sayrıydı. Ankara'da İbni Sina'ya yatmış yeniden. "Hasan Bey, yattığı yerden, dış politikadaki gelişmeleri düşünüyordur" diye geçirdim içimden, "Bir daktilo olsa tıkır tıkır yazardı İbni Sina'da!" Hasan Esat Bey, İbni Sina’da dokuzuncu katta, A Blok'ta, 1505’te yatıyormuş...
Bilmiyordum, Vedat Türkali de ameliyat üstüne ameliyat olmuş. İstanbul'da “Alman Hastanesi”nde yatıyormuş. Mimar Necdet sayrılanmıştı, gittiğimde, dönüşte sayrıevinde yatıyordu; Mamak yolunda Tıp Fakültesi göğüs bölümünde. Necdet, İlhami Soysal’ın da, benim de çok eski arkadaşlarımızdan; Necdet'in sayrılığını, İlhami'ye haber verdim. Necdet'e "geçmiş olsun"a Abdullah Baştürk’le birlikte gittik; Dursun Kut’la, Engin Tonguç, bizden önce gitmişler, orada gördük.
Osman Nuri Koçtürk'ü, sesi vaktiyle çok çıkan, bu beslenme uzmanımızı uzun süredir göremiyorum. Arar, ara sıra yakınırdı, "Benimle ilgilenmiyor kimse" diye. Uzun süredir onu da kesti; evinden çıktığını, bir gecekonduya taşındığını duymuştum. Hacı Turgut Bey’in ekonomi politikası sonucu, gecekonduya taşınmaya, hiç şaşırmadım! Osman Bey, neredeyse bir arasın, ona domuz etini sormayacağım!
Sayrıların tümüne "bir geçmiş olsun” demek istedim...
* * *
Vartan İhmalyan'ın Cem Yayınları arasında çıkan “Bir Yaşamöyküsü”nü okuyorum, bugünlerde. Ne güzel bir anlatımı var Vartan İhmalyan'ın. Konyalıymış, hemşeriymişiz. Dedesinden kalma, babasının, Konya dolaylarında “Dedemoğlu" köyünde bir çiftliği varmış. Doğup büyüdüğüm Hadım ilçesinin bir "Dedemli” köyü vardı; bu, o köy olmasın? Demek, bizim oralarda da Ermeniler varmış, bir zamanlar. Vartan anlatıyor, şöyle;
"Burada bir ayraç açmak istiyorum; yıllar sonra annem anlatmıştı. Anneannem Gülizar Hanımın Ermeni bir komşusu, bunun da tek bir oğlu varmış. Bir gün bu komşunun Ermeni oğlu Müslüman olmuş. Annesi bunu işitince pek üzülmüş, ağlaya ağlaya komşusu Müslüman hanımın kapısını çalıp içeri girmiş ve:
Ah hanım, hanım, sorma başıma geleni, demiş. Öteki:
Hayrola hanım, ne var, ne oldu? diye sorunca, Ermeni hanım:
Ne olacak, demiş, bir tanecik oğlum Müslüman olmuş hanımcığım.
Müslüman kadın bunu işitince, başlamış hüngür hüngür ağlamaya. Ermeni kadın:
Peki hanım, sen niçin ağlıyorsun? deyince, Müslüman hanım:
Ya ben ne yapayım komşu, demiş, benim üç oğlum var, üçü de Müslüman...
Türk ve Ermeni komşular arasındaki bu saflık ve içtenlik ne kadar duygulandırıcı değil mi?”
Vartan İhmalyan, kardeşi çizer Jak İhmalyan, Nâzım Hikmetin’de yakın dostları. Aziz Nesin’in, Yaşar Kemal'in, Sabiha, Zekeriya Sertel'in öyle...
Nâzım Hikmetle ilgili ilginç anıları var; biri şöyle:
"Üstat Fransa'dan dönüşünde, orada tanık olduğu kimi şeylere kırılmış, üzülmüştü. Sağlığı da pek iyi değildi, yürek gücü sarsılmıştı, sinirliydi. “Ben enfarktüs üstüne bir sürü tıp kitabı okudum, insan ilk enfarktüsten sonra en çok sekiz yıl yaşarmış” diyordu. Gerçi kendisi on yıl yaşadı..."
Vartan İhmalyan'ın, Türkiye'deyken başına gelmedik kalmamış, her Marksistin, her solcunun başına gelenler onun da başından geçmiş. Türkiye'de solcu olmak kolay mı?
"Fransızlar esprili insanlar" diyor Vartan İhmalyan, şu anısını anlatıyor:
“Bir gün Opera metrosundan dışarı çıkmış, bir sokak arıyordum. Opera alanında gördüğüm bir polise yaklaşarak falanca sokak nerede? diye sordum. Polis, kural uyarınca bir selam çakıp: 'Siz oraya neyle gitmek istiyorsunuz mösyö, otobüsle mi, taksiyle mi, uçakla mı, trenle mi, metroyla m?' diye sordu. Güldüm. ‘Yaya gitmek istiyorum' deyince, ‘O sokakta bulunuyorsunuz mösyö' dedi..."
1 Haziran 1989, Cumhuriyet