DTÜ Rektörü Neredeydi?
Öğrencilerin gözaltına alındıktan sonra, evlerinde kitap aramaları, gerçekte bir "kitap düşmanlığı "na mı dönüşüyordu? Aramalar sürerken, kimi ana-babaya da bakıyorlardı;
Bakın, kızlarınız bunları okuyor! Ne biçim ana babasınız? Biz olmasak, batar bu memleket batar demeye getiriyorlardı. Ancak, ODTÜ'lü kız öğrencinin babası, emekli subay bunu yemedi. Onlara, yaptıklarının insanlığa sığacak bir tutum olmadığını, devlet gücünün bu biçimde kullanılmasının doğru olmadığını söylüyordu ..
Ben de orduda görev yaptım. Böyle bir davranışı asla onaylamıyorum.. dedi.
Emekli subay, demokrat yapılı bir kişiydi. Çocuklarına hep okumalarını öğütledi. Okumaya sınır koymadı, çizgi çizmedi. Anne de öyleydi. Aile eskilerde CHP'ye oy vermişti, Cumhuriyet Gazetesi okurdu. Arkadan gelenlerin daha "radikal” olacakları bilinirdi ailede. Arama yapanlar, bunu görünce çok şaşırdılar. Baba, görevlilerin yanında kızına;
Utanacak hiçbir şey yapmadın, kafanı eğmeni gerektirecek hiçbir şey yok. Ben seninle gurur duyuyorum dedi. Sen adam öldürmedin, hırsızlık, soygun yapmadın. Hele işkence hiç yapmadın. Bunlardır, asıl insanın utanç duyması gereken şeyler. İnsanlar, siyasal düşüncelerinden dolayı utanç duymamalıdırlar...
Baba kızına söylüyordu, ama "Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” gibisinden söylüyordu. İkide bir de kızma sarılıyordu, koruma içgüdüsüyle. Aramadan sonra götürürlerken annesi;
Sana ulaşmaya çalışıyoruz, hiç endişe etme, kendini dik tutmaya çalış. Reha İsvan'ın kitabını okudun, davranacaksan Reha İsvan gibi davran. Kırmalarına izin verme, onurundan da ödün verme. Biz sana ulaşıncaya dek, bu tavrın korumaya çalış... diyordu. Hiç ağlamadı.
O akşam evden 165 kitap aldılar, öğrencinin dolabından çıkan bir dosya için baba;
O dosya, kızımın değil benim dedi. O gece, emekli subay baba da gözaltına alındı, ifadesi alındıktan sonra bırakıldı...
Öğrenciler, on beş güne yakın gözaltında kalmışlardı. Olayın burasına yine gelmeyi düşünüyorum. Asıl üzerinde durmak istediğim, ODTÜ'de 5-6 haziran olaylarının öğlesinde, öğrencilerin okudukları basın açıklaması; bunda özetle şöyle diyorlardı öğrenciler:
"ODTÜ yurtlarında barınan öğrencilerin birçok sorunları bulunmaktadır. Yurt yönetiminin katı ye baskıcı tutumu gerici yurt yönetmeliği ile de birleşince, ODTÜ yurtları adeta bir ücretli yarıaçık cezaevi izlenimi uyandırıyor.
Yönetmeliğin büyük bölümünü cezalar, yurtlardaki panoların büyük bölümünü de yasak duyuruları kaplıyor. Yurtlar üniversite yurdu olma niteliğinden çok uzaktadır, öğrenciler yurtlarda sürgün koşullarında yaşıyorlar.
Yurt yöneticileri yetersizdirler. Mesleki yüksek eğitimden geçmemişlerdir. Birçoğu kadrosuz çalışmaktadır. Barınma ve sosyal yaşamı düzenleme ile ilgili hiçbir şey yapmayan yönetimin, yöneticilik adına yaptığı tek şey ceza vermektir. Son olarak kendileri, kendi kantinlerinde kendi sorunlarını konuşma cesaretini gösteren arkadaşlarımızdan yüz kadarından, sanki bir suç işlemişlercesine, savunma istediler. Arkadaşlarımızın "diyalog" önerilerine "savunma kâğıdıyla" yanıt veren yurt yönetiminin öğrencilerle olumlu diyaloglar kurma niyetinde olmadığı açıktır. Aslında yönetim kendi meşruluğuna kendisi bile inanmadığı için diyalog yolunu tıkamaya çalışıyor; cezaların ardına gizleniyor.
Kız ve erkek yurtlannda farklı uygulamalar yapılıyor. Bu, cins ayrımcılığının ve ortaçağ ahlak anlayışının bir sonucudur. Ailelere sık sık yazılar gönderilerek, öğrenciyle ailesi karşı karşıya getirilmeye çalışılıyor. Özellikle kız arkadaşlarımız üzerinde anne ve babalar da bir baskı aracı olarak kullanılmaya çalışılıyor. Yurt yönetiminin politikası, baskı, sindirme ve kişiliksizleştirmedir. Veliler, kendi evlatlarına değil, gerici yurt yönetimi ve yönetmeliğine karşı çıkmalıdırlar... Sorunların giderilebilmesi için yurtların çağdaş bir yönetime ve yönetmeliğine ivedilikle kavuşması gerekir. Kendi yaşadığımız alanın yönetimine katılmak istiyoruz. Gündelik yaşamımızla ilgili kararlarda bizim de söz hakkımız bulunmalıdır. Demokratik ve insanca bir ortamda yaşamak için verdiğimiz mücadele durmayacak. Baskılar haklı ve karartı mücadelemizi engelleyemez. "
Öğrencilerin basına yaptıkları bu açıklamayı, üniversite rektörlüğü, vaktiyle yapılmış, cezaevlerindeki durumları kınayan bir açıklamayla karıştırarak, bir "anarşik olay gibi" vermeye çalışmıştı...
ODTÜ'deki 5-6 haziran gecesi yaşanan “otobüs" olayında İnsan Hakları Derneği yöneticileri, gazeteciler vardı; polis, jandarma, DGM Savcı Yardımcısı, milletvekilleri, aileler vardı. ODTÜ rektörü yok muydu? Öğrencilere sahip çıkması gereken, “Bizim çocuklarımız bunlar” demesi gereken, asıl yetkili neredeydi?
ODTÜ öğrencilerini, kapatılan Köy Enstitüleri’nde okuyan öğrencilere benzetiyorum. Onlar da öyleydiler. Yönetime katılırlar, her konuda düşüncelerini söylerlerdi. Sınırsız kitaplar okurlardı. Tüketici değil, üreticiydiler. Köy Enstitülerinin kurucuları, İsmail Hakkı Tonguç, Hasan Ali Yücel, bize özgü olan bu eğitim sistemini getirmişlerdi, desteklemişlerdi. Enstitülere alınan köylü çocuklarının bitlerini öğretmenleri ayıklamışlardır, o yıllarda. 1945 yılında, -galiba- Beşikdüzü Köy Enstitüsü'nün son sınıfında okuyan B.Ş. adında bir kız öğrenci, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakık Tonguç'a, bir mektup yazar; bir yıl önce okulu bitiren bir arkadaşıyla nişanlandığını, kendisi de bitirince, nişanlısının yanına verilmesini rica eder. Kız öğrenci, genel müdüre sürekli mektuplar da yazmaktadır. Genel Müdür İsmail Hakkı Tonguç ona, 23.6.1945’te yazdığı yanıtta şöyle der:
"Mektuplarını aldım. Bana açık açık yazdığın mesele hakkında birkaç önemli noktayı açıklamayı faydalı buldum:
Enstitüde henüz öğrenci bulunduğunuz zamanlarda bana yazdığın neviden konularla uğraşmanız birçok bakımlardan asla doğru değildir. Mezuniyet imtihanını verinceye kadar bir öğrencinin içinde kalmaya mecbur olduğu sınırları aşmayarak okulu bitirmeniz hem şahsınız, hem de enstitünüzün hayatı için çok faydalı olur. Bunun aksini yapmak sizi de enstitüyü de pek müşkül bir duruma sokar. Onun için sizden benim isteyeceğim şudur:
Enstitüyü bitirinceye kadar bana yazdığın meseleyi kimseye açmayacaksın ve bununla ilgili herhangi bir dilekte bulunmayacaksın.
Üzerinde çok durduğun ve heyecanından kurtaramadığın meseleler çok dallandırılıp budaklandırılacak olursa bundan herkesten önce kendin zarar görürsün. Bu gibi meselelerin doğuracağı zararlar öyle kötü sonuçlar alabilirler ki insanı her şeyden önce ve bir hamlede haysiyetsiz duruma düşürürler. Bu hale geliş kolay kolay düzeltilemez.
Dileğin yerme getirilmeyecek neviden bir şey değil. Fakat bugün onu göz önünde tutarak resmi muameleye kalkışmak doğru olmaz. Onu sizinkiler yapmaya kalksalar biz kabul etmeyiz, onları suçlu buluruz.
Yukarıki maddelerde belirttiğim fikirlere göre hareket ederek derslere çalışmanı, enstitüyü bitirince bana durumunu ve isteklerini yazmanı rica eder, gözlerini öperim."
İşte, eğitimci budur. İsmail Hakkı Tonguç'tur! Yarın, onun ölümünün 29. yılı. Selam Tonguç'a, onu ananlara, yaşatanlara!..
22 Haziran 1989, Cumhuriyet