Ana Dev-Yol davası duruşmasından döndüğümüz gündü; öğle saatlerinde, Eskişehir Özel Tip Cezaevi’nde açlık grevi yapan siyasal tutukluların ana - babalarının, eşlerinin Kızılay'a inip orada eylem yaptıktan haberi geldi; arkadaşlar olay yerine gittiler. Ali Sirmen de İstanbul'dan gelmişti. Olayların sıcağında “Pazar Konuğu" arıyordu. Kızılay'da, SHP’li milletvekillerinden Rıza Ilıman (Çorum) ile Tevfik Koçak (Ankara) tartaklanmışlardı. Olay yerine gelen polisler, milletvekili ne dinlemiyorlar mıydı? Ali Sirmen, yolun ortasına yatan ana- babaların üstüne arabayı sürmesi için belediye otobüslerinin şoförlerine "geç” diyen, polislerin bu davranışını "iktidar boşluğu "na bağlıyor cumartesi günkü yazısında, balık baştan koktu mu, kuyruğu seyredin siz!
Olayın nasıl olup, geliştiğini SHP'li Çorum Milletvekili Rıza llıman'a sordum, şöyle dedi:
Mamak'taki Dev-Yol davası duruşması bitmişti, biz Tevfik Koçak, Muzaffer İlhan Erdost’la birlikte, İnsan Hakları Derneği’ne gelmiştik. Orada, ailelerin bir eylem koyduklarını söylediler. "Şu anda Kızılay'dalar" dediler "Yardımcı olsanız" diye eklediler. Milletvekili olarak olaya seyirci kalamazdık; biz de kalkıp Kızılay'a gittik. Baktık, aileler orada oturuyorlar. Polisler de sürüklüyorlar, çekiyorlar bunları. Aileler yerlere yatmışlar. Polislere müdahale ettik:
Bunlar vatandaş dedik, bunlar da vatandaş; bir dertleri var mutlaka, ikna edelim, bak biz de görevliyiz, biz de milletvekiliyiz, bunları ikna ederiz; ikna edelim, öyle kaldıralım... Fakat polisler. “Siz karışmayın' filan deyince, "Biz karışırız" dedik. "Niye karışmıyoruz? Bizim vatandaşlarımız bunlar" dedik. Tabii bu sırada polis, otobüs şoförünü sıkıştırıyordu, tahsisli yoldan gelen otobüsün şoförünü, “geç, sür arabayı" diye sıkıştırıyordu. "Üzerlerinden geç" diye; aynen böyle söylüyordu.
Polisin numarası filan var mı?
Yok. Yalnız bizimle uğraşan polislerin var...
Saat kaçtı?
1 veya 2'ydi sanıyorum. Polislere, “Bunlar da vatandaşımız kardeşim, siz de yardımcı olun" filan dediğimizde, polisler tabii, bize de saldırdılar, bu arada Tevfik Bey‘e vurmaya başladılar; aşağıdan vuruyorlar, ben elimde çantayla siper alıyordum, bana kafa attı birisi, kimin attığını pek farkedemedim. Tabii, hakaret de ettiler, küfrediyorlardı; Tevfik'e özellikle; affedersiniz “Ulan namussuz, biz seni biliyoruz, züppe” diyorlardı. Vurdular, bu kaç tane vurdular; baktım, daha çok saldırdılar, dövecekler, ben Tevfik'i oradan çıkardım, uzaklaştırdım.
Kaç polisti?
Polis çoktu canım, aşağı yukarı kırk tane filan vardı. Daha sonra çoğaldı, kimin vurduğu belli değildi... Polislere dedik ki. “Bu aileleri götüremezsiniz, çocukları içerde zaten, bunları size vermeyiz" dedik; sonra onları, aileleri yoldan geçirip insan Hakları Derneği'ne doğru götürdük.
Peki Rıza Bey, geçmiş olsun! Parti durumunuzla ilgilendi mi?
Etendim, ben durumu SHP Genel Sekreter Yardımcısı Adnan Keskin'e ilettim, “Geçmiş olsun!" dedi.
Ne oldu bu, SHP'ye? Ölü toprağı mı serpildi üstüne? Milletvekilleri polislerce dövülüyor da, sesi çıkmıyor.
Dayak yiyen, polislerin saldırılarına uğrayan SHP'li milletvekillerinin haklarını da basın savunacak demek, başka yol kalmadı. Fikri Sağlar'ın genel sekreterliğinde SHP faşizme karşı daha güçlü mü savaşım veriyordu?
Muzaffer İlhan Erdost’la birlikte, İnsan Hakları Derneği Ankara Şubesi'nde, çocukları için “açlık grevi" sürdüren, ana - babaların, nişanlıların, eşlerin yanına gittik. Ayakkabılarını çıkarmışlar, kimi, bir battaniyeyi dizlerine çekmiş, şekerli su içerek, oturuyorlar; kimi uzun oturuyor...
Ben açlık grevlerine karşıyım, diyorum, açlık grevini bırakın, size her çeşit katkıda bulunayım. Biliyorsunuz açlık grevlerine karşı olduğumu değil mi?
Biliyoruz, ama başka umarımız yok, yolumuz yok, kimse bizim Eskişehir'de “ölüm orucu"na yatan çocuklarımızla ilgilenmiyor; Adalet Bakanı kabul etmiyor, oyumuzu verdiğim partiler semtimize uğramıyor, ne yapalım ne edelim biz de şaşırdık...
Eskişehir Özel Tip Cezaevi'nde olay, hükümlülerin orada kazdıkları tünelin ortaya çıkması üzerine başlamıştı. Orada yatanlar üzerinde yoğun baskılar başladı. Eskiden bir odada dört kişi kalırken örneğin, bu sekize çıkarıldı. Üstlerinde, başlarında bir şey bırakılmadı. Aileler çocuklarıyla görüşemiyorlar, günlük yiyecek için ayrılan para altı yüz lira; yanlış duymadınız altı yüz lira: Bozdur bozdur harca. Eee, aileleriyle de görüştürülmüyorlar, kim bakacak bunlara? Asmadığınıza göre beslemek zorundasınız?
Baskılar üzerine açlık grevine başladılar...
Bir yerin temizliği helalarından belli olurmuş. İnsanlarının mutlu mu, mutsuz mu oldukları da cezaevlerinden belli olur. Cezaevlerini boşaltmadan, yani bir genel bağışlamadan yana olmayanlar, faşistin ta kendileri değil midir? Bunlar toplumun erincini değil, kendi esenliklerini düşünürler. Yanlış mı düşünüyorum?
24 Temmuz 1989, Cumhuriyet