Dr. Tank Ziya Ekinci'nin mektubu Sağmalcılardan geliyordu; Tank Ziya Bey'in yurda döndüğünden hiç haberim olmamıştı. Son bir Ataol Behramoğlu'nu biliyordum. Demek Tarık Ziya Ekinci de gelmiş. Şöyle diyor Ekinci 6 ağustos günlü mektubunda:
“Sayın Ekmekçi,
Yedi yıllık yurtdışı sürgün yaşamımı 30 Temmuz 1989 günü Türkiye’ye dönerek noktalamış bulunuyorum. Dönüşü kendi özgür istencimle yaptım. Yurda girer girmez ilk geceyi Atatürk Havalimanı Emniyet Amirliği'nde geçirdim. 31 Temmuz 1989 pazartesi günü çıkarıldığım İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinde TİP kuruculuğu davasından salıverildim.
1979'da Yürüyüş Dergisi’nde yazdığım bir yazının 6 ay sonra Ankara'da çıkan gündelik bir gazetede alıntılanarak yeniden yayımlanması üzerine günün Adalet Bakanı Sayın Mehmet Can’ın yazdı buyruklarıyla hakkımda TCY'nin 142/3. maddesinden bir basın davası açılmıştı; bu dava daha sonra Ankara 2 No'lu Sıkıyönetim Mahkemesi'nde mahkûmiyetle sonuçlandı. Yargıtay yolu kapalı olmak üzere 18 aya mahkûm oldum. Sağmalcılar Cezaevinde, şimdi basın suçundan hükümlü olarak yatıyorum. Eski yattıklarım sayılırsa; 23 ay sonra özgürlüğüme kavuşacağım.
Senin aracılığınla yurda dönüş yaptığımı ve ülkeme ayak basar basmaz cezaevine alındığımı dostlarıma, demokrat kamuoyuna iletmek istiyorum, ilgi gösterirsen sevinirim. Sana sağlık ve başarılar diler, tüm dostlara selam ve sevgiler sunarım.
Dr. Tarık Ziya Ekinci"
Dr. Tarık Ziya Ekinci, Sağmalcılar Cezaevi'nde C-6 Koğuşu'nda yatıyor. Ekinciyle Paris'te, Ataolların evinde, sonra Strasbourg'da Server Tanilli’nin evinde uzun uzun görüşmüştük. Orada bana, Türkiye'de gördüğü işkenceleri anlatmıştı.
Dr. Tank Ziya Ekinci'yle, aynı koğuşta kalan bir de Barış Derneği sanığı var, Dr. Cüneyt Başbuğ. O da mektubunda şöyle diyor:
"Sayın Ekmekçi,
Barış Derneği yöneticileri hakkında verilen tutuklama kararını takiben gittiğim ve iltica ettiğim Fransa'dan 4 temmuz günü döndüm. 6 temmuz günü çıkarıldığım mahkemece, Barış Derneği yöneticisi olduğum gerekçesiyle tutuklandım. Şu anda Bayrampaşa Cezaevi'ndeyim.
Tutuklanmamdan bu yana bir ayı aşkın bir süre geçtiği halde, henüz mahkemeye çıkarılmadığım gibi hakkımda bir dava da açılmadı. Gelirken amacım, önce yurtdışında yaptığım nöroloji ihtisasının denklik sınavına girmek ve henüz yapmaya fırsat bulamadığım askerlik görevni yapmak olduğu için içinde bulunduğum durumdan mağdurum. Gelirken adalet isteyeceğimi ve özgürlüğümü talep edeceğimi düşünüyordum, ama hakkımda dava açılmasının çabuklaştırmasını dileyeceğim aklımda yoktu. İçinde beni gözaltına alan polisler de olmak üzere, geldiğimden bu yana sayısız insan neden döndüğümü sordu. Bu sorunun çok karışık bir yanıtı yok. Ben ülkemde özgür yaşamak, bilgi ve becerimi halkım için kullanmak istiyorum. Böylesine insanca bir isteğin gerçekleşmesi için mutlaka bir bedel ödenmesinin gerekmediği kanısındayım.
Sizi durumdan haberdar etme amacıyla yazıyorum. Çalışmalarınızda başarılar ve sağlık dilerim.
Dr. Cüneyt Başbuğ"
İki doktor, ayrı ayrı bu mektupları niye göndermişler ki? Belki de yeni geleceklerin kulaklarına küpe olsun diyedir, ne bileyim?
* * *
Akçay’daki Ankara Anakent Belediyesi kampından dönüşte, mektuplarla birlikte, yeni acı haberler de bekliyordu. Taa, Burhaniye'den Savunman Mehmet Ali Şengül aradı verdi haberi; köy enstitüsü müdürlerinden Hürrem Armangil, İstanbul'da ölmüştü. Hürrem Armangil'in İstanbul'daki evini, 359 96 38 numaralı telefonunu aradım. Eşi Mübahat Hanımla görüştüm. Uğunup kalmışlardı. Hürrem Bey, pazartesi sabahı televizyonu izlerken fenalaşmış, ölmüştü...
Hürrem Armangil'i otuz yılı aşkın bir süredir tanırdım. Tonguç'un en yakın dostlarındandı. Beşikdüzü Köy Enstitüsü'nü kurmuştu. Enstitülerin kuruluşunda Beşikdüzü'nde geçen olayları Hürrem Armangil, "Piramidin Tabanı - Köy Enstitüleri ve Tonguç" kitabında tatlı tatlı anlatır. Hürrem Armangil kitabının ikinci cildini hazırlamış, Ramazan Gökalp'in Arkın Yayınları'na vermişti. Kitap basılmak üzereydi. Hürrem Armangil'i ben nedense hep, Osman K. Akol'la birlikte anımsarım. Osman Bey öleli çok oldu. İşte. Hürrem Bey de gitti. Hürrem Armangil'e, Osman Akol'a, birlikte toplandıkları, birlikte yiyip içtikleri için mi ne gençler onlara, “Yorgun Savaşçılar" derlerdi. Ama gerçekte hiçbiri yorgun değildi. Yorulmayan eğitim savaşçılarıydılar...
Hürrem Armangil, 10 Nisan 1973’te “Piramidin Tabanı, Köy Enstitüleri Ve Tonguç” kitabını verirken şunları yazmış; "Değerli gazeteci, köy enstitülerinin yürekli savunucusu Sayın Mustafa Ekmekçi'ye içten, sevgilerimle". Gazetecilik yaşamımda, önemli bir yeri de olan Hürrem Armangil'i, o eğitim savaşçılarını unutamam...
24 Ağustos 1989, Cumhuriyet