Can’ın Doğumu...

Nâzım, oğlu Memet doğduğunda yazmış, “Doğum” şiirini kimi dizileri şöyle:
"Anası bir oğlancık doğurdu bana: / Kaşsız, san bir oğlan, / masmavi kundağında yatan, / bir nur topu, üç kilo ağırlığında.
Benim oğlan dünyaya geldiği zaman / çocuklar doğdu Kore’de sarı ay çiçeğine benziyorlardı./Mac Arthur kesti onları,/gittiler ana sütüne bile doyamadan.
Benim oğlan/dünyaya geldiği zaman,/çocuklar doğdu Yunan zindanlarında,/babaları kurşuna dizilmiş.
Bu dünyada ilk görülecek şey diye/demir parmaklığı gördüler.
Benim oğlan/dünyaya geldiği zaman/çocuklar doğdu Anadolu'da/mavi gözlü, kara gözlü, ela gözlü bebelerdi.
Bitlendiler doğar doğmaz/kim bilir kaçı kalır mucize kabilinden.
Benim oğlan/benim yaşıma bastığı zaman,/ben bu dünyada olmayacağım,/ama harikulade bir beşik olacak dünya.
Siyah/beyaz,/sarı/bütün çocukları/sallayan/mavi atlas döşekli bir beşik...”
Nâzım'ın şiirinde bunlar var. Almanya'da bir çocuk dünyaya geldi, Zeynep'e kardeş. Adını "Can” koydular. Ana baba yazmışlar “Can” adına mektubu özetle şöyle diyor Can, 13 Ağustos günlü mektubunda’.
''Sevgili Ekmekçi amca,
Ben dünyaya geldim! Adımı “Can” koydular.
Annemle babam, senin beni merak ettiğini, hemen haber beklediğini söylediler. Bu nedenle, ilk işim doğumumu sana duyurmak oluyor. Daha “Acaba bu dünyaya gelmekle iyi mi ettim?" diye düşmeye kalmadan annemle babam müjdeyi verdiler:
900 dolar borçluymuşum!..
Yahu ne borcu, daha dünyaya şimdi geldim, Kime borçlu olabilirim ki filan dedimse de dinletemedim. Benim ülkemde yeni doğan her bebek, daha bismillah bu kadar borçlu doğuyormuş. Üstelik ne kadar geç doğarsan borç daha da büyüyormuş, çünkü durmadan yeni borçlar alıyormuş ülkeyi yönetenler, 10 yıl önce ablam Zeynep doğduğunda onun borcu 300 dolarmış. Ekmekçi amca, sen bu işleri bilirsin, anlat Allah aşkına:
Nereye gidiyor bu paralar? Ablamın anlattığına göre bizim ülkemiz burası gibi -yani dünyaya geldiğim Almanya gibi- zengin ve bakımlı da değilmiş; gitgide daha fakir, daha perişan oluyormuş insanlar... Bu nasıl iş yahu? Dünya kadar borç alıyorlar, gene de millet daha fakirleşiyor günden güne! Ne olur bu işin sırrını anlat bana, nereye gidiyor bu paralar?
Gene ablam, akıl verdi: (Ona da Aziz Nesin amcası öğretmiş).
Ödemiyoruz! diyecekmişiz alacaklılara. Borcu kime verdiyseniz ondan isteyin! Sonra bazı fotoğraflar gördüm gazetelerde. Şişman, gözlüklü, tonton biri var; kabak kafalı, şapkası elinde bir başkası var; ak saçlı, bastonlu, yumuşak yüzlü biri var. Borçları alanlar bunlarmış ama aslında hepsi aracıymışlar. Asıl paraları yiyip bitirenler, herhalde öbür resimlerde gördüğüm; o "suratı muşmulaya dönmüş" ihtiyarla oğulları, o "pelikan gagalı” komik adamla kardeşleri filan olsa gerek. Madem kimseye koklatmadan onlar yemiş borç alınan paraları, neden ben ödeyecekmişim, onlar ödesin. Aziz amca haklı!
Ama bir korku da aldı beni. Çünkü bugün Türkiye'de doğanlar günün birinde "Yok kardeşim, varımızı yoğumuzu yiyip bitirdi sizin temsilcileriniz, iflas ettik. Borç morç ödeyemeyiz, gidin kime verdiyseniz, ondan isteyin, derlerse alacaklılara... Siz hepiniz sıyırırsınız belki ama ben ellerindeyim. En büyük alacaklılardan biriymiş Alman zenginleri. Vallahi ölünceye kadar boğaz tokluğuna, köle gibi çalıştırırlar; beni de, çocuğumu da, torunumu da!..
Derken biri kulağıma başka bir şey fısıldadı:
Sen o ülkenin yurttaşı değilsin ki. O ak saçlı, bastonlu, yumuşak yüzlü dediğin adamla öbür "gözlüklü tonton”; annenle babanı yurttaşlıktan çıkardılar. Sen de onların çocuğu olarak dünyaya geldiğin için Türkiye yurttaşı değilsin, yani borcun morcun da yok! Allah bilir alacaklı bile olabilirsin günün birinde...
Yapma yahu!... Ben Almanya'da doğduğum için, Türkiye’de doğan kardeşlerimden 900 dolar alacaklı mı çıkacağım günün birinde?
Aynı ses kulağıma, daha alaycı bir tonla fısıldadı:
Ne münasebet! Annenle baban Alman yurttaşı olmadığına göre o da olmaz. Sen şu anda ne Türkiye yurttaşısın, ne de Almanya. Sen Aziz Nesin amcanın -Ne Yaşar ne Yaşamazısın!
Kıyamet kopardım, ortalığı birbirine kattım. Hemşireler acıktım sanıp annemin yanına götürdüler. Hazır babam da oradayken açtım ağzımı, yumdum gözümü. Hesabını sordum onlardan, beni ne hakla böyle bir dünyaya, hem de bu durumda getirdiklerinin...
Hiç de kızmadılar. Ne yaptıklarını biliyorlarmış. Benim kâğıdıma önce, en güzel sözcük yazılacakmış; “Önce İNSAN"mışım. Hangi topluluğa ait olduğum zaten o kâğıda yazılanla belirlenemezmiş, yaşadıkça kendim belirleyecekmişim...
Peki ya borç meselesi ne olacak diye sordum. Ona da yanıtları hazır. "Bu haksız adaletsiz dünyayı düzeltmek zaten boynumun borcuymuş, ister borçlu tarafta doğayım, ister alacaklı tarafta dünyaya geleyim, bu değişmezmiş. Bu dünya böyle kaldıkça, hiçbir tarafta, hiçbir kişi rahat yüzü göremezmiş!..
Annem saçsız başımı okşadı:
Biz yanında oldukça hiçbir şeyden korkma. Ve unutma ki, annenle baban yanı başında olduğu için daha doğuştan şanslı ve mutlu bir insansın. Türkiye'de nice çocuk anasını-babasını hiç tanıyamadı. Nice çocuk aydan aya, bayramdan bayrama, tel kafeslerin ardından görebiliyor anasını, babasını...
İlhan Erdost amcamın çocukları Alaz ile Türküler'i, benim için de öp. (Tanımadığım, adını bile duymadığım binlerce kardeşim adına onları öpmek isterdim.) Ve anası-babası hapishanede olan binlerce, on binlerce kardeşime de sevgilerimi yolluyorum senin aracılığınla... Sizin yarım bıraktığınızı, el ele, biz tamamlayacağız. Çocuklar dünyaya “Ana-baba hasretine hükümlü" olarak gelmeyecekler!..
Can Yurdatapan"
Melike Demirağ'la, Şanar Yurdatapan'ı abla Zeynep’i yürekten kutluyor, Can'a da kavgasında başarılar diliyorum...