Halil Efe'nin öyküleri içinde, ne ilginçleri var; Torbalı Belediye Başkanı Ertan Ünver anlatıyor Halil Efe'nin serüvenini:
Halil Efe'nin bir akrabası var; uzak da değil, annesinin dayısı filan oluyormuş galiba, profesör ve kalp cerrahı. Tabii sık sık ameliyat yapıyor, Halil Efe onun yardımcısı. İçeri alıyor hastayı, yardımcı oluyor.
Bakıyorum gözüne, diyor Halil Efe, gitti gidiyor, bu hasta kurtulmaz! Ama, belki hoca-profesör itina ederse, belki kurtulabilir! Yorgun Hoca, gece giriyor saat 12’de; sabah beşte, altıda ameliyat bitmiyor. Yirmi kişi, otuz kişi günde... Boyuna ameliyat ediyor (Gazoz kapağı basıyormuş gibi anlatıyor), doktor değil, otomatik kapak basıcı! Tabii adam yoruluyor. Bir bakıyor, “Allaaah, yine yanlış yaptı!" diyom içimden, hemşirenin yanında filan seslenilir mi? Seslenmiyom, bozmuyom; gece çekiliyo hoca dinlenmeye. Ben bakıyorum hastaya, kelebek! Kelebek, yani zekârette, uçtu uçuyo! Gözlerine bakıyom, gözleri gidiyo.
Halil Efe'nin adamı Osman Ekici soruyor işin burasında:
Efe, hasta gözlerini yukarı doğru kaldırıyo mu? Şöööyle...
Ulen serseri, ilk baştan kaldırıyorduk onu, şimdi karşıdan bakıyoz. Kapalıyken anlıyoruz gözü.
Gözü kapalıyken nasıl anlıyonuz?
(Halil Efe, gözlerini kapatıyor: 'Tırrıt, tırrıttt yapıyor gözleri, öyle anlıyoruz. Ah işte böyle.” Gözleri titriyormuş, oradan anlıyormuş.)
Hemen alıyom makası, tak tak tak tak açıveriyom, çıkarıyom o damarı, takıyom öbür tarafa, dikiyom... Tamam! Sabahleyin Hoca geliyo, şöyle diyom! Hocam, akşamki hatanızı düzelttim. Böyle böyle yaptım. Bazılarını anlıyo ha!
Nasıl anlar yav, diye karışıyor Osman, nasıl anlar...
Yav, aceleden aynı delikten geçiremiyom iğneyi, pansumanda iki delik olunca, anlıyo bazılarını... (Kahkahalar) Bir gün kendim söyledim. “Hoca, akşamki kelebekti, gece bir buçuktan sonra açtım kapattım, halettim! Görüyon mu, soldaki damarı yanlış bağlamışsın!" dedim...
Allaaaaah, hakikaten Halil, elin dert görmesin... dedi.
Osman Ekici birgün profesörü görüyor, soruyor:
Hocam, Halil Efe’nin anlattıklarına ne dersin, diye. Hoca karşılık veriyor.
Ah be Osman, ben bu Halil Efe'yi yirmi, yirmi beş yıl önce niye almadım buraya yav? (Ayvalıklı Halil, artık Bucalı olmuştur). Buca'da "Halil lobisi" oluştu. Halil'in aleyhine konuşmak, “abartıyor, atıyor kafadan” filan demek yasak!
Ertan Ünver, anlatıyor, ben banda alıyorum:
Halil Efe'nin uzaya gidişini biliyor musunuz? Bunu ben kendisinden dinledim. Bir gün Halil Efe tarlada çalışırken, “dııııt’’ diye bir şey iniyor traktörün önüne “Duuuur!" diyor Osman Ekici karışıyor lafa:
Türkçe biliyo muymuş?
Onlar yabancı dili yarım dakikada öğreniyorlar! (Kahkahalar). O zaman bilmiyordum ama, gittikten sonra öğrendim, yarım dakikada. Basıyor düğmeye İngilizce basıyor Fransızca... Şöyle basıyor Almanca! “Duuuur" dedi, durdum. "Bin” dedi. Ayağımı bir şöyle yaptım, kendimi bir şeyin içinde buldum. Kottuk, içerisi sıcak, gözümü açtım kapattım, ortalık güpgündüz. Ben gece çıktım oradan, indiğimiz yer gündüz. Sabah mesai başlamış, biri geldi, omuzuma bir şöyle yaptı, "'Yemek bölümü burası" dedi. Sonra aralarında başka bir dil konuşuyorlar, anlayamıyorum onu. "Ne yapacağım!” dedim, “Ne yiyeceksen çek!” dedi. Yazıyor üzerinde domates, biber, patlıcan, bamya bilmem ne. Yani dikilmiş fideler.. Osman Ekici dokunacak ya:
Yahu, Türkçe mi yazmışlar onu da?
Ben geldim ya oraya, Türkçesini yazmışlar; düğmeye basıyorlar Türkçe, düğmeye basıyorlar Fransızca yazıyor (Halil Efe, uzay olayından ilk kez söz ediyor, kaçacak, kaçamıyor, Atatürk olaylarına filan benzemiyor). İşte demiş uzaylı, “O" harfi yazılı yerler senin yerlerin. "Vuuuv" bir bakıyorum, ayaklarım yıkanıyor, bir bakıyorum üstümde elbiseler, içeri girdik, biz başladık çalışmaya. Benim önüme bir cıvata veriyorlar, onu takıyom, usta geliyor bir şey söylüyor "Haydi Halil” diyor...
Adını nereden biliyorlar?
Allahın salağı! Oraya biz gittik, oraya giderken az mı muhabbet ettik yolda (Kahkahalar). Sonra mesai bitti. Aaa, ben bir döndüm geriye, baktım; ektikleri domates, biber olmuş, üzerinde domatesler duruyor. Sordum yanımdakine:
Bunlar nedir?
Sabah diktiklerim. Bizim sırrımmız bu. Sabah dikiyoz. öğlen yeriz. Akşam ne yiyeceksek onu dikeriz! Taze yiyoz, suni gübre yok. Orman morman yok, hiçbir şey yok...
Pele, biliyorsunuz bir zaman kraldı, Pele’yi bu yetiştirmiş. Nasıl mı? Futbol topundan büyük bir delik, bir bakmış delikten, pat pat pat toplar geliyor. Allah Allah..
Halil anlatıyor şimdi.
Dolaştım baktım, bir çocuk, “Ne yapıyorsun oğlum burda?" dedim, 'Antrenman yapıyorum amca" dedi.
(Haili Efe, Brezilya'da tabii o zaman Torbalı’nın Çatak Köyü'nde değil.)
Gel bakalım, sende iş var! Osman soruyor hemen:
—Kaç yaşında?
Eeee yedi, sekiz yaşında var o zaman... Gel bakalım, dedim, at bakalım bana bir pas, biz de o zaman Büyük Fikret'le milli takımı çalıştırıyoz. Baktım, Pele'de iş var. Hemen evine gittim. Bir ev; yıkık dökük, tenekeler, tahtalar... (Brezilya'daki “getto'ları filan, her şeyi okuyor gazetelerden, kendisi ilkokulu bitirmiş değil).
Annen baban nerede, diye sordum, insanlar açtıktan böyyyle...
Bu çocuğa dikkat edin, dedim. Yetiştirecekseniz yetiştirin, yetiştirmeyecekseniz verin bana, götüreyim Türkiye'ye, şampiyon yapayım bunu.
Vallahi, bizim imkanımız yok. Yetiştiremeyiz, falan filan... Hemen yakın bir kulübe götürdüm, "Alın bu çocuğun hayrını görün” dedim.
Adam ne dedi?
Ohooo, bunun gibi çok Arap var bizde, dedi!
Bu Arap o Araplardan değil, dikkat edin buna, dedim. Ben söyledim, döndüm. Sonra Pele, 17-18 yaşına gelmiş. Ben unuttum tabii. Adresimi bırakmıştım. Pele'nin annesinden bir mektup; Halil Efe, işte şu andaki Pele senin eserin.. Bilmem ne, mektup evde! (Kahkahalar)
19 Eylül 1989, Cumhuriyet