Çankaya’ya Çıkarken...

İbrahim Saffet Omay'ın, Gülçin Çaylıgil’le ikimize anlattığı bir anısını, pazar günkü “Ankara Notları“nda aktarmıştım. Omay’ın ilginç bir anısı daha var. İsmet Paşa’yla ilgili. Onu da şöyle anlattı:
“1961'de Kurucu Meclisteydik. İsmet Paşa'yı arabayla ben evine ya da Anadolu Kulübü'ne götürdüğüm zaman yanımda oturuyordu. Kurucu Meclis Başkanı Kâzım Orbay birleşimi kapadı; çıkıyoruz, dışarıya. Ben ortadaki kapıdan çıkıyordum, kenardaki kapıdan da kendisi çıkıyordu. Bana:
Omay, Omay... diye seslendi. Hemen gittim, "Buyurun efendim, bir emriniz mi var" dedim. "Haydi birlikte çıkalım” dedi, çıktık birlikle.
Arabayı alayım mı paşam?
Tabii alalım... dedi. Bindik arabaya, oturdu yanıma. Mebusevleri'nde Ayten Sokak'taki evine gittik önce. O önde, ben arkada o dar yoldan, çiçeklerin arasından kapıya vardık. Paşa, zili çalıyor çalıyor, kapı açılmıyor. Bir aralık bana döndü:
Zil çalmıyor mu diye sordu.
Çalıyor paşam dedim. "Allah Allah” dedi, yeniden bastı zile. Sonra kapı açıldı, hanımefendi açtı kapıyı. Hanımefendinin başında bir namaz bezi, elinde tespihi avuçlarının içerisinde, bize kapıyı açtı; durdu öylece. Paşa içeri girdi, ben de birlikte. Paşa:
Hanımefendi dedi, bu sabah erken çıktım evden, sen de torunlarla filan meşguldün. Bir aceleye geldi, sana vazifemi yapamadım dedi. Şimdi geldim sana, bir vazife yapmak için. Bu şudur: Bugün mübarek kandil, kandili şerifin mübarek olsun!
Paşam, sizin de kandili şerifiniz mübarek olsun!
Bak, seccadeden kalkmışsın, bize kapıyı açtın. Ver şu mübarek elini öpeyim!
Aman paşam, ben sizin mübarek elinizi öpeyim dedi eşi; "Ben senin elini", “hayır ben senin elini” derken, paşa mağlup oldu, hanımı paşanın elini öptü! Paşa da bunun üzerine, eşinin iki yanağını, başını, saçlarını avuçlarının içine aldı, okşadı. İçeriye girdik birlikte. Bana çikolata ikram etti; kalktık birlikte Anadolu Kulübü'ne gittik...”
İbrahim Saffet Omay, İsmet Paşa hükümetinin. Diyanet İşleri'ne bakan Devlet Bakanı. Paşa'nın en yakınında bulunmuş; Paşa'nın laiklikten hiçbir zaman ödün vermediğini yakından biliyor. Gülçin Hanımla birlikte rıhtımda balıklarımızı yer, birer duble rakılarımızı içerken söyleşiyoruz. İbrahim Saffet Bey, geçmiş yılların tanınmış politikacısı. Ona, “sine-i millet” konusunu soruyorum. Bu söz, ilk kez 1946-47'lerde Demokrat Partililerle başladı, ama sık sık yinelendi. "Sine-i millet" deyimi bir de 1950’ler CHP'sinde geçer. Omay şöyle dedi:
“1954 seçimleri 2 mayısta yapılmıştı. Bu seçimde. CHP’nin milletvekili sayısı 69'dan 31'e, oy oranı da yüzde 34'e düşmüştü. Prof. Suna Kili'nin kitabımı okurken, bir daha gözden geçirmiş oldum bunları... 25 Haziran 1954'te CHP kurultayı toplandı; toplantıda bazı kararlar alındı. CHP'nin bundan sonra seçimlere girmemesi, Meclisten çekilmesi, Meclisin terk edilmesi görüşü ortaya atıldı. İş, Ana Davalar Komisyonu'na geldi. O da bu eğilimdeydi. Durumu öğrenen İnönü araya girdi; yeniden görüşme istedi. Karan yetkili kurulların vermesi kararlaştırıldı. Yetkili kurul, parti meclisiydi. Burada İnönü, özetle şunları söyledi:
Parti ya vardır ya yoktur. Parti varsa, seçime katılmak ve Mecliste kalmak şarttır. Çünkü Meclisi terk etmek, seçimlere katılmamak, partinin varlığını sona erdirmek demektir.”
İbrahim Saffet Omay, paşanın bu görüşünü yaşamının sonuna dek koruduğunu söyledi.
Ali Rıza Cihanla Abdullah Tekin'in, İsmet Paşa’nı laiklik yönüyle inceleyen yapıtlarını okuduğumu yazmıştım. “Çağdaş Devlet Adamı İsmet İnönü” adlı yapıtta çeşitli örneklerle, paşanın laiklik anlayışı vurgulanıyor. 27 Aralık 1965'te, Cumhuriyet’te çıkan bir demecinde Şeref Bakşık, şunları söyler:
"İnönü'ye dinsiz adam damgası vurulmak istenmiştir ve bu sürekli olarak insafsızca işlenmiştir. Oysa İnönü'nün aile yaşamı tam bir sade ve içten din inanışı ile doludur. Yatak odasında "Allahın dediği olur" sözü vardır.
Ali Rıza Cihan'la Abdullah Tekin'in ortak yapıtlarında, bir yerde şöyle denir:
"İsmet Bey samimi bir Müslümandır. Demokrat Parti iktidarı boyunca İsmet İnönü'ye “dinsiz adam" damgası vurulmuş ve iktidar olursa, camileri kapatacağı, ezanı yasaklayacağı karaları çalınmıştır. Ne var ki tüm bunlar 1961 yılından başlayarak yavaş yavaş terk edilmeye, silinmeye yüz tutacaktır Zira İsmet İnönü iktidar olduğunda camiler kapatılmamış, ezan da yasaklanmamıştır. İnönü bu tabloyu çalışma arkadaşlarından Faik Ahmet Barutçu'ya şu özlü cümlelerle sergiler:
Barutçu, biz bunlarla yalan sahasında mücadele edemeyiz. Bizi mutlaka bastırırlar. Ama yalan ve küfür hayır getirmez. İnsanlar gerçekleri er geç görürler ve o zaman haklıyla haksızı ayırırlar. Benim bütün siyaset hayatım gerçekleri halkın bir an önce görmesi için savaşmakla geçmiştir. Halka gerçeği anlatalım. En tesirli silahımız budur."
Alı Rıza Cihan'ların yapıtında ilginç örnekler var. İsmet Paşa’nın dinsizliğini öne sürüp bunu siyasal alanlarda koz olarak kullanan oy avcıları, genellikle onun “Allah” sözcüğünü ağzına almayışına ağırlık verirlerdi. Hatta, "Allah sözcüğünü hiç kullanmıyorsun, bir kez olsun söyle ne çıkar" diyenlere şu yanıtı verir.
Siz benim bunu neden söylememi istersiniz? Oy getirsin diye değil mi? Peki bu, dinin siyasete afet edilmesi sayılmaz mı? Ben bu usulleri kullansam daha mı çok Müslüman olurum, sevap işlerim? Yoo.. Maksadınız politika yapmak. Haydi canım, siz de..
Kayseri'de bir konuşma yaparken, kendisinden içinde "Allah” sözcüğü olan tümcelere yer vermesi istenir. Konuşması bittiğinde, bu istekte bulunan arkadaşına dönen İnönü:
Nasıl memnun oldun mu? İstediğini yaptım... der.
Ne yaptınız Paşam; ben farkına varmadım!
Allahaısmarladık dedim ya... (Metin Toker, İsmet Paşayla On Yıl)
İzleyeceğiz bakalım, Hacı Turgut Bey, Çankaya'ya neyi taşıyacak; laikliği mi, Nakşibendi müritliğini mi?
Mal bildiriminde neden bulunmuyor? Bulunsun, ondan sonra çıksın Çankaya'ya...